..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Başka dillerle ilgili hiçbir şey bilmeyenler, kendi dilleriyle ilgili de hiçbir şey bilmiyorlar. -Goethe
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Deneme > Yaşam > irfan yıldız




27 Eylül 2002
Tehlikeli İlişkiler... (1)  
irfan yıldız
Tanımadığım bir şehir, tanımadığım bir ortam. Yeni hayat: 1 Ben: 0


:BCDE:
7 Mayıs 2000
İstanbul'un merkeze (aslında heryere) uzak bir semti var. Kayışdağı. Adından da belli, bir dağın yamacı. Ve bir lokanta. Camında şu yazılı: "Aile için yerimiz var" Gülmeyeceksin de n'apacaksın. Orada müşteriyi buldun da ailesi için özel yer ayırıyorsun. Yine aynı yerde bir apartman ismi: "Paris Apartmanı". Ne güzel.

8 Mayıs 2000
Yolumun ortasında 'nüfus cüzdanı'. Basacakken çekiliyorum. Yerde öylece yatıyor, renk mavi, bir de siyah-beyaz vesikalık fotoğraf. Adı Osman. Tanımıyorum. Maraşlı, 33 doğumlu. 68 yaşında yani. Düşürdü mü, bilerek mi bıraktı (Bir çeşit intihar. Olmayan cesaretin başka türlü yerine getirilişi). Yalnız mı yaşar Osman Bey? Kızına mı (neden oğlu değil) gitmekteydi veya 'fazla'mı hissetmişti kendini? Onulmaz bir dil yarası mı almıştı yakınından? Bilinmiyor. Belki de hiçbiri. Ben onun 'kafa kağıdı'na bakarken belki de beni izliyordur gizlice. Ölümüne bir tanık. Onu düşünen biri. Neredesiniz Osman Bey, yaşıyor musunuz?

22 Ağustos 2002
Tanımadığım bir şehir, tanımadığım bir ortam. Yeni hayat: 1 Ben: 0

23 Ağustos 2002
Evin yolu üzerinde tren rayı. İstanbul’a trenle gitme fikri hoşuma gidiyor. Yolda dikilene istasyonun yerini soruyorum. “Napcan treni, otobüsle 2 saatte git” diyor. Dünyalar kadar farka girmiyorum. “Yalnız” diyor, “Haftada bir geçer burdan. O da yük olursa. Yolcu vagonu var mı bilmiyorum. Atla otobüse en iyisi.” Yük vagonuna almazlar. O halde kaçak bineceğim. Cezası ne acaba. Fiş isterim yoktur tabi. Neyse, Zagor’luğum tutarsa giderim. İçim açılır aslında. Güzel.

24 Ağustos 2002
Adam arkamdan sesleniyor ama bakmıyorum. Biliyorum yer tarifi soracak. Yahu ben geleli 2 gün oldu. Nasıl da buldun adamını. Kan ter içindeyim. Yürüyorum elimde bavul. İş yerinden birinin tarifine göre İstanbul ayrımı buradan bir yerden olacaktı. Sıcak tepemde, yoruluyorum. Tabanların acımaya başlıyor. Yol kenarındaki kahvede oturanlara soruyorum, “Burada İstanbul ayrımı varmış” Cevap: “Sen yürü yürü...Az sonra Edirne’desin.” Acıyor biri, arabasıyla geriye bırakıyor. Yıllar da sürebilir burayı öğrenmem.

1 Eylül 2002
Üniversitede okurken de böyle olurdu. Özlersin ve sık sık eve gelirsin. Alıştıktan sonra da azalır, telefon etmelerin çoğalır. Buraya alışamadım. Bu yüzden hafta sonları İstanbul’a atıyorum kendimi. Ama dönüş kaçınılmaz... Elimde bavul evimden ayrılırken ağlamak üzereydim. Balkondaki Minti’ye (bizim ufaklık, kedicik) görünmeden baktım. Öptüm ve uzaklaştım. Gece yarısı bir otobüste 5 kişi İstanbul’dan uzaklaşırken ince ince yağmur yağmaya başladı. Sonra iyice şiddetlendi. Yağmuru, ıslanmış kent sokaklarını seyretmek iyi geldi. Ama içimdeki ağlamaklı halim inadına direndi. Hamamlarda da (kaplıcaları çok severim) böyle olur. Yalnız başına, sessiz, biraz sonra arınmaya başlamak üzereyimdir. Ağlamak gelir içimden. Hiçlik duygusu sarar. Soğuklukta limonlu maden suyu içerken düzelirim. Arınmış ve yeni biriyimdir artık.

20 Eylül 2002
Farklı kentlerden gelen iki arkadışımı konuk ettim yeni taşındığım evimde. Ev geniş ve boş. Üç kanepe, 2 masa, 4 sandalye. Köpek havlamalarının karıştığı gecede salonun yola bakan geniş penceresinin önüne çektiğimiz sandalyelerde oturup sohbet ettik. Evi çok beğendiler ama odalar da eşya olmadığı için sesimiz çınlıyordu. Hem sonra eve övgüleri anlayabiliyordum. Hiçbirimizin böyle bir evi olmamıştı. Otomobil sesleri iyice azaldığı sabahın ilk saatlerine kadar konuştuk. Arsasını sattığında dersane açma özlemiyle yanıp tutuşan Hüseyin’in hırsı normal gelmedi bana. “Bunu çok istiyorum” diyordu ama “Bir başarırsam göreceksiniz anyayı konyayı” der gibiydi. Büyük bir intikam duygusu vardı Hüseyin’de. Kime? Topumuza. Değişim böyle mi başlıyor?

21 Eylül 2002
İşyerindeyim. Kalabalık. Herkes burada. Bir koşuşturmadır gidiyor. Arıkovanı gibi. Günortası ve işleriyle ilgilenenler, ayakta konuşanlar, masadan masaya uçuşan kağıtlar, verilen işlerin peşine koşanlar, uğultu ve hız. İşte tam da bu kalabalığın ortasında orta yaşlı birkadınla göz göze geliyorum. Çok şaşkın ve çok yalnız. Öylece duruyor ve çevresindeki curcunayı izliyor. Tavşanların arasında bir salyangoz. Kaşları inmiş, yüzünde yarım tebessüm bu koşuşturmayı izliyor. Sessiz, sadece izliyor. İmrenirmişcesine sadece bakıyor. Ama onu kimse görmüyor. Varlığından kimse haberdar değil. Hiçbir tavşan onu farketmiyor. Kadın öylece bakıyor, bakıyor, bakıyor. Tavşanların ağzındaki kan gözlerimi alıyor.

22 Eylül 2002
Asık suratlı ve ağzından tek tük laf çıkan bakalımızdan “Kutu Winston” istedim. “Box mı,” diye sorunca, “Kutu” diye tekrarladım. Termodinamiğin 4. yasasını sormuş gibi bakınca şu açıklamayı yapmak zorunlu oldu: “Box, kutu demek.” Bu adam bir gün beni dövecek.

23 Eylül 2002
Bir aydır ekmek, peynir, karpuz yiyorum. Ama doyulmuyor ki. Kısa bir süre sonra yine acıkıyorum ve başıma ağrı giriyor. Pis bir tencereyi yıkadım, lokantadan yemek almaya gittim. Önce oturdum orda yedim, çıkarken tencereyi çıkardım ve “pastırmalı kurufasulye” istedim. Ne lüks. Başka birşey yoktu. “Kaç kişilik?” dedi. Salladım “dört” dedim. Tek kişiyim ve iki gün yemeyi planlıyorum. İki gün başım ağrımayacak ama peynirin kokusu hala burnumun dibinde.

24 Eylül 2002
RÜYAM...
18 yıl önce. Lise yılları. Okuduğum okulun bahçesindeyim. Başkaları da var. Biri yeteneğini gösteriyor. Havaya avcunda tuttuğu çerezleri atıyor ve herbirini düşürmeden tek tek yakalıyor. Ben de deniyorum ve havaya attıklarımın hepsi ortalığa saçılıyor. Yakalayamıyorum. Sonra gökyüzünde parlayan iki ışık bize yaklaşıyor ve iniyor. Bir Volkswagen araba. İçindeki yanıma yaklaşıyor ve “Sana öğreteyim” diyor.
YORUM...
Okul, büyük ihtimalle çalışacağım yer. Becerikli adam, deneyimli bir öğretmen. Bense çömez bir öğretmen. Öğretmenliği elime yüzüme bulaştırmışım. Işıkla birlikte gelen adam, benim gerçek öğretmenim.
SONUÇ...
Sözleşmede, karşı tarafa güvendiğimden, ayrılma veya işten çıkarılma durumunda tazminat ödenmesi maddesine gerek duymadığım için beni öğretmenlikten attılar. Daha doğrusu bunu anladığım için istifa ettim.
İKİ IŞIK...
- Ey Nietzche, ümitsizliğin kralı. “Kendi alevlerinizde yanmaya hazır olmalısınız: Önce kül olmadan kendinizi nasıl yenileyebilirsiniz” diyen yalnız adam. İhaneti tattım. Tanrıyı öldürdüm. Alevlerimi gör ve sabırlı ol. Külüme bak ve gülümse bana.





Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın yaşam kümesinde bulunan diğer yazıları...
Ocak 2020
Rüyada Uçmak
Tehlikeli İlişkiler... (5)
Tehlikeli İlişkiler... (4)
Pardon, Saatiniz Kaç?
Tehlikeli İlişkiler... (2)
Tehlikeli İlişkiler... (3)
Metin Abi

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Tamamlanmamış Sözcükler [Öykü]
Kırmızı araba [Öykü]
Hayatın Gizemi [Öykü]
Bir Ayrılık Valsi [Öykü]


irfan yıldız kimdir?

Kırmızı bir ayakkabı görüyorum Sonra pencere önünde uçuşan tül perde Hiç unutmam bir piyanoydu eminim Bir fincan kahve yanıbaşımda Uzun sürmüyor, çeviriyorum başımı

Etkilendiği Yazarlar:
Elbette bir kısmı...


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © irfan yıldız, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.