640K bellek herkese yetmelidir. -Bill Gates, 1981 |
|
||||||||||
|
Türkiye’de yaşayan insanlarımızın bir çoğunun yada yakın akrabasının akrabası Gurbettedir. Yıllardır gurbetten vatanı özlemişlerdir. Özleyerek bir nebze olsa da Hasretliklerini, özlemlerini, yılın bir ayında kullanarak izinlerini geçirmektelerdir. Kimisi anasıyla, babasıyla, çocuklarıyla, eşiyle hasretlerini giderirken, kimileri de izin parası biriktiremeden izinlerini ertelemişlerdir. Zor şartlar altında çalışarak aldıkları maaş geliri, gideri bellidir. Birde aileden tek kişiyse çalışan hayat, daha da zordur. Bu zorluk karşısında izin yapamaz hale gelir. 3-5 yılda bir memlekete gider, o şartlarda birikimi olursa, kültüründen komşuluk ilişkisi, köy kasabadaki yaşamın farklılığını yaşayarak, çocuklara sağlayamadığımız yurdumuzun yaşantısından kopuk yaşatarak saat gibi çalışarak, yılları gerilerde bırakılıyor. Babadan oğula, oğuldan oğula geçerek ömür geçiyor, makine gibi dünyada dengeler değişirken, değişen düzende vatanın özlemi kor gibi yanıyor, alev alev ki sönmüyor. Albümlere bakarak anılar tazeleniyor, Bir gün geliyor hayattan çok sevdiğimiz birini kayıp edebiliyoruz. Memlekette yol parası bulamayıp gidemeyenler oluyor yada o zaman uçak bulamıyor, ertesi güne erteleniyor yolculuk. Cenaze varmış uzaktan yakını gelecekmiş. Kiminin umurunda 24 saat içinde Yakını, akrabası gelmeden defnediliyor. Bu ne acele? Bir yere mi yetişilecek? Bekletilmeden, soğuk; yüzünü gösterilmeden gömülüyor. Morg denen bir soğutucu var. Üç gün bekletilse ne olacak? Cenaze günah mı? Günah olduğuna dair bir yazı var mı? Yakınları gelmeden gömün diyemi emredilmiş? Bu ne cahillik? Bu ne sorumsuzluk? Gurbette yaşıyor, zor koşular altında birde o cenazeye kavuşamama var. Karşılaştıkları Sorunlar, bürokratik işler ve sıkıntılar… Hamit; İşte çalışıyordu öğrenciydi işe başlayalı birkaç saat olmuştu Çiğdem, babasının çalıştığı iş yerini aradı. Telefona çıkan sekretere acilen babasının çalıştığı kısıma bağlamasını istedi. Bir kaç dakika sonra babası telefona geldi. Çiğdem; Alo alo! ! ! Baba! ! ! Ben çiğdem. Hamit; Ne var kızım? Çiğdem; Baba Hamit; Buyur kızım Çiğdem; Şey baba Hamit; Ne oldu kızım söyle Çiğdem; Baba, köyden halam aradı. Babaannem hastalanmış. Senin Türkiye’ye gelmeni söylememi istedi. Hamit; Evet babaannene bir şey mi olmuş kızım? Çiğdem; Hastalandığını söyledi. Hastaneye kaldırmışlar. Seni istediler baba. Hamit telefonu kapatır yüreğine bir acı korku düşer, gözleri doludur ama beli etmemeye çalışır. Mazlum; Almancası çok iyidir Hamit; mazluma seslenir, yanına çağırır. Telefonda konuştuklarını anlatır. Birlikte kısım şefinin yanına gitmeyi teklif eder. Hamit’in yeterli kadar Almancası yoktur. Çat pat bilmektedir. Almanca’yı uzun zaman Almanya’da yaşamasına rağmen, yinede yetersizdir. Öğrenmeme nedeni de, Almanca’yı Türkçe dilini ve kültürünü unutacağını Zanneder. Bunu yıllar geçtikçe farkına varır. Bilseydim daha önce öğrenirdim der. Her bir işine eşi, dostu tanıdıkları koşmuştur… Mazlum; durumu kısım şefine anlatır. Hamit arkadaşın acilen Türkiye’ye gitmesini anlatır. Şef Hans: Bay Mazlum; Ben üste bildirmem gerek. Bu yıl bay Hamit izini kullanmıştır. Memleketinden geleli de bir kaç ay olmuştur. Söz konusu annesi ki, o zaman bir beş dakika bekleyiniz. Mazlum; Hamit abi, bir kaç dakika bekleyeceğiz der. Şefin söylediklerini aktarır. Aradan bir beş on Dakka geçer şef gelir. Bay Hamit’e izin veriyoruz. Yalnızca bir haftayı geçirmesin. Söz konusu annesi… Geç geldiğiniz taktirde işten atılma riskiniz var.Çalıştığınız makineyi yalnızca siz ve izinde olan arkadaşınız biliyor. Ben bir hafta idare ederim. Gelişmelerden bizim firmayı arayıp haberdar ederseniz. Memnun oluruz Hamit bey…. Mazlum: Şefin söylediklerini Türkçe’ye çevirerek bir bir anlatır. Hayırlı yolculuklar diler… Hamit; sağ ol der ve firmadan koşar adımlarla çıkar… Hamit; Eve gelir, bir telaş içinde evdekilerin yüzleri ve gözleri endişeli bakışlarla baktığını görür. Hemen uçak şirketini arar. Akşama uçak olup olmadığını sorar. Hasan: Hamit bey şu an uçağımızda hiç boş yer yok. Gece geç saatte var bir de, sabah erken uçağımız var. İsterseniz yerinizi ayırtayım. Hamit; Tamam Hasan bey. Bize iki kişilik yer ayırtınız. Hasan; Tamam Hamit bey. Yeriniz ayırtılmıştır. Hamit; Telefonu kapatır, köyünü arar. Uzun uzun çalmaya başlar. Kaldıran olmaz telefonu ikinci kez yeniden numarayı çevirir. Köyü düşer. Zarife; Alô alô buyurun. Hamit; Kızım ben Hamit dayın. Babanlara söyle, akşam uçağa biniyoruz. Öğlene kalmaz köyde oluruz. Annem nasıl? Nerede şu an? Zarife; Hamit dayı. Anneannem ahırda süt sağıyormuş. İnek tekmelemiş, başına vurmuş. Babamlar hastaneye götürdüler. Şuan hastanedeler. Bir haber gelmedi. Annemde hastanede. Gelince babama söylerim dayı. Hamit; Kızım Çiğdem. Kardeşin Ömer ile kalacaksın burada. Bir haftalığına gidip geleceğiz. Babaanneni ziyaret edeceğiz. Bir şey olursa komşularımız ilgilenir. Çiğdem 17 yeni basmış genç kızdır. Ömer; 13 yaşındadır. Hamit; Annesini düşünür. Yol boyu otobüste bu yılda hep iznini köyde geçirmiştir. Tatille bile gitmemiştir. Annesine çok düşkündü ve yangındı hayli yaşlıydı. Hesap yapıyordu kafasından 80 küsür var diyordu. Yaşı içinden yollar uzadıkça uzuyordu. 5-6 saatleri kalmıştı köyüne. Yanında oturan koltuktaki eşi Sunaya döndü. Suna uyuyordu. Başında omzuna koymuştu. Eşine uzun uzun bakmaya başladı gözleriyle. Olduğu yerden bir irkildi, kalktı, oturdu. Otobüs yan yatmıştı ama sürükleniyordu. Uçuruma doğru bağrık çığlıklar, otobüsün içinde kıyamet kopmuştu. Uzun bir müddet kendine gelemedi. Kendine geldiğinde kendini derenin yamacında buldu. Eli yüzü kan içinde kalmıştı. Camdan dışarı uçmuştu. Eşi Sunaya bakınmaya başladı. Elleriyle dokunuyordu çevresindeki yerlere… Mahşer, kıyamet yeriydi. Gözlerini araladıkça çocuk sesleri, yerde yatanları görmüştü. 5-10 kişi koşuşturuyordu. Yakınlarını arıyordu. Otobüse baktı. Otobüsün yarısı suyun içine gömülmüştü. Yarısı da dışında kalmıştı. Dere akıyordu. Yolun kenarına birikmiş insanlar maç seyreder gibi olanı biteni seyrediyordu. İçlerinden yardım edenlerde vardı. Sunayı arıyordu gözleri… Cesetleri çıkarıyorlardı otobüsten. Vatandaşlar ölüleri sayıyordu. Biri oradan ölü 18 diye bağırıyordu. Üstü örtülmüş, gazete kağıtlarıyla gözü ona takıldı. Yaklaştıkça rüzgarın gazeteleri hafif hafif kaldırmasıyla eşin giysilerini üzerinde gördü. Koşar adımlarla Sunaya sarıldı kollarına aldı. Ağlayarak dağlar yıkılıyordu. Sunasını kaybetmişti annesinin yanına giderken… Haber köye tez ulaşmıştı. Köylüler yakın akrabaları yola düşmüştü. Ambulanslar vızır vızır öterek, hastaneye cesetleri, yaralıları taşıyordu. Eşinden ayrılamadı. Bırakmak istemedi eşini.. Morga kaldırmışlardı Sunasını. Köyde kalanlar da Hamit’in gelmesini beklemeden annesini toprağa vermişlerdi bile. Ramazan; Hamit dedi. Hamit; yanındakinin eniştesi Ramazan olduğunu anladı. Sarılarak ağlamaya başladılar. Hamit annesini bile soramadı Ramazana. Ramazan sessiz bir şekilde ağlayarak; İçi içini yiyordur. Nasıl söyleyebilirdi kaynanasını gömdüklerini. Sunanın acısı vardı. Bir günde böyle geçiyordu eşinin cenazesini aldı. Akşama doğru köye yaklaştılar. Ağıt sesi geliyordu. Hamit sandı ki Suna için yakılıyordu bu ağıtlar. Nerden bilsin annesi ve Suna için yakıldığını… Sesler çoğaldıkça, ağıtlarda anlaşılıyordu. AĞIT Bak kimler geldi yanına Oğlun sunayı getirdi Suna gelin suna gelin ……..Uyan suna gelin uyan ……Şekibe gel buna dayan Şekibemiz oldu toprak Gayri daldan düştü yaprak Gelin kaynana bir yatak Yatsınlar suna gelin …………Uyan suna gelin uyan …………Şekibe gel buna dayan Hamit düşermiş yollara Haylı sitemli yıllara Şekibe yetmedi onlara Öksüz koydu suna gelin ………Uyan suna gelin uyan ……..Şekibe gel buna dayan Hamittin babası da kalp krizinden ölmüştü. Babasının babası da kalpten gitmişti. Öldükleri yaşları 40 ile 50 arasındaydı. Hamit o yaşlardaydı. Kapının eşiğine iyice yaklaştı. Çığlık sesi koptu. Kız kardeşi de Sunanın öldüğünü bilmiyordu. Hamitin boynuna sarıldı. Anamızı kaybettik demeye kalmadı, Hamit olduğu yere yığıldı. Dışarıda da Sunanın cesedi vardı. Metropol şehirlerde görüyoruz. 5 gün cenazeyi geç gömüyorlar. Bu uygulama neden köylerde Türkiye’nin bölgelerinde uygulanmıyor. Birde morgsuz o kadar köy hatta kasaba bile var. Diyanet devletin bu işten sorumlu bir bakanı neden ilgilenmiyor? Gurbetten vatana özlemimiz büyük. Bir de cenazemize yetişemeden gömülüyor. O daha büyük hasretlik acısı. Gurbetçiler bunu hak etmiyor. Kimsede hak etmez bu durumu. Yönetim eksikliğini bu eksiklik karşısında, zararı yitirmeyi neden gurbetçiler görür? Yusuf Ter 19.02.07 Saat 02.05 İsviçre
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Yusuf Ter, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |