Eğer bir kelebeği sevebiliyorsak, tırtıllara da değer vermemiz gerekir. -Antonie de Saint-Exupery |
|
||||||||||
|
Bizim yazınımız sözlüydü. Diğer toplumların ilkel dönemlerinde olduğu gibi. Önce halk yazını vardı. Zamanla elitler halktan koptu. Kendilerini sırça köşklere hapsettiler. Vampirleşip kitlelerin kanını emerek yaşam sürdüler. Zamanla kitleler bilinçlendi. Sağduyu egemen oldu. Asalaklar ve vampirler her keresinde başkalaşarak kan emmeye devam ettiler. Ne yaptılarsa, ne denli dalaverelerini geliştirdilerse de sonunda hep sağduyu kazandı. Gene sağduyu kazandı. Gene sağduyu kazanacak.. Din ve iktidar nerdeyse tek elden yönetilirdi. Yöneten halkın dinini de belirler, üstelik dini lideri de olurdu çoğu kere. Bizim de tarih geleneğimizde var. Hele ortaduğulu olup da Arap kültür baskısına girdikten sonra, iyiden iyiye bu olgu kemikleşti. Osmanlı’nın hilafet aşkı da buna bağlı olmalı. Uzak Asya’da, Afrika’da, kim bilir daha nerelerde büyücüler, din adamları, rahipler (her ne kadar etkilemiş olsalar da) reis yani yönetimin başı olmamışlar. Ortadoğu’da ise göksel din kurucularından peygamber İsa var, diğerleri gibi hükümdar, komutan olmayan veya bu şansı yakalayamayan. Yazın (edebiyat) sözlü başladı. Destanlar, masallar, şiirler, türküler… Farklılık, değişim ve gelişme (*evrim* sözcüğünü bilerek kullanmıyorum) yaratılışın özüdür. Her şey bir diğerinden farklı. Sürekli değişim, evinim-devinim. Sürekli gelişme (bazen de gerileme), değişim; kendi akışında olursa evrim, zorlamayla olursa devrim. Yazılı yazına (yazın sözcüğünü edebiyat yerine kullanıyoruz ama sanki oturmadı) geçişimiz geç oldu. Değişik dinlere, değişik kültürlere, değişik alfabelere tosladık değişik coğrafyalarda. Şimdi bile çevremiz alfabe dolu. Slav alfabesi, Grek alfabesi, Georgian alfabesi, Latin alfabesi Arap alfabeleri, Musa alfabesi… Biz bunların arasına sıkışmışken, koca Amerika kıtasında tek alfabe var. Yeniliğe hevesliyizdir. Hala öyle değil mi. Baksanıza arap hala arap, hindu hala hindu, çinli hala çinli. Biz habire aranıyoruz. Yazıya geç başlayınca, dilimizin yazılışını yeterince insanımıza öğretemedik. Hala çok sözcük yanlış yazılır. Halk tarafından farklı farklı söylenir. Çocukluğumuzda bize cinlerden, perilerden, şeytandan, meleklerden o kadar çok bahsederlerdi ki, rüyalarımız bile bunlarla süslenirdi. Hepsi çoğul da şeytan neden tek/il/dir bilir misiniz? M.S. VI. Yüzyıl sonrası, arap ve acem kavimler öylesine kapışmışlar ki; makam hırsı ve çekememezlikler, kabile öğretisinin farklı kavimlerin yaşamına uymaması birçok İslam mezhebinin oluşmasına yol açmış. Bunlardan biri daha eski inançlardan alıntılarla ve kuran ayetlerinden bazılarını kendince yorumlayarak; Allah’ı diğer mezheplerden daha yüceltmek istemiş. Allah’ın kötülüğü buyuracağını, kötülüğe izin vereceğini kabul etmemiş. Bu görevi şeytana yükleyerek Allah’ın saffetini korumak istemiş. Bu durumda iyi ve kötünün olduğu alemde, (ayetlerde şiddetli bir yordamla uyarılmasına karşın) Allah’ın kötü karşıtı olarak şeytan da tek olarak kültürde yerini almış. Çin’le cin’i ilişkili sanıyordum koca adam olana kadar. Bu bende öyle bir etki yarattı ki, hala Çin devletine ve Çinlilere karşı bir tuhafım. Her an bir sürprizle karşılaşma beklentim olur. Gerçi memleketlerinde ve onlarla bir arada olduğum zaman böyle duygularım olmadı. Bizler gibi insanmış onlar da. Hatta batılılardan daha çok benzeriz onlara. Öyle ya ne maceralarımız oldu bir zamanlar. Gelinlerimiz, hatunlarımız oldu çinli kızlardan, prenseslerden. Bizim isim babamız bile oldular. Yazını yaygınlaştırırsak, hatalar azalacaktır. Çin de, cin de haddini bilecektir. Yazını yaygınlaştırırsak kültür homojenleşecektir. Yarar ve amaç birlikteliğinin değeri anlaşılacaktır. Böylece modern sosyolojide toplum olma koşulları sağlanacaktır. Böylece insanları bir arada tutmak için din ve ırk benzerliğinin demode olduğu, işlevini yitirdiği anlaşılacaktır. Siyaset rasyonelleşecek, kavga ve sömürü bitecektir. Bir gazete haberi; *Erkek arkadaş ilanı veren Çinli kız, ummadığı bir izdihama sebebolmuş. Binlerce genç akın etmiş randevu yerine. Oysa beğenilmediğinden, arkadaşı olmadığından şikayetçiymiş bu kız.* İlginç. Bu ilan verilene kadar neredeydi binlerce kadınsız erkek. Neden kızcağız karşı cinsten bir arkadaş bulamamış. Sanırım kültür. Sanırım etik. Sanırım mahalle baskısı. Öyle ya ne de olsa doğulu. Hem de Ortadoğu değil Uzakdoğu. Çin devleti başbakanı dünya basınına açıklıyor: -Dış alım arttı. -Dış satım azaldı. -Diş ticaret fazlası 102 milyar dolara geriledi. (102 milyar fazla hala) Çin devleti başbakanı açıklıyor: -Biz gelişmemizi, başkalarına hegemonya kurarak yapmayacağız. Çin devleti başbakanı açıklıyor: -Ekonomik gelişmemize devam edeceğiz. Şankay, Pekin gibi yoğun merkezlerdeki gelişme, gelişme sayılmaz, gelişmeyi bütün yurda yaydığımız zaman gelişmiş olacağız. Biz bunu 700 yıldır akıl edemedik. Ve Çin devleti başbakanı dünya basınına açıklıyor: -Kültürel gelişmemiz uzun zaman ister, YÜZYILLAR alabilir. Biz bunu idrak edemedik bile. Demek o ki; en azından bir yüz yıl daha Çinli gençler karşı cinsten mahrum yaşayacak. Geleneklerine bağlı toplumlarda değişim kolay olmuyor, ama temeller sağlam oluyor, sarsıntılar az oluyor. Süreğenlik insanların daha az zahmetle daha konforlu ve kaliteli yaşamalarını sağlıyor. Kıssadan hisse: Bizler her ne kadar değişikliklere kolay uyan insanlarız desek de. Bu doğru değil. Doğru olan bizim meraklı oluşumuzdur. Merak ederiz, üşüşürüz, konuya tepeden dalarız, hatta deneriz. Evet deneriz. Başlarız. Hevesimizi alır kenara atarız. Ama kılıç zoru olsa da özümüzden geçmeyiz. Toplumsal yıpranmalar, aşınmalar, melezleşmeler, piçleşmeler, yaralar, darbeler, bereler olur elbette. Binlerce yıllık yapı taşlarımızı; bunun üzerine bindirilen bin üç yüz yıllık İslam (Arap) şekillenmişliğini, zamanın en lojik veya bizi mutlu edecek kültür katmanına uyarlamak, öyle birkaç onyılda olacak şey değil. Demem o ki: Yapılacakların semeresini almaya ömrünün yetmeyeceğini bilmek seni üzmeyecek. Uzun zamana yayacaksın, sen başlayacaksın sonraki nesil devam edecek. Her birey sıvada bir kum tanesi olmayı kabullenecek. Ömrünü kaliteli geçirmeye özen gösterirken,- yarınlara- senden sonrasına hazırlık yapacaksın. Tufeyli yaşam yaratılışta yok. Eğer olsaydı yaratılışta analık içgüdüsü olmazdı. Alınan her nefesin ödenecek bedeli vardır. Emeksiz ekmek yiyenler, sahiboldukları, yararlandıklarının karşılığını vermeyenler, hak ettiğinden fazlasına göz koyanlar toplumun pislikleridirler. İnsanlık düşmanıdırlar. Saygılar i.durmuş
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © İbrahim DURMUŞ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |