İnsanlığı tanımak insanları teker teker tanımaktan kolaydır. -La Rochefoucauld |
|
||||||||||
|
hayat kırılarak yaşanmaya mecbur kılıyor kendini, göz kapaklarına ağır gelen yaşları kurutan bir yaşam yorgununu oynuyor şimdi bu kentin bütün sarhoşları, ve içki şişelerindeki boşluğa denk düşmüyor acıtan boşluğu hiçbir ayrılığın… köşe başlarında dayak yemiş küskünlükleriyle hayatı ıskalayan düş bekçileri, başkalarının masallarına tutunmaya çalışıyorlar; bu kent hayatın bir masal olmadığını haykırıyor oysa kendini kandırıyor insanlarını inandırmışken kendi masalına… sonbahara ihanet eden bir eylül şair susmaları doğuruyor yalnızca kalın kitapların avutabileceği, içimde korkulara yatırılmış bir çocuk korkum oluyor büyümesin diye. yaşından büyük cümlelere yetişemiyor yaşı, ve hayat bir mevsim daha koyuyor yaşıyla yaşadıkları arasına… birden cümlelerindeki nefrete ters düşen bir şair oluyorum bütün nefretleri üstüme çekip yalnızlaşarak çoğalıyorum yalnızlığıma… mevsimsiz hüzünlerle kentin iç(ler)inden dönüyorum, kendilerini bir filmin repliğinde unutan yeniyetme yürekler, makyajı akan sözleriyle kahramanlığa soyunuyorlar… ve kırmızı ruj artık kan tadı vermeye başlıyor gülüşü alıntı kadınların dudağında… çarşılarda bıraktığım bir el omuz başımda nöbet tutuyor zamana… zamanla aşılmıyor oysa aşarım dediğim hiçbir şey olan aşka oluyor yine haklı haksız kavgasında… sığlığında boğulduğum dostluklar kalleşçe yanılgılara gebe kalıyor zihnimde, hiçbirine kızmıyorum kızgın küfürler çarparlarken haklı sözlerime… düş kırıklıklarıyla perçinlenmiş hayatımı, ümidi kesik beklentilere sarıyorum bir kadının git deyişini duymuyorum hiç gel deyişini duymadığım gibi… düşlerimde hala isimsiz şehirler taşımaya devam ediyorum, bir aşkın gülünecek haline ağlıyorum sus vermeden hıçkırığıma… ben gülemezken hayata olur da hayat gülerse yüzüme diye Haliç’te beklettiğim gülüşüm geliyor aklıma… bir kadının nedensiz susuşu ezberimi dolduruyor, susmayı bile beceremiyorum… ayrılığın vebali sarmışken boynunu son bir kez sarılmak istiyor bedenime, kollarım devrik bir enkaza hükümlü kalıyor hükümsüzce sarmalıyor henüz yıkımından habersiz cesedi bedenimi… yanağımda ürkek bir öpüş can veriyor gitme diye, ben can veriyorum bir tren çığlığında… ellerine diken batmış bir çocuğu hatırlatıyor ellerimden kaçan elleriyle, ve gittikçe uzaklarıma düşürüyor rüzgar kaçağı saçlarını… belki de geçtiğim hiçbir istasyondaki özlemler bu denli batmıyor içime… kaç vapur kaç motor geçiyor binemiyor gidemiyor bir türlü, yüreğine yumruk yedirtecek bir suç, yer yarılmaz bir gerçek oluyor ayrılık, bense inkarımın çakıl taşlarını topluyorum beynimden, yüreğime tezattır hükmü diyorum hükümsüz bir ayrılığın, ve beni ona getiren on dokuz istasyonda yeniden yaşıyorum ayrılığı hiç yaşanmamış gibi… - orhan karın -
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © orhan karın, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |