İnsanların arasında yaşadığımız sürece, onları sevelim. -Andre Gide |
|
||||||||||
|
Şarabı çok kaçırınca görünmez oluyorum. Canımı çok acıtıyor bu hal. Bana sorun değil. Bu adada bir başımayım, kimse yok. Bir ben, bir köpek, birkaç ördek var baraka önünde, bazen de martılar uğrarlar yanıma. Ne var ki bu yaşlı beden görünmez olmayı kaldırmaz artık. Sağıla sağıla solmuş memeye süt, adaya kum, deli divane koşan atın yelelerine rüzgar olasım var hala. Olasım var ama hal kalmadı. Her gece peşimi bırakmayan hayaller beynimi kemire kemire parça pinçik oldu içim. İliğimi sömürüyor; beni, bu koca adamı anırtacak kadar acı çektiriyor, etimi sıyıra sıyıra beni soyup görünmez kılıyor. Dünya üzerindeki tek hayalet benim. Sevgilimi görecek kıvama geldiğim an acıyı söküp atıyor vücud. Sevgilimi görür görmez her şeyi bir yana bırakmak, unutuvermek ne mutluluk! Neler görmek var bana? Şarap bir yana, ben, yıldızdan yollar gökyüzünde, adaya aşık dalgalar olunca neler görmem ki! Derinlerden başını çıkarıp yıldızları avuçlayan deniz analarının arasında, sevgilim o güzel kırmızı şapkasıyla gelip etrafımda dolanmaya başlayınca, uzun, kömür saçlarıyla beni sarıp eskiden kurduğumuz onca hayali bana fısıldayınca, benim için yalnızlığa ve kin dolu deliliğin karanlığına hapsolmak bir bedelse sonuna kadar çekerim. Gerçek, eskileri dosdoğru gördüğümdü. O zamanlar ada, köpek, yıldız, örümcek yoktu, gerçek vardı. Dosdoğru önümde bana bakardı. Ben yalnız değildim o zaman. Yalnızlık ikimizindi. Sevgilim gel gene ben hayalete dönünce, gel fısılda geçmişi, aksın içimden şarap da yıldızlar da, delilik de, karanlığı da. Az sonra Ölmek var Ne var ki Beni Bensiz koduğun Yıllar gibi Ölüme de Hapsolmak var Yalnızlığım bu akşam bana dönüşecek. Bu sefer o beni dürtükleyip rahatsız edemez, ben onu hapsedeceğim sonluluğuma. Ölüm bitişim olacak olmasına ya, gerçek de bana uyacak bu sefer. Ben kazanacağım, yıldız yoluna, köpeğe, şaraba, sana veda edeceğim ey gerçek. Gerçek benimle biter. Gök çığlık çığlığa! Güneşi doğuruyor, bana doğru açmış bacaklarını sapsarı bir günün başı çıkmış. Ben örümceğin gölgesine sığınıyorum, gözümü alıyor çünkü. Serbest kalmak istiyorum, zaman beni sınırlamasın, şu beden çabuk eskisin. Hadi! Hadi! Hadi bre! Barakama dönüyorum, içeriden bir kalem, tomarla kağıt alıyorum. Barakanın bitişiğindeki kayalıklara oturuyorum. Dalgalar kayalara vuruyor da vuruyor, sersem rüzgar kulağımı gıdıklıyor, saçlarım almış başını yürüyor, parmaklarım yerinden çıkıyor, kalemi tutan elim denizdeki tuzu yalayıp kağıtları tüketene kadar yazıyor. Hırsla, kağıdı parçalayacak gibi yazıyorum. Bitince gözlerim kırmızı görüyor her şeyi. Kıpkırmızı her yer. Parmağımla yokluyorum gözlerimi, kanamıyor. Kırmızıdan yavaşça has rengine dönüyor ortalık, azıcık daha aydınlanıyor. Bir taka yanaşıyor yanıma. Uzaktan şarkısını söylüyor: taka da taka taka da taka. Göbek atıyor taka. Göbek ata ata, kollarını kaldırmış oynaya oynaya geliyor yanıma. Nasıl kahkaha atmam. Geberene kadar, çatlayana kadar gülmem mi hiç! Kim gülmez! Omzuma bir el dokunuyor. Yalçın bu! Bana garip bakıyor, ben de ona. Gülmem mi hiç kim gülmez! Taka dans eder mi? Elinde torba, içinde tas tas yemekle. Şarap şişeleri diğer torbada. Birkaç kitabı da çantasından çıkarıyor. Hatırlıyor gibiyim bu kitapları eski zamanlardan. Kelimelerini sevip okşamıştım sanki daha evvel bu çocukların. Yalçın yanaşıyor yanıma, korkar gibi, sonra sarılıyor sımsıkı. Bana garip bakıyor, ben de ona. Dudaklarım oynamaya başlıyor, duyamıyorum. Duyamıyorum. Emin değilim, dudaklarım oynuyor, ben konuşuyor muyum? Ellerimle yokluyorum, oynuyorlar.Ağzımı kapıyorum, durdurmak imkansız. Çarkları yeni yağlanmış makine gibi istisnasız çalışıyor. Benim istediğim kelimeyi söylesin, ne komut verirsem onu yapsın istiyorum. O an yıllar evvel ki davamızı hatırlıyorum. Onların bize yapmak istediğini ben dudaklarıma yapmak; onları keyfime göre çalıştırmak istediğimi fark ediyorum. Bağırmaktan vazgeçmek var. Dudaklarım! Konuşmaya devam. Bana garip bakıyor, ben de ona. Yalçın neden dudaklarımı durdurmak istemediğimi bilse beni desteklerdi, eskiden olduğu gibi. Yalçın gidiyor. Takaya binip geri yollanıyor. Bu kez taka göbek atmıyor. Gülmüyorum. Uykum var. Uyumak güzel, rüya görmeli! Sepet dolusu elma var önümde. Kıpkırmızı, sevgilimin şapkası gibi ve can alıcı! Hangi elmayı elime alsam acı acı tadı. Hepsinin ortası bozuk, kapkara. Üstünden üstünden yiyorum. Azıcık fazla ısırsam elmayı, midemi bulandırıyor. Ama neden yemeye devam? Tadı kan gibi. Elmalar dolgun. Sepeti koluma takıp adayı dolaşıyorum. Avuç içi kadar zaten üstüne tünediğim şu ada, iki adımda bitiyor. Arka sahile varıyorum. Kuzey yününde rüzgar körüklü. Denize vuran kırmızı bir noktacık görüyorum te uzaktan. Koşa koşa gidiyorum. Görelim hele neyin nesi şu kırmızı. Sevgilimin şapkası... Kıpkırmızı, kan gibi. Burada! Bakınıyorum. Adanın her yerinde arıyorum onu, çalıların arasına, kümese, köpeğin dişlerinin arasına, örümceğin üstüne bakıyorum. Yok. Yok. Ben yokken Sen hiç yokken Biz hep vardık Diyiversem ya! Bağırıyorum sütlü şiiri. Şapkanın yanına geri dönüyorum. Adanın tepelerinden kan yürümüş gelmiş şapkanın yanına kadar. Çığlık atarak uyanmak var. Çok şükür, bu uyanıklık, öteki rüya, çok şükür. Keşke... Ben o bayram gününde daha erken görmeyeydim kara silah namlularını, saklanamazdım. Saklanamasaydım... Ölmüştüm. Sevgilim gibi... O güzel, ışıl ışıl toplulukta, o tatlı günde... Girdim yokuşa, avazımın çıktığı kadar bağırdım! KAÇIN DOSTLAR! Güç bela kapı eşiğinden girdim, kırmızı şapka aradı gözlerim, o hengamede nasıl bulmalı onu? Herkes kaçıştı, kaçmak kaç kişinin şansı? Herkes hedef olunca, her hedefe ayrı namlu kiralanınca... Kurşunla yıkanan bedenler bir bir yuvarlandı yokuş aşağı gözümün önünde. Kırmızı şapka aradı gözlerim. Eşikten uzanıp bakamadım. Baktığım küçücük bir delik vardı. Bir kırmızı şapka uçtu kapı önüne, bir de uzun siyah saçlar hemen dibinde. Kan kıpkırmızı şapkanın iki yanından aktı gitti yokuş aşağı. Kapa gözlerini, kapa, sakın ola açmayasın. Masanın üstünde sızmışken şarap devrilmiş bitişiğimde. Sevgilimin kanı gibi akıyor. Bacaklarım, kolum, saçlarımdan damla damla aksın bakalım. Gök rengini bulmakta gene. Hangi sabah bu? Dünkü mü? Kafam karıştı. Sabah oluyor bak. Yazdıklarım sona ersin. Kağıtları kayalıkların ucundan denize salacağım, azad etmeli. Ben gibi düşüncelerim de hür olmalı. Bir kereceik olsun özgür düşüneyim. Dile gelsin kağıtlar, yıllarım, aşkım, gençliğim, savunduklarım, düşüncelerim. Tuzlu suya bulansınlar belki tat bulurlar. Bense kayalıkların hemen bitişiğindeki küçük çardakta sallanacağım karanlığa kadar. Hadi gel al nefesimi.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © deniz tarsus, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |