Deney, herkesin hatalarına verdiği addır. -Oscar Wilde |
|
||||||||||
|
“Ya baba git Allah’ını seversen!” Kafi gelmezdi. Gözlerimi açtığımda babamın yüzünde bir aile reisinde bulunan tüm izleri görürdüm. Seyrek saçları karmakarışık, gözleri ezik ezik olurdu. Yüzüne akseden Pazar sendromunu beni gıdıklayarak belli etmemeye çalışırdı. Burnuma gelen kokular hayatımın sonuna dek aklımdan çıkmayacaktı. Annemin Pazar tembelliğiyle içine tek tük yumurta kabuğu kaçırdığı melemenin kokusu, gece yarısından beri yıkayıp kaloriferlerin üstüne dizdiği çamaşırların mayhoş kokusu, bütün gece yağan yağmurun sokaklardan çalıp getirdiği toprak kokusu, çamaşır suyu kokusu... Oturma odasında gördüğüm manzara utanmaz arlanmaz bir günü anlatırdı sanki. Ortaya dağılmış köşe yastıkları, kenarda içine sigara külü dökülmüş portakal kabukları, zaten gri olan havayı iyice karamsarlaştıran kapalı perdeler, kurcalanmaktan bitap düşüp koltuğun altına sinmiş kumanda, içeriye dağılmış bayat çay kokusu coşkuyla yaşanmış bir Cumartesi gecesinin mirası olurdu. Sıra diğer görevlerine gelirdi Pazar gününün... Önce annemi ütü masasının başına tayin eder, evin küçük kızını da çalışma masasına okuldaki dengesiz resim öğretmeninin “İlle de yapacaksınız!” diye direttiği bir sürü boya israfı manzara resmini yapmak üzere gönderirdi. Malum günün vefalı dostu bulutlar onu hiç yalnız bırakmazdı. İçeriye yayılan ütü buharı her mobilyayı tek tek dolaşarak yukarılara yükselir fakat yetmiş iki model siyah-beyaz televizyonun yükselticisi bir türlü yükselmezdi. TRT’de bilmem kaçıncı yüzyılda başlayan ve hiç de sona ermek niyetinde olmayan eğlence programı “Pazar 94” yayına girerdi. Belki de bu yüzden Pazar gününü tek kelimeyle tanımlayın deseler hiç duraksamadan “Mustafa Yolaşan” derdim. Kanallar hızla değişir Show TV’de Malkoçoğlu kara şövalyeleri bir kılıç darbesiyle ikiye böler, Star’da, Banu Alkan yoldan geçenlere kaş göz ederdi. TGRT’de birtakım dağ, tepe, çiçek ve böcek görüntüleri eşliğinde hilal şeklinde dizilmiş birkaç amca ilahi söylerdi. İçimde ertesi günün ağır sorumlulukları, kulağımda İngilizcecinin canhıraş çığlıkları, müdür beyin tören konuşmaları birikir, son ana kadar yapılmayan Türkçe ödevi, müzik dersi sözlüleri, boyanmamış ayakkabılar ve bir türlü bulamadığım kravatım bana karşı düşmanca saldırıya geçerdi. Islak kaldırımlar, su sızdıran pencere, hava yapmış kalorifer, anasını satayım şu hiç çalamadığım şarkı ablamdan kalma sarı flütle... Hepsi o garip günün yalnız yabancılarıydı. Akşam üstümüze iyice çöktüğünde babamın bir köşede içi geçerdi. Kimse dışarı çıkmadığı için üzerimizde kalan pijamalar bizi tembelliğe sürükler, canlanmamıza izin vermezdi. Ütü dolaba girmeden, küller çöpe dökülmeden, pijamalar çekmeceye yerleşip perdeler açılmadan gitmezdi Pazar. Bulaşıkları yıkadıktan ve Mustafa Yolaşan’ ı evine gönderdikten sonra Pazartesi ile buluşmaya hazır olurduk. Pazardı. Biricik sendromumdu benim.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © bahadır cüneyt yalçın, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |