Gerçek bir sevgide diğer insanın iyiliğini istersin. Romantik sevgide diğer insanı istersin. -Margaret Anderson |
|
||||||||||
|
... ıssız, ıpıssız bir adada, yaşamın kıyısında bir yerlerdeyim. açıklardan gemiler geçiyor irili ufaklı, görüyorum. el sallasam görecek, bağırsam duyacaklar belki; ama fark edilmek, fark edilip buradan kurtulabilmek için çaba göstermeyi çoktan bıraktım. sonsuza dek burada kalabilirim; daha doğrusu, sonsuza dek burada kalmaya mahkûm edilmişim gibi bir his var içimde, bu yüzden de buradan kurtulmak için çaba göstermekten vazgeçtim… belki kimilerine göre imrenilecek bir şeydir ıssız bir adada mahsur kalmak: tropik meyveler, hindistan cevizleri, yabanıl, tehlikeli hayvanlar, belki yamyam, barbar yerliler… ama onlar günün birinde mutlaka kurtarılmayı ister, uzun direklerine gerilmiş sakız gibi çarşaflarına doldurduğu rüzgârı, filikaları, hoyrat tayfalarıyla bir gemi bekler dururlar; zira o tecrübe, günü gelip de birilerine anlatılmayacaksa hiçbir anlamı yoktur. hiçbir anlamı yoktur bir adada mahcur kalmanın, yaşamayı yeni baştan öğrenmenin, çekilecek zorlukların, kurtulmak için çabalamanın ve nihayet kurtarılmanın, hiç kimseye anlatılmayacaksa… keşke bu ada da öyle yaşanılabilecek bir yer olsaydı. küçük, bir uçtan diğer uca dört-beş yüz adımda yürünebilen, birkaç börtü böceğin dışında tek bir hayvanın dahi yaşamadığı, yalnızca orta büyüklükte bazı otların bittiği, neredeyse çıplak, denizin ortasında susuz, denizin ortasında cehennem gibi bir yer. cehennem her nasıl bir yer ise, buradan daha kötü değildir. güneşin tepede olduğu vakitlerde hareket etmek bir işkence halini alıyor; gölgesine sığınılabilecek hiç bir ağaç olmadığından, en iyisi denizde olmak ve orada da mümkün olduğunca suyun altında kalmak. yenilebilecek şeylerse birkaç tür garip balıktan ve zehirli olabilecekleri ihtimaliyle şimdiye değin hiçbirini yemeye cesaret edemediğim otlardan ibaret. başlarda, bütün gün didindikten sonra ancak bir tane avlayabildiğim o şekilsiz balıkları çiğ çiğ yiyordum. kaç defa yerken yahut yedikten sonra denize kusmuş, ardından gelen bir iki gün aç dolaşmıştım, iğrentimden. ah evet, günler; onları hatırlatacak bir şey olmayınca nasıl da belirsizler. günlerin ve gecelerin bir öncekinden hiç ama hiçbir farkı yok. bir fırtınam bile yok, bana o günü hatırlatacak. bir taş parçasına, bu adada geçirdiğim her gün için bir çizik atmıştım ama buradan kurtulmaya dair hevesimi yitirince vazgeçtim bunu yapmaktan; fırlatıp denize attım taşı. ne kadar zamandır buradayım, bilmiyorum. zamanı hatırlatan bir tek şey var: uzamış, darmadağın saçlarım ve sakallarım. doğru, buraya bir yerlerden gelmiş olmalıyım, saçlarımın düzenli, sakallarımın tıraşlı olduğu bir hayattan… nasıl ateş yakabileceğimi öğrendim sonradan, belki bir cuma günü. cinsini bilmediğim bir taş var adada, kuru otlardan yığın yapıp, üzerinde bu taş parçalarını sertçe birbirine vuruyorum, çıkan kıvılcımlardan tutuşuyor otlar. çoğunlukla hüsranla sonuçlanan, oldukça zahmetli bir iş. çiğ balıktan usanan midemi, birazcık olsun pişmiş etle oyalıyorum işte: tek zevkim, tek ziyafetim. ateşi bir kez yakınca söndürmemeyi de düşündüm, ne var ki etrafta ağaç olmadığından odun da bulunmuyor, otlar da kısa sürede sönüp gidiyorlar. bazen nereden geldiğini bilmediğim ağaç gövdeleri, dalları vuruyor kıyıya, çok nadiren. yakınlarda bir yerlerde başka bir ada olmalı, üstelik ağaçları olan bir ada… buraya nasıl düştüm ya da düştüm mü, onu dahi bilmiyorum. içinde olduğum geminin bir fırtınada batmasından sonra mı sürüklendim, düşen bir uçaktan tesadüfen sağ mı kurtuldum, yoksa zaten burada mı doğdum, buralı mıyım, hiçbir fikrim yok. geçmiş karanlık. belleğimi yokluyorum durmadan, olur da çekip çıkarabilirim, gözlerimi açtığım o lanet olası sabahtan önceki hayatıma dair bir anıyı. bir ismi, yüzü, sesi hatırlayabilirim, sarılabilirim, onunla var edebilirim kendimi diye, nafile, bir gayya kuyusu bakıp durduğum, beni içine çekip duran. geceleri, uyanınca çoğunu unuttuğum, karmakarışık bazı rüyalar görüyorum. belirsiz yüzler, olaylar ve bir uğultuyu andıran sesler. sırtım dönük, kaçarcasına uzaklaştığım bir kalabalık. boğuklaşıyor sesler, şu ses bir kadına ait olmalı diyorum hep, uyanıyorum. bir zamanlar sevmiş olmalıyım… bir suç işledim ve bu suçuma ceza olarak beni bu adaya hapsettiler, hem de hafızamı elimden alarak. bir cüzamlı gibi, herkesten, her şeyden, kendimden bile uzağa. iyi ama kim, hangi suçuma karşılık bu cezayı vermiş olabilir bana. bu nasıl bir ceza, hangi büyük suçu işledim?..
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © kemal düzbay, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |