Her şey ancak sevgiyle satın alınabilmelidir. -Andre Gide |
|
||||||||||
|
Ebru 45 yaşında bir fabrika işçisi sade bir hayatı var sakin ve duygusal kişiliğiyle biliniyordu. Bir bayan için gece gündüz çalışmanın ve gece geç saatlerde ev döndüğünde karanlık ve sessiz sokaklarda sarhoşların pis insanların hoş olmayan lafları/cümleleri taciz etmeleri ve bütün bu olanlara rağmen oğluna olan bir sorumluluğu olduğunu bildiği için başını eğip gidiyordu o sessiz ve çaresiz sokaklardan evine doğru… bir süre sonra çalışmış olduğu fabrikada emekli olur. Artık oğluna/yani evladına olan sorumluluğunu çok iyi bir şekilde biliyordu. Oğluna çok düşkündü. Haksızlığa tahammül edemiyor her şeyin adil ve muhafazakar olmasını istiyordu. Beklide bundan sonra emekli olduğu günden sonra oğluna daha çok vakit ayıracak oğlunun sorunlarını bir bütün halinde/birlik olarak çözümler bulacak neyin doğru neyin yanlış olduğunu söyleye bilecek/öğrete bilecekti. Ta ki bir akşam evlerinin zilleri çalan ve o kapıdan içeriye gelen bir kimsenin sebebi bile olmayan gülünç gelebilecek şeylerden dolayı rahatsız edip onun bir an önce bulunduğu yeri terk etmesi gerektiğini söylüyene kadar her şey güzeldi düzenli bir yaşam biçimleri vardı. Bu rahatsızlanmalar birkaç defa tekrarlanınca dolaylı olarak bulunduğu yeri terk edip gitmişti. Uzaklara hem de çok uzaklara…. Geride oğlunu yalnız bırakmazına çok üzülmüştü… Volkan 18 yaşında tipik bir öğrenciydi. Yerine göre iyimser, yerine göre mütevazi ve yerine göre asi bir insan. Volkan üniversite sınavlarına hazırlanıyor bir yandan da bir avukat yanında getir götür işi yaparak ve o işten kazandığı parayla kendi ayaklarının üzerinde durmasını biliyor/öğreniyor diğer yandan çok çalışıp ve emekçi bir ailenin çocuğunu olduğunu unutmuyor. Zira üniversite sınavlarına çok çalışıp bir doktur, olmak istiyordu. Arılar gibi çok çalışıyordu derslerine. Ansızın bir deprem bir çökük gibi oluşan dış ağrısı da geceleri yatarken belirginliğini sıkça gösteriyordu. Böyle bir günde annesinden gittiği günden belli haber alamayıp üstüne yalnız kaldığı ve birde bu yetmezcesine diş ağrısı… Annesine olan sevgisi her gün ama her gün gittikçe büyüyor… Bir sabah saat 10.45:de kapıyı ziliyle uyanır… uzun süredir haber alamadığı annesinden mektup geldiğini postacının göstermiş olduğu bazı formaliteden kağıtları imzaladıktan sonra mektup’u alabilirdi. Kağıtları imzalayıp mektup’u alır ve salona geçer. Merakla annesinin kendisine o mektup içinde ne yazdığı bir an önce okumak için sabırsızlandı. Oturup mektup’u okumaya başlar…. (sahne:1) kapı çalar kapıyı Volkan açar gelen postacıydı annesinden mektup geldiği belirterek kendisini rahatsız ettiğini söyledi. Volkan mektup’u alır içeriye geçer. Seslendirme: merhaba sevgili oğlum, Söz verdiğim gibi hiç bekletmeden yazıyorum. İkimiz için en önemli noktadan söze başlamak istiyorum; aramızdaki sevgi ilişkisi. Ha ‘’ikimiz’’ için dedim çünkü sana olan annelik duygularımdan fazlasıyla etkilendiğini biliyorum. Tıpkı Dünya ya ilk gözlerini açtığın an gibi hiç unutmuyorum o anı saten ve seni kucağıma aldığım anın duygusu gibi. Bu duyguların, daraldın, bunaldığın, yaşamın ağırlığı altında ezildiğin ender zamanlarda sığınak olmasından çok ruhunu-özgürleştirme –eyleminde karşına büyük bir engel olarak çıkmasından endişeliyim. O telefon konuşmasındaki haklı ve yerinde isyanın beni kendime ‘azda’ olsa getirdi. (sahne:2) Seslendirme: düşüncelerimi sağlam uçlarından yakalayıp derinleşmek ve sana iç kaynağımdan damıtarak sunmak istiyorum. Bu zengin, güzel, şifalı sularıyla tam bir dinlenme şehri, bana bu olanakları bol, bol sunuyor. Burada olmanı en vai çeşit kokulu çiçekleriyle döşenmiş yem yeşil mekanda nehir kıyısında kol kola dolaşmayı isterdim. (sahne:3) Seslendirme: senin içinde işlenmemiş bir sevgi madeni var! Tatlı oğlum… Farkında ol ama onun esiri olma. İnsanlara iç zenginliğimizden hep vererek ama verdiğimizi de hissettirerek olmaya çalışırsak sevgiyi büyütürüz gibi geliyor bana. Barışa sevdası büyük emeğe saygı büyük olmamız gerektiğini de unutma. ‘’Hep başkalarının sevgisizliklerinin, anlayışsızlıklarını, saygısızlıklarını kurbanı ben mi olacağım bu kişiler annem babam da olsa? (sahne:4) Seslendirme: buna benzer soruları içimde daraldığım, bunaldığım anlarda hep bende sordum sessizce, kimseye söylemeden. Beklide kimseyi kendime kendim kadar yakın bulmadığımdan, ya da ruhumun derinliklerinde kendimden bile sakladığım ve dışarıya ‘’egemenlik’’ tarzında yansıttığım zaaflarımdı bunlar benim. Bir anlamda kendimden kaçmaktı. Sıradan yaşamda insan’ın en az tanıdığı kendisidir. Ama bizlerin asıl görevi yaşamı anlamlı ve yaşanır kılmak değilmi? Öyleyse ilk önce kendi kendimizi yaşama layık ve yaşamsal kılmalıyız ki ölüm anlamlı olsun. Öyle çok, öyle banal, öyle sıradan ve öyle katlanılmaz ölümlerle dolu ki dünya; Her an bu ölümler insanlığı büyük tükenişe götürür. (Sahne:5) Seslendirme: evet canım oğlum! ölümü öyle anlamlı kılmalıyız ki ondan yeni yaşamlar doğsun: Bir adım daha düşünmeyi sürdürsek,’insan: olan biten değil sürekli yeni doğumlarla gelişen ve devam eden bir süreçtir’ bana göre (bedensel) değil ruhsal alandan söz ediyorum tabii… karşılıklı birbirinin değerini taktir ederek karşılıklı verme alma ve daha üstün bir ruha (öze) doğru, beden yoluyla da yaşamını birlikte yaratma süreci ve yeteneğidir(biz) olmak. (sahne:6) Seslendirme: 13 ekim akşamı Vichy operasına Türkiye’den gelen genç piyanist Fazıl Say’ı ve eşliğindeki Lamareux orkestrasını dinledim. Mozart, Haydın ve Gershwin’den parçalar sundu. 1970 doğumlu Ankara Devlet konservuatuarından mezun. Beş yıl Berlinde Robert Shuman Enstitüsünde çalışmış. New-York’tan uluslar arası ödül sahibi. Dakikalarca alkışlandı ve onlarca kez sahneye davet edildi. Müziğiyle insan’ın ruhunda taht kuran ender müzisyenlerden biri (Ce’est un jeni) 17 yaşında Büessldarf’a gelmiş piyanosunun başında müziğiyle öylesine bütünleşiyor ki, elleri sanki bir kuş kanadı gibi tuşların üzerinde dolaşıp ruhuyla dans ediyor. Aynı zamanda, izleyicilerle müthiş, çoşkulu ruh kabarmasıyla birlikte haleli bir birlik ve bütünlük havası yaratıyor. (sahne:7) Seslendirme: ne garip ki bana ölüm’ü hatırlattı. Sınır tanımayan yönümü tanırsın, konser sonra birkaç Fransız genç izleyiciyle balkon demirleri üzerinden atlayarak arka kapıdan ona ulaşmayı başardım. Kendisini kutladıktan sonra birlikte fotoğraf da çektirdim. Yanılmamışım karşımda bu Dünyan’ın sınırlarını çoktan aşmış biri duruyordu. Ölümün soğukluğunu hissettim birden. Ama aynı zamanda o an onu piyanosunun başında görmeyi müthiş arzuladığımıda söylüyebilirim. Müzikte, yaşayarak ve yaşatarak ölme ‘ile ilk kez’ çırılçıplak bu gece karşı karşıya geldim diyebilirim. ‘’İşte ben böyle ölümlerden yanayım, böylesi bir ölüm için varım’’ diyebilecek kaç kişi var bu Dünya da? (sahne:8) Seslendirme: kaldığım otelde iki Senegalli bir Faslı dışında birde Iraklı bir çift vardı. Neden (Irak’tan) kimse bilmiyor. Ama kanımca kim bilebilirki bunlar orda ‘’özgürlüğe sevdalı’’ masum insanlar olduklarını… görüyormusun az kalsın unutuyordum toplam benimle beraber 6 kişi olduğumuzu. Seni ve arkadaşlarını sımsıkı kucaklıyorum. Umarım sıkıcı olmamışımdır. Gözlerinden ve yüreğinden öpüyorum… annen NOT: dişlerini acele yaptı yoksa kızarım! cevap (sahne:9) Seslendirme: merhaba anne her şeyden önce bu gecikmeli cevabımdan dolayı yaşadığım ezikliği sana belirtmek istiyorum, mektup yazmak ilk başta benim sorumluluğum olmalıydı neyse… Gönrdüğün gibi sana, sana uygun bir manzara ile son iki tane yaprağımın/kağıdımın yettiği yere kadar yazmayı öngördüm. Mektup’undan iyi olduğunu hissedebiliyorum ve düşüncelerinin olması gerektiği gibi toparlanmayı yaşanmış ve bu beni çok sevindirdi. Biz ise buralarda çok yoğun bir çalışma içerisindeyiz ve inan ki hiçbir zamanımız boş olmuyor hatta sana abartılı gelecek ama bir bardak sıcak çayı bile doğru düzgün içemiyoruz. Çalışmalarımızın teknik olmasından dolayı bazen beni daraltmalara da götüre bilir. Ama biliyorsun o zamanlarda ve her zamanki gibi tartışma, düşüncelerimi paylaşma benim için esastır, o noktada senin bu varlığın bana baya moral verdiğini belirtebilirim. (sahne:10) Seslendirme: ‘’jamais sans ma fille’’ kitabını bitirdim, ama biliyormusun ilk okuduğum gibi değerlendirmedim bu sefer, doğru kadının mücadelesi anlamlı fakat yazış tarzı çok abartılı ve direnkt sistemin savunucusu olarak çoğu zaman ortaya çıkabiliyor. Daha derin ve daha gerçekçi bir biçimde ifade edilebilirdi. Şuan (saphie’nin) Dünyasını okumaya başladım. Bunun benim için bir alt zeminin olacağına inanıyorum araştırmalarımda. (sahne:11) Seslendirme: anne! Diş tedavime başladım, ama mübarek adam dişçi değil kasap şuan (9.30, saat 11h 00’da rende-vous var ve çok korkuyorum!) Kuzenimden haber aldım ama görüşemiyorum, iyi olduğunu düşünüyorum. Ha…! Unutmadan kuzenimle en son görüştüğümde sana selamı vardı. Özür dilerim anne! Biraz geçte olsa sana kuzenimin daha önce vermiş/göndermiş olduğu selamını iletmek istiyorum. Geçen Salı günü babanın (dedemin) yanına gittim, biraz oradan buradan konuştuk, biraz moral aldı, herhalde onlarda çok yoğunlardı. İşte anlayacağın kendimi bu süreçte gerek sağlık gerekse psikoloji konusunda belirli bir sisteme kavuşturmayı esas alıyorum ve başaracağıma inanıyorum. Bir insan düzenliliği, yaratıcılığı, tertip ve temizli yaşamı yaratan olarak tanınır. Bizde layık olmaya çalışıyoruz buralarda güneşimize…! Ve gelişecek nesillere ve mevcut durumdaki kadınlara ve erkeklere. Biraz çok teorik oldum galiba.yoksa? Bana biraz oradaki havadan göndersene! Göl kenarı da varmış ne güzel. Tam yoğunlaşma yeri! Arkadaşların nasıl? Bitiş... (sahne:12) Seslendirme: biraz kendinin kendinle buluşmasıydı senin için annem, iyi oldu umarım süreklileşir. Güçlü dediğim zaman bu ruh halini kastediyorum. Tepkilerden uzak, gerçekçi ve bilimselliği esas alan yönünü. Değerli annem! Şuan gitmem lazım yola çıkacağım, bu tedavimin sana sonra detaylarını anlatırım gülmekten kriz geçirirsin.! Sevgi ve sağlıkla kalmanı güzel düşler güzel yaşamlar seninle olması umuduyla esenlikle kal anne. Tüm güzellikler seninle beraber yeşersin…. Not: İzinsiz kullanılamaz telif hakkı tamamen noter huzurunda Süleyman Bilgin`e aittir. Senaryo: Süleyman BİLGİN Öykü: Süleyman BİLGİN arkadaş gurbette yaşayan bir annenin hayatını senaryolaştırarak anlatmak istedim keyifle okuyacağız ve bu arada en azından bir yorum yazmanızı istiyorum teşekkür ederim.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © süleyman bilgin, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |