Ben bir öğretmen değil, bir uyandırıcıyım. -Robert Frost |
|
||||||||||
|
Haluk Yavuzer’in anne-babalara verdiği çocuk ve gençlik psikolojisi konferansındaydım. Yaklaşık 2 saat. Kaybedilmiş zaman. Bildiğim hikayenin tekrarı. Haksızlık etmiyeyim, yeni birşey de öğrendim: Cinsel organlarıyla fazla ilgilenenlerin sevgi yoksunluğu içinde oluşu yorumu örneğin. Başka? Neden bir insane kendini bu derece över. Egonun korkunç hakimiyeti. Soru-cevap bölümünde elimi kaldırdım, söz hakkı verseydi şunu soracaktım: Yaklaşık 2 saattir sizi dinliyoruz. Neden hiç gülmediniz? 3 ARALIK 2002 Bu bir takıntı kesin. Hiç durmadan ayakkabı alıyorum. Alamayacaksam da giriyor, bakıyor, inceliyorum. Ama gidişattan endişe duymaya başladım: Artık kadın (zenne) ayakkabılarına da ilgisiz kalamıyorum. Kadın ayakkabılarının sergilendiği vitrinde dakikalarca kendimden geçebiliyorum. Pis sapık. 5 ARALIK 2002 Mekanlar farklı ama insan aynı. En çok merak edilen konunun „Bugün yemekte ne var?“ sorusundan belli. Karın, kardeşten daha yakın, doğru. 8 ARALIK 2002 Kapıya en yakın yerden, ayakta odama bakıyorum. Sandalye, masa, yatak ve kitaplar. Yaşamımda istediğim tam da bu kadardı. Bu kadar az ve sade. Yapmam gereken tek şey kalıyor: Ortaçağ cizvit papazlarının enerjisiyle hiç durmadan çalışmak, çalışmak... 9 ARALIK 2002 İlkokul 3 ya da 4. sınıftayım. Misafirlikteyiz. Çok net hatırlıyorum, bir pazar akşamı. İçim sıkışıyor, yarın yine okul var. Kar bastırmış ve okullar tatil olmuş. Siyah-beyaz ekranın haberlerinde duyunca sevinçten soluğum kesiliyor. Ve şimdi. Öğretmenim. Dışarıda kar yağıyor. Ve aklımda hınzırlık: “Yarın okul tatil olur mu acaba?” 10 ARALIK 2002 Değerlerimizi rakamlar oluşturuyor: -Maaşın ne kadar? -Kaç yıllık tecrübelisin? -Fiyatı nedir bunun? -Kaç yaşındasın? -Basılı kaç kitabın var? -Hissen ne kadar? Rakamlar ne kadar büyükse değerler o kadar olumlu. 14 ARALIK 2002 Mimar Sinan’a küçüklüğümden bu yana nedenini bilmediğim bir hayranlığım var. Onu araştırmak için mutlaka zaman ayırmalıyım demişimdir kendime. Öğrencilerine, „eserlerinizde kuşlar için çıkıntılar yapın“ diyecek kadar ince düşünceli, bütüncül doğa insanı. Ama henüz mimar olmadan önce yaşadığı bir olay var: Balkanlarda savaş meydanı. Sinan’ın karşına metal korunaklı bir şövalye çıkar. Kendisine kılıç çekmiş bir halde gelen şövalye karşısında kilitlenir kalır. Arkadaşları Sinan diye bağırır ve Sinan rakibini öldürmek zorunda kalır. Şövalyenin başucuna çöker, kaskını başından çıkarır; gencecik bir yüz. Oturur, bu genç başı dizlerinin üzerine alır. O genç insan için bir yandan özür diler, bir yandan dua eder... Koca Sinan. İnsan. 15 ARALIK 2002 Yalnızlık, iç zenginliğini keşfetmek için inanılmaz bir fırsat. Ama o seni değil, sen onu tercih edeceksin. 17 ARALIK 2002 Bilinçaltımın espri anlayışı ne kadar da fakir. Uyandığımda, kimi zaman kendimi, gördüğüm bir rüyaya gülerken buluyorum ve gördüklerimi düşününce asla gülecek birşey bulamıyorum. 20 ARALIK 2002 Tahir M. Ceylan hocamın bu çağa özgü bir saptaması: „Bu çağ biraz değişik oldu, ahlak bitti, sevme bitti, kendini başkasına feda edişler bitti, bir değer uğruna yapılan savaşlar bitti, evet onlar bile bitti, çünkü insan bitti.“ Yani insanoğlu bir kez daha yenildi. 10 yıl sonra yeni bir Nuh Tufanı beklenebilir artık. 22 ARALIK 2002 Kendimi çözebilmem için sık sık çocukluğuma bakarım. Bir enstantene: Mahallede yirmiye yakın çocuğuz. Gün boyu oyun. Aralarında sessiz, gürültüsüz, ezik ben. Ama tutar da mağaraya gitmek istediğimizde, inanılmaz bir cesaret gelir; konserve kutusundan bozma meşaleyi kaptığım gibi en öne geçerim. Mahallenin liderleri, kavgacıları hep arkamdadır. En önde olmaya cesaret edemezler… İzleri bugün de taşıyorum : kalabalık içinde ne kadar kırılgan, yalnızken ne kadar güçlüyüm. 24 ARALIK 2002 Problem, problem… Birini çözüyor, diğeri yapışıyor yakama. Bir psikolog arkadaşım da yok ki sorayım. Neden nüfuzlu, kariyer yapmış kişilerle bir mekanı paylaşmaktansa sıradan insanlarla olmayı tercih ediyorum? Güçsüzden yanayım demek büyük yalan. Başka bir şey olmalı. Mesala: Güçlü kişilerin, bulundukları yeri haketmediklerini mi düşünüyorum? Bu yüzden mi bana bilgiçlik taslamarından kaçıyorum. İçimde narsizmim korkunç egemenliği mi hakim? Ya sıradan insanları tercih sebebim? Yoksa onların ezik oluşları, bana değer verir görünüşleri mi ruhumun bir taraflarını okşuyor? Neyin eksikliği bu, doyuramamışlığım ne içimde? Soru, soru, soru. Yok ki bir psikolog arkadaşım sorayım : Ben kimim? 25 ARALIK 2002 Öğretmenler odasının pencere önündeyim. Kalorifere yapışmış, dışarıda geziniyorum. Sessiz ortalık. Pencere önü okul bahçesi, ileride nadasa bırakılmış tarla. Uzaklarda kentin bir kısmı, arkada ise uçuk mavi dağlar. Dakikalardır böyle, uyuşmuş, kıpırtısızım. Tanrım, bu bir inişe geçiş. Heyecan bitti, bundan sonra böyle mi geçecek hayat. Kendimi iyi hissetmiyorum. Dinlediğim şarkılardan olabilir. 26 ARALIK 2002 Farkındayım. Bir süredir kitap okumalarım azaldı. Günde bir, hatta iki kitap okuduğum günleri özlüyorum. Şimdi haftada bir kitabı zor bitiriyorum. Ben kitabı, benim hayatım bana yetmediği için okuyorum. Okumam azaldığına göre çok mu renkli geçiyor günler? Hayır. Herşeyi çözdüm de ihtiyaç mı duymuyorum? Hayır. Okumalarım azaldı ve birçok hayatı kaybetmek üzereyim. 27 ARALIK 2002 Beni bir koltuğa bağlasalar, yıllarca orada oturur hiç şikayet etmezdim. 28 ARALIK 2002 Yeğeni TV ekranında program sunarken görmek bir tuhaf yaptı beni. ' Kimin izinden gidiyoruz, » demişti. Doğru, yıllarca süren radyo dünyası. Fakat yeğen radyodan sonra TV’ye transfer olunca beni geçti. Yüzü güzel, kamera sıcak. Düzeltilmesi gereken birkaç eksiklik var. Ama en önemlisi kıvrak bir dil için bol okuma. Bakalım eleştirilere açık mı? 30 ARALIK 2002 Tezgahta kırmızı don satıyorlar. Önünde üç kadın, fiyat soruyor. Ben bunun espri olduğunu sanırdım. Değilmiş. Bu üç kadın uğur getirsin diye yılbaşı gecesi kırmızı don giyecek. Giyecekler ve bekleyecekler. Belki bir gün şöyle söyleyecek bir kadın çıkar karşıma: „Beklemektense yürürüm.“ Üstelik donsuz olarak. 31 ARALIK 2002 Yarın yeni yıl. Büyük ihtimalle tarih atarken birkaç ay yanlışlık yapacağım. Geçen yıl neredeydim, kimlerleydim? Hatırlamıyorum. Farkı yok demek ki diğer günlerden. İki yılbaşı gecesini unutamıyorum ama. İlki çocukluğumdan. Teyzemin evinde kalabalık eşraf, tombala oynuyoruz. Anneler kazanmamız için hile bile yapıyorlar. Çaldımı sokaktan duyulan duvar saati gözlerimin önünde. Diğer yılbaşı gecesi gençlik yıllarımdan. Hakan’ın bir arkadaşının, benimse hiç tanımadığım evindeyiz. Ev sahibi yok nedense. Sıkıntı basıyor, sağı solu karıştırıyoruz. Porno dergiler çıkıyor bir yerlerden. Hepsi bu. Demek ki hiç bir yılbaşında farklı birşey olmamış. Ne güzel. Geç bilgisayar başına, sabaha kadar „strateji“ oyna. Beğenmedin, film seyret. Yaşasın monotonluk.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © irfan yıldız, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |