"Yumuşak olma ezilirsin, sert olma kırılırsın." -Victor Hugo |
|
||||||||||
|
Yabancı kartı alır ve okur: Dağay Günay-Eş Seçici Eş seçmekte zorlanıyor musunuz, sürekli karar vermekle vermemek arasında mı kalıyorsunuz. Doğru eşi nasıl mı bulacaksınız? Hiç düşünmeyin, hemen beni arayın. Ev /cep: 000 123…. Adres : Beyaz piramit.. Yabancı elindeki kartla hızla uzaklaşırken, gün batıyordu. Ufukta biriken kuşlarla birlikte muazzam bir senfoni oluşuyor, Picasso eline kalemi alıyordu. Dağay, bu esrarengiz resme olağanüstü hayranlıkla bakarak çalan telefonunu açtı. - Alo, buyurun. - Ben, Dağay Günay’ı aramıştım. Eş seçici. - Evet benim, ta kendisi. - Ben Erdoğan, Görüşebilir miyiz? - Tabii, nerede ve ne zaman? - Ak park, saat 21.00’de - Peki, görüşmek üzere.. Dağay, içi sevinç dolarak yürümeye koyuldu. “Önce, leziz bir yemek yemeliyim.” diye düşündü. Her zaman gittiği lokantaya telefon açıp her zaman yediği kebaptan ve özel salatadan istediğini belirtip acele olmalarını üsteledi. O, beklemeyi hiç sevmezdi, sinir olurdu bu durumdan.. Lokantaya vardığında masasının hazır olduğunu gördü, gülümsedi. “Beni iyi tanıyorlar” diye düşündü içinden. Şef garsonun eşini de o seçmişti. Oğlan ne de çok kendisine yalvarmıştı. “Ayağını öpeyim abi, yüreğim ikiye bölünmüş gibi, bir türlü karar veremiyorum. Yardım et!” Lavaboya girdi, son moda köpüklü sabunlardan avucunun içini doldurdu, bu köpükleri çok sevmişti eline bulaşmıyor, suyla birlikte hemen gidiyordu. Biraz oyalandıktan sonra sofraya kuruldu, yemek hemen geldi,özel salatada.. Ağır ağır, tada tada yemeğini yiyordu. Bir ara şef garsonla göz göze geldi, karşılıklı gülümsediler birbirlerine. Yemeğini bitirip garson yamağı Ahmet’ten bir bardak demli çay istedi. Çay yetişirken telefonuna bir göz attı. Bir mesaj gelmişti. “Tun-us, akıldı, ateşi yaktı, Mı-sır- gizemdi, ateşi yaydı, Ceza-yir- sonları olacak” Sosyalist arkadaşı Deniz’den gelen bir mesajdı. Nasıl bulur bu söz oyunlarını, kerata.. - Çayın ağabey, - Koy şuraya. - Peki ağabey. Lokantadan ayrılırken müşteri ile buluşmadan önce yapacaklarını düşünüyordu. İyi bir takım elbise giyinmeliydi, süslenip hoş bir koku sürmeliydi. Ayakkabı bu gibi işler için olmazsa olmazdı. “Ne tuhaf dünya” dedi içinden. “Millet insanın yüzüne bakacağına ayakkabısına bakıyor.” Saate baktı, acele etmeliydi. Ak Park ensesi kalın kalantorların uğrak yeriydi. Cebi delik olanlar bu mekâna giremezdi. Özellikle muhafazakâr zenginler eşlerinden gizli buraya gelirlerdi. Sosyal, aktivitesi bol, içkinin su gibi aktığı ama tuhaf olansa benzer mekânlara göre çok sessiz olan bir yerdi. Ak Park’ ta sadece klasik müzik çalardı. Bu yerde hiçbir zaman bir taşkınlık olduğu görülmemiştir. Her fikrin bir arada olduğu ama tartışmanın olmadığı yegâne bir yerdi. Solcular, muhafazakârlar, milliyetçiler rakı, liberaller viski çok tüketirken, hiçbir şey olamayanlar kokteyl, kadınlar ise daha çok şarap ve kokteyl tüketmeyi tercih ediyorlardı. Dağay, ne kısa ne de çok uzun boyluydu. Kaşları gür, dudakları dolgun yakışıklı bir tipti. İyi giyinir, güzel konuşur, insanları etkisi altına almayı başarırdı. Johnny Depp bakışlıydı, özellikle bu bakış bayanlar üzerinde çok etkiliydi. Ak Park’a girdiği zaman birkaç kadının gözleri ona kaydı. Bu durumdan memnun olan Dağay hiç istifini bozmadan kendisi için ayırtılan masaya doğru yürüdü. Müstakbel müşterisi oldukça dik bir şekilde karşısında duruyordu. Gururlu ve kendini beğenmiş bir hali vardı. Uzun boyluydu, sarı saçlı, renkli gözlüydü, Oldukça yakışıklıydı. Temiz ve pahalı giyinmişti. Dağay’ın dikkatini çeken ise adamın elleriydi bedenindeki o zarifliğe göre elleri çok büyüktü. “Uzun süre el sıkışmayayım” dedi içinden. “ yoksa, ellerimin hali fena..” Gayet kibar bir şekilde; - Erdoğan Bey mi? - Evet, - Memnum oldum, ben Dağay.. - Ben de.. Bu arada elini gayri ihtiyari uzattı, ama Erdoğan, Dağay’ın elini tuttuğu gibi sıkıca sardı ve içtenlikle sıktı. Dağay’in gözlerindeki korkuyu hissetmiş gibi, gülümsedi. - Konuşmaya geçelim mi Dağay Bey? - Tabii, - Önce ne içersiniz? - Nane likörü - İlginç bir tercih. - Adınız da çok ilginç. Anlamını öğrenebilir miyim? Dağay , bu soruyla binlerce kez karşılaşmıştı. Düşünmeden cevap verdi. - Dağ ve Ay’ın birleşmesi sonucu oluşan bir ad. Yüksek ve onurlu demek.. Erdoğan, derin bir nefes aldı, görünür şekilde titredi, keskin gözlerini Dağay’a dikti. - Hemen konuya gireceğim. Bu yıl evlenmeye karar verdim. Aileme danıştım, önceden de bir sevdiğim olmadığı için kızı onların bulmasını istedim. Bir nevi görücü usulü. Neyse kızları buldular, kızları diyorum çünkü aynı aileden iki kız kardeş. Benim ailem biraz varlıklıdır, karşı tarafta varlıklı. Babam münasip görmüş. Bu aileden bir kızla evleneceksin diyor. Bu arada Erdoğan rakı dolu bardağını bir dikişte bitirdi. Gözleri kızarmıştı, ellerini nereye koyacağını bilemiyor gibiydi. Devam etti konuşmasına. - Gittim, gördüm kızları. İkisi de gerçekten çok güzel. İkisini de beğendim. Dağay, gayet ciddi bir tonla, - Bir arada bir derede kaldın. Sağlıksız bir karar vermek istemiyorsun. O yüzden beni buldun, değil mi? - Evet.. - Hımm, şimdi yapacağımız şey şu. Dikkatle dinle. Bugün günlerden çarşamba, ama bizim işimiz hafta sonu başlıyor. Kızın ailesine gideceksin, durumunu anlatacaksın, karar veremediğini, bu yüzden bir eş seçiciden yardım istediğini söyleyeceksin. Hafta sonu eş seçici ile birlikte evinizde kalacağımızı kararını ona göre vereceğini söyleyip izin isteyeceksin. Sonra beni ara, cumartesi kızların evinde buluşalım. - Tamam.. Dağay, Ak Park’tan ayrılırken hafta sonun planlarını kafasında bitirmişti bile. Cumartesi, saat sabahın yedisi. - Merhaba efendim, ben Dağay, eş seçici. - Sizi tanıyorum, Dağay Bey, İki gün boyunca titiz bir araştırma yaptım hakkınızda. Sizi evime kabul etmemin sebebi, iyi şeyler duymamdır. İşinizi etik sınırlarının dışına çıkmadan yapıyorsunuz, duygularınızı karıştırmıyorsunuz hiçbir işinizde. Her işiniz olumlu bitiyor, yani herkes mutlu… - Sevindim buna, Hayati Bey, güven benim için en önemli kuraldır. - Benim için de.. - Kızlarınızla tanışabilir miyim? - Tabii, bahçeye buyurun. Kahvaltı etmemişsinizdir, umarım. Dağay, bahçeye girdiğinde çiçek kokuları bununa dolmuştu. Gözleri iri karagüllere değdi, kahvaltı masasına oturmadan bir karagüle yanaştı, burnunu iyice yaklaştırarak derinden kokladı gülü. En sevdiği çiçeği yakından koklamanın hazzıyla kendinden geçmişken kızlara gözleri takıldı. Kızlardan biri daha büyük görünüyordu, diğeri ise yaşça daha küçük. İkisi de ilk bakışta güzel ve alımlıydılar. Gayet terbiyeli oldukları ise oturuşlarından belliydi. Erdoğan, Dağay’ ı bulunduğu yerden alıp masaya getirdi. Kızları tanıştırmak istiyordu. Yaşça büyük görüneni önce tanıttı. Kızın adı Sevgi’ydi. Ela gözlü, sarı kıvırcık saçlı, göğsü dolgun, vücudu gayet biçimliydi. Kızda kendini bilmez bencilce bir şeyler vardı. Epey gururlu görünüyordu. Bakışlarının altında sinsi bir şeyler düşündüğü açıkça belli oluyordu. Zaten, kendisine burnunun altında bakan kızlardan pek hoşlanmazdı Dağay. Diğer kızın adı Duygu’ydu. O da sarı saçlıydı, ama saçları düzdü, omzunun üstüne düşmüş saçları ipek gibiydi. Yüzüne gayet oturan badem gözleri ile çok güzel görünüyordu. Dudaklarının hemen altında belirgin bir gamze göze çarpıyordu. Onun da vücudu gayet biçimliydi. Yalnız sevgiye göre göğüsleri daha küçüktü. Bu kızın bakışlarında hınzırca şeyler vardı sanki, Reşat Nuri’nin Feride’sinde olan duygu dolu alaycı bakış.. Dağay, Erdoğan ve kızlarla yürüyüşe çıktığında Duygu’dan gözlerini ayıramıyordu. Yürürken kız keklik gibi sekiyordu, daima heyecanlıydı ve yüksek sesle konuşuyordu, hayat doluydu. Sevgi ise daha oturaklıydı, hiç istifini bozmuyordu. Bir kiraz ağacının altına gelmişlerdi. İri Napolyon kirazları çok güzel görünüyordu. Dağay, birkaç tane koparıp yedi, biraz daha koparıp önce Sevgi’ye verdi; ama Sevgi kabul etmedi. Sonra Duygu’ya uzattı avucunu. Kız, kirazları ağzına atmıştı bile. Yanaklarını şişirdikten sonra çekirdekleri fırlattı yere ve ardından şuh bir kahkaha attı. Eve girdiklerinde Dağay, kızlardan ayrı ayrı çay yapmalarını söyledi. Kızlar bu emre hemen uydular. Çaylar geldiğinde Erdoğan ile Dağay bir tartışmaya dalmışlardı. Dağay, Erdoğan’a Önce hangisinin çayını içelim, diye sordu. Kızlar sınava girmiş gibi heyecanlıydılar, bu yüzlerinden belli oluyordu. Erdoğan, önce sevginin çayına bakmak istedi. Dağay bu çay kuralını her zaman uygulardı. çünkü bilirdi ki Damat adayı ya da gelin adayının bu aşamadaki kararı aynı zamanda kalplerinin de kararıydı. Kimi istiyorlarsa farkında olmadan onun çayını önce seçiyorlardı. Bir sınav kalmıştı, onunla birlikte daha emin olacaktı Dağay; ama pazarı beklemesi gerekiyordu. Pazar, saat 17.00.. Dağay’ın kızlarla ayrı ayrı konuşması gerekiyordu. Önce Sevgi’yi çağırdı ve sordu. - Erdoğan İle evlenmek istiyor musun? Sonra Duygu’yu aynı soruyu sordu. Verilen iki cevap Dağay’ın önceden vermiş olduğu kararını değiştirmedi; ama bu soruyu sorması gerekiyordu. Çünkü, önemli olan iki gönlü de kırmadan bir karar vermekti. Karar günü: Aileleri bir araya getirmişti Dağay. Herkes merakla bekliyordu, sonucu. Dağay bir şeyi uzatmayı sevmezdi, meraklı gözlere son bir kez daha baktı ve kararını söyledi: “Erdoğan’ın Sevgi’ye ihtiyacı var.” (Bu bir kurgudur, gerçek hayatla bağlantısını kurmayınız...)
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Göktu Kara, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |