Yüz kişinin içinde aşık, gökte yıldızlar arasında parıldayan ay gibi belli olur. -Mevlana |
|
||||||||||
|
Yönetmen : Danny Boyle Senaryo : Irvine Welsh, John Hodge Oyuncular : Ewan McGregor, Robert Carlyle, Ewen Bremmer, Jonny Lee Miller, Kelly Macdonald Yapımcı : Andrew Macdonald Görüntü Yönetmeni : Brian Tufano Müzik : Iggy Pop, Brian Eno Yapım Yılı: 1996 “Hayatı seç. Bir meslek seç. Bir kariyer seç. Kocaman b.ktan bir televizyon seç. Otomatik çamaşır makinelerini, arabaları cd çalarları ve elektrikli konserve açacaklarını seç. Sağlıklı olmayı, düşük kolesterolü ve diş sigortanı seç. Geri ödemesi en az olan banka faizini seç. Ufacık bir ev seç. Arkadaşlarını seç. İyi bir tatili ve bavulu akıllıca doldurmayı seç. Üç odalı evini en güzel kumaşlarla donatmayı seç. Kendi işini kendin görmeyi ve Pazar sabahı ne b.k olduğunu düşünmeyi seç. Beyni uyuşturan, ruhunu ezen şov programlarını seyrederken, b.ktan yiyeceklerle tıkınacağın televizyon karşısındaki koltuğunu seç. Sonunda da, sefil bir evde yalnız başına geberip giderken, yerini, senin yerine geçmek için, seni kandıran bencil i.nelere bırakmayı seç. Çürüyüp gitmeyi ve yetiştirdiğin gerzek veletlere rezil olacak biçimde kendi altına etmeyi seç. Geleceği seç. Hayatı seç... Ama ben neden böyle bir şey yapmayı isteyeyim ki? Ben hayatı seçmemeyi seçiyorum. Ben başka bir şeyi seçiyorum. Sebep ne mi? Sebep falan yok. Eroini aldıktan sonra sebeplere neden ihtiyaç duyasın ki?” Mark Renton (Ewan McGregor), Sick Boy(Jonny Lee Miller), Tommy(Kevin McKidd), Spud(Ewen Bremner), Francis Begbie(Robert Carlyle), adlı beş İskoç gencinin yaşadığı kötü ruhlu ve çaresizce üzücü kara mizahi film Mark Renton’ın bu repliğiyle başlıyor ve bize eroinmanların, alkoliklerin, umutsuzların, kısaca kaybedenlerin uğrak yeri olan gettolarında cehennem turu yaptırıyor. Yakışıklı, karizmatik, narsist, bencil, Sean Connery aşığı Sick Boy, “Kişilik, dostlukların ömür boyu devam etmesini sağlayan şeydir, tıpkı eroin gibi” diyen bir bağımlı; öyle ki Sean Connery’nin oynadığı yedi Bond filminin beşini bir çırpıda sayıyor. Sick Boy’a göre en iyi Bond filmi Thunderball daha sonra Dr. No daha sonra Gold Finger geliyor. Diamonds are Forever en kötü hasılatı yapanı, You Only Live Twice hangi yılda çevrilmiş, kaç dakika sürüyor, senaryo yazarının kim olduğuna dair anında bir diyalog kurabilecek kadar da bilgili ama buna rağmen Mark’ın cahil bulduğu bir takıntılı. Tommy, Mark’ın çocukluk arkadaşı, daima dürüst, daima sportmen, sevgilisiyle sevişirken, daha önceki sevişmelerinin kaydını seyretme dışında hiçbir kötü alışkanlığı olmayan güzel bir beraberliği, temiz bir evi olan bir genç, ancak bu iyi aile çocuğu, sevgilisi onu terk ettikten sonra “nasıl olsa benim irademe bağlı bırakabilirim” diye eroin kullanmaya başlayacak ve sonrasında hayatını mahvedecek bir zavallı. Spud içlerinde en safı, en zayıf karakterlisi, en iyi yüreklisi ve en azından iş görüşmesine gidecek, böylece işsizlik maaşının iş aramayı denediği için kesilmeyeceğini düşünen tek çalışma isteklisi. Francis Begbie Trainspotting’in uyuşturucu bağımlısı olmayan şiddet eğilimli karakteri, O'na göre uyuşturucu kullananlar, kendine zarar veren geri zekâlılardır, oysa başkalarına durduk yere zarar vermenin hiç de saçma bir yanı yoktur. Arada Begbie’ye Franco denmesinin ünlü İspanyol diktatörüne bir gönderme olup olmadığını bilmiyorum ama akla hiç de aykırı gelmiyor. Begbie rolünü oynayan Carlyle’in tek kelimeyle müthiş oyunculuk çıkardığı gözden kaçmayan bir gerçek. Ne Begbie kadar şiddet düşkünü, ne Tommy kadar hasta, ne Sick Boy kadar narsist, ne de Spud kadar pasif olan anti-kahramanımız Mark Renton ise yoğun hedonizm ve nihilizm çizgisinde olmasına rağmen, sadece hâlihazırda kabul gören yaftaları reddeden, film boyunca pek çok kez tekrar başlasa bile eroin bağımlığından kurtulmak için çaba gösteren ve filmin sonunda bunu başaran tek kişisi. Film başında Renton "en harika orgazmınızı alın bunu binle çarpın elde ettiğiniz sonuç bu zevkin yanına bile yaklaşamaz" deyip eroini aldıktan sonra pişmanlık duyar ve ilk bırakma kararını alır. Bunun için sığındığı odanın kapısını kapatıp hatta tahtalarla kendini içeriye kilitler fonda Bizet’in Carmen’i çalar. On domates çorbası, on kutu mantar çorbası, sekiz şişe öksürük şurubu, dondurma, mide için magnezyum, bir şişe süt, ağrı kesici, ağız yıkama suyu, vitaminler, soda, porno dergileri, bir idrar kovası, bir kusma kovası, bir b.k kovası, bir TV, bir şişe ilaç bağımlısı annesinin Valium’unu çok düzgün ve kararlı şekilde bir biçimde yerleştirir. Yerleştirdikten ve ilk Valium’u alıp etkisinin geçmesinin hemen ardından kapıyı kırıp hemen torbacısını arar, onu sakinleştirecek bir şeylere ihtiyaç duyar; bu da fitil olarak verilen uyuşturuculardır ve sonra o meşhur tuvalet sahnesi gelir, belki ömrünüzde görebileceğiniz en pis tuvalettir ama oradan bile deliğe düşen uyuşturucuları almak ve hatta tuvaletin deliğine girmek oradan okyanusa gitmek onun için özgürleşmenin, hazzın diğer adıdır. Eroine tekrar başlaması İskoçların ezilmişlikleri üzerine yaptığı o meşhur konuşmasının akabinde, kendini yeniden hiçbir yere, hiçbir şeye ait hissetmemesinden sonra olur, Bebek Dawn’ı ölü bulmalarıyla giderek dozu artan bir hırsızlık, satıcılık ve kullanma sürecine girer. Aslında bitmeyen, kendini sürekli tekrar eden bırakış ve başlayışlardır bunlar ve her yeniden başlama bir öncekinden çok daha fazla dozda olmaktadır. Zaten “son vuruşlar hiç bitmez, hep bir son vuruş olur” diyerek konuyu gayet iyi açıklamıştır. “Morfin,diamorfin, siklozin, kodein, temazepam, nitrozepam, fenorborbiton, sodyum amital, destropropoksin, metadon, nalbufin, pethidin, pentozosin, buprenorfin, dekstromoramid, klormetinol aldık. Sokaklar duyduğumuz acı ve mutsuzluğu yok edecek uyuşturucularla doluydu, hepsini aldık. Lanet olsun c vitamini illegal olsaydı onu da kullanacaktık Tüm o acıları bir kaşığa doldur ve kendine enjekte et” Bir hırsızlık sonrası yakalanıp devlet desteğiyle rehabilite edilmeye başlanır, fakat bu da kurtulması için mümkün olan bir yol değildir ve tekrar başlar. Aşırı dozdan komaya girer, ailesinin çabasıyla temizlenir. Arkadaşı Tommy tam bir bağımlı olmuş ve AIDS’e yakalanmıştır, filmin sonunda da toksoplazmadan ölecektir. Mark, sevgilisi Diane’in dediği gibi her şeyin değişmekte olduğunu görür, artık hayranı olduğu Iggy Pop’un bile yerini başka şarkıcılar almaktadır, o da hayatını değiştirmeye karar verir ve materyalizmin beşiği Londra’ya gelir emlak komisyoneri olarak çalışmaya başlar. Temizdir artık, ancak burada arkadaşları onu bulacak ve tekrar onların zoruyla eroin alacaktır. “Bunu neden yaptığıma dair onlarca neden sayabilirim. Gerçek şu ki ben kötü bir insanım, fakat her şey değişir, ben değişeceğim. Şimdi temizim ve yoluma gidiyorum ve hayatı değiştirmeyi seçiyorum. Ben de sizin gibi olacağım. İş, aile, büyük boy tv. Çamaşır makinesi, araba, cd ve konserve açacağı, sağlıklı olmak, düşük kolesterol, diş sigortası, mortgage, ufak bir ev, kıyafet, valiz, mobilya, kendi işini kendin yap, show programları, b.ktan yiyecekler, çocuklar, parkta yürümek, dokuzdan beşe kadar çalışmak, golf oynamak, araba yıkamak, aile, noel, vergi muafiyeti, öleceğin gün.” diyen Mark’ın repliğiyle biten filmde mesaj vermekten kaçınan Boyle, Renton rolunda Ewan Mc Gregor’a birçok sorumluk yüklemiş, o herkesin “iyidir, hoştur” gözüyle baktığı adam sonunda “arkadaşım” dediği aslında gerçekten ona zarar veren insanlara kazık atacaktır. Yine de kızamayız bu anti-kahramana, hatta kurtulduğuna seviniriz. Bu mantıkla bakıldığında bir mutlu son filmidir Trainspotting. 400.000’in üstünde kopyası satılan Irvine Welsh’in aynı adlı ilk kitabından uyarlanan filmin daha sonra tiyatro uyarlaması da yapılmış. Trainspotting, gelecek tren numaralarını bilmeye yönelik özellikle İskoçya’da yaygın bir tür bahis oyunu, tıpkı eroin bağımlığı gibi, hiçbir amacı olmayan ve sonuçta hiçbir noktaya götürmeyen, amaçsız ya da amacı sadece hedonizm olan obsesif bir süreçtir. Yazar bir röportajında eroinden kurtulma durumunu çok yoğun bir “Cold Turkey” (soğuk hindi)* durumu ile atlattığını söylemiştir ve aynı sahneyi filmde yönetmen Boyle çok başarılı olarak vermiş, McGregor da çok başarılı oynamış. Filmde simgeleştirme birçok yerde kullanılmış ama en belirgin olanı tuvalet sahnesi. Bir diğeri ve bence en etkileyici olanı, eroine tamamen temizlendiği halde tekrar başladığı Mother Superior denilen uyuşturucu satıcısının evinde, aldığı aşırı dozdan dolayı girdiği komada, zeminin açılarak mezara konma efektinin verildiği sahne ve bunu takip eden doktorun onu hayata döndüren iğneyi yaptıktan sonra yine o mezardan çıkışını anlatan sahne. Beş arkadaşın trenden inip yürüyüş yapacakları dağların görüntüsü çok etkileyiciydi. Özellikle Renton’un orada İskoçlar ve İngilizler hakkında yaptığı eleştiriler çok yerindeydi. Aynı zamanda Renton’un ebeveynleri tarafından hastaneden alındıktan sonra rehabilite edileceği odadaki sanrılar da kesinlikle etkileyiciydi, o sanrılar sırasında özellikle HIV*, CD4* ve retroviruse* atıf vardı ve bunların tümü eroin kullanımı sırasında bulaşabilecek çağın vebası AIDS’in işaretçisiydi. Sadece Bebek Dawn’ın tavanda yürümesi inandırıcı değildi, çok mekanikti, rahatsız edici bir görüntüydü. Filmin müzikleri tek kelimeyle muhteşemdi, kullanılan parçalar: 1. "Lust for Life" - Iggy Pop 2. "Carmen Suite No.2" - Georges Bizet 3. "Deep Blue Day" - Brian Eno 4. "Trainspotting" - Primal Scream 5. "Temptation" - Heaven 17 6. "Atomic" - Sleeper 7. "Temptation" - New Order 8. "Atomic" - Blondie 9. "Nightclubbing" - Iggy Pop 10. "Sing" - Blur 11. "Perfect Day" - Lou Reed 12. "Dark and Long (Dark Train)" - Underworld 13. "Think About the Way" - Frisco Vs. Ice MC 14. "Mile End" - Pulp 15. "For What You Dream Of" (Full-on Renaissance Mix)-Bedrock featuring KYO 16. " – 2:1" – Elastica 17. "Hertzlich Tut Mich Verlangan" - Gabor Lehotka 18. "Two Little Boys" - Ewen Bremner 19. "A Final Hit" - Leftfield 20. "Statuesque" - Sleeper 21. "Born Slippy .NUX" - Underworld 22. "Closet Romantic" - Damon Albarn BFI (British Film Institute)’nin Top 100 listesinde 10.sırada yer alan ve 80’lerin ortalarında İskoçya’da geçen Trainspotting aslında birçok yönüyle Thatcher’in politikalarını eleştiri yağmuruna tutmuş ve o dönem eroin bağımlılarındaki artışı da vurgulayan kült filmdir. Irvine Welsh, birçok yönüyle Mark Renton karakterinde kendini anlatmış aslında bunu da aşağıdaki röportajda görüyoruz: “Ben eroin kullanmayı 1983 yılında bıraktım ve 91-92 yılları arasında, Trainspotting yazma sürecinde, sadece nasıl olduğunu hatırlamak için bir kez daha denedim, korkunçtu. Her şey bir anda geri geldi, duygusal anlamda sistemin içine düşmüştüm. Yani fiziksel olarak sanki daha önce orada var değildim. Başladığım andan itibaren daha önce hiç olmadığım kadar hasta olduğumu hatırlıyorum ve geri dönülmez hissini. Daha yaşlı olduğum için farklı yolları görebiliyordum, şu ansa aptalca bir hastalık olarak görüyorum. Çünkü tüm bu alkol ve madde bağımlılığı sizi varmak istediğiniz rotanızdan uzaklaştırıyor ve varmak istediğiniz gerçek nokta, o yolun çok dışında. Çok kötü bir Cold Turkey* süreci geçirdim feciydi. Benim savunmama göre biz oldukça masumduk. Veliler, öğretmenler, sağlık eğitim uzmanları, yani tanıdığım tüm insanlar bana dedi ki "Duman seni öldürür, bu maddeyi içme" ve aslında kendi kendimin ağzına s.çtım. "Hız", biliyorsun seni öldürecek. "Eroin sizi öldürecek" gibi sözleri duymak ve saçmalık gibi geliyor bu kadar... Ama neredeyse yaptım, yani kendimi öldürüyordum, demek istediğim, birçok insanı öldürdü, iyi insanları, b.k kafalıları, zeki insanları. Tüm bu etki-tepki zarfında çok masumdum aslında. Bir sürü insan var, işsiz, çalışan, maaşlı, canı sıkılan, bunların hayatlarında eksiklikleri hayatı sevdirecek çekici bir dramalarının olmaması ve onlara göre kötü bir şey yapmak hiçbir şey yapmamaktan daha iyidir Aslında ben sadece “ol”mak istedim... Yani, sadece lanet düz biri olmak. Bir iş bulmak, sıkı çalışmak, güzel bir kızla tanışmak, evlenmek, yuva kurmak istedim. 9-5 arası beyaz yakalı olarak çalışmayı veya aile babası olmayı ya da sokaklarda yatan bir esrarkeş olmayı seçmeyebilirsin. Sanatçı olabilirsin, sanatı seçebilirsin, seçeceklerin sana kalmış. Ben gerçek anlamda hayatın içinde olmayı seçtim. “ *Eroin bağımlılarının gerekli dozu bulamadıkları zaman ölümle dahi sonuçlanabilen ve “Cold Turkey” (Soğuk Hindi) olarak adlandırılan belirtiler, sıkıntı, sinirlilik, gerginlik, huzursuzluk, sersemlik, uykusuzluk, ağır terleme, burun akıntısı, göz sulanması, genel titreme, ishal, şiddetli karın ve kas krampları bulantı-kusma, iştahsızlık, üşüme, baş ağrısı, kalp-solunum hızlanması, tansiyon yükselmesi, şuur bozukluğu, hayal görmeler, intihar girişimleri, koma ve hatta ölümdür. *CD4 hücresi: T hücresi olarak da adlandırılan bir tür beyaz kan hücresi. Diğer bağışıklık sistemi hücrelerinin çeşitli hastalıklarla savaşmak için birlikte hareket etmesine yardımcı oluyor. HIV, CD4 hücrelerini enfekte ediyor ve kendisini yeniden oluşturmak için hücrenin parçalarını kullanıyor. *HIV (human immunodeficiency virus - bağışıklık sisteminin çökmesine neden olan virüs): Bu virüs, CD4 hücrelerine zarar vererek bağışıklık sistemini zayıf hale getirir ve vücut enfeksiyonların neden olacağı hastalıklara daha duyarlı olur. Uyuşturucu bağımlılarının uyuşturucuyu(özellikle eroin) kendilerine enjekte etmeleri sırasında şırınga ucunda ya da içinde bir miktar kan kalması olasıdır. Eğer kalan kanın AIDS li bir kan olduğu düşünülürse, virüs aynı şırıngayı kullanan başka bir bağımlının kan dolaşımına kolayca girebilecektir. Şırıngada kalan kanın miktarı ne kadar az olursa olsun içinde yaşayan AIDS virüsü mutlaka olacak ve aynı şırıngayı kullanacak olan bağımlıya doğrudan doğruya aktarılacaktır. *HIV virüsü retrovirüsler olarak bilinen özel bir aileye mensuptur. Retrovirüslerde diğer virüsler gibi sıkıca paketlenmiş bir genetik yapıya ve protein kılıfına sahiptir. Retrovirüsler genetik bilgilerini Deoxiribonukleikasit DNA yerine Ribunükleikasit RNA’ larında saklarlar. Retrovirüsler kendilerini eşlemek, yani viral RNA larından yeni bir DNA oluşturmak için "reverse transcriptase" adı verilen bir enzimi kullanırlar. Yani oluşturulan DNA virüsün etkilemek istediği hücrenin DNA’ sıyla birleşir. ** “Çabala, umut et, inan ve yen” senaryoda olan ama filmden çıkarılmış olan Renton’un okuduğu okulun mottosu…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © rey'an yüksel, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |