Sanat hem bir coşma, hem bir yadsıma işidir. -Camus |
|
||||||||||
|
Bu çift birbirlerinden haz etmemeye başlamışlar. Öyle ki, sürekli kavga eder olmuşlar. Kadın erkeğinin başka kadınlara ilgi duymasından, bununla kalmayıp başka bir kadınla ilişki yaşamasından şikâyetçiymiş. Bu şikâyet bir süre sonra, önce görünüşte bir umursamazlığa, sonra erkeğinden soğumaya ve en nihayet nefrete dönüşmüş. Erkeğe sorsanız durum çok çok başka imiş. Karısının bakımsızlığından, ilgisizliğinden şikâyet edermiş başta. Dışarıdakiler daha güzelmiş. Öyle ya, kadın biraz dikkatsiz olunca erkek ne yapsın, haklı olarak (!) kayıvermiş dışarıya. E tabi dışarı olayı ortaya çıkıp, kadın psikolojik tepkiler vermeye başlayınca, erkeğe yeni bir bahane çıkmış. Kavgalar, birbirlerine hakaretler, birbirlerini beğenmemeler ve bunu dile getirmeler erkeği hepten dışarı, kadını hepten bunalıma itmiş. Bu durumlar o kadar olağan olmuş ki, erkek artık sevgilisi –sevgilileri- ile evden görüşmeye başlamış. Görüşmeler esnasında evde imiş ama aslında evde değilmiş. Kadın bunları görünce olağanlığın dozunu artırmış tabi. Tabi erkek haklı olarak, evden sevgilisi ile görüşmesinde kavga sebebi olacak ne olduğunu soruyormuş kendine. Gayet doğalmış! Ama kadın…Kadın işte… Kavga… Kavga… Kavga… Bu ikisi, normal insanların hayatlarında normal karşılayamayacakları –bırakın karşılamayı düşünemeyecekleri- bir hayatı normal kılmış kılmasına da unuttukları bir şey varmış: Çocuklar! Biri evden sevgilisi ile sürekli görüşürken evde iki oğlu olduğunu ve onların babaya ihtiyaç duyduklarını unutmuş. Bu unutkanlık öyle bir unutkanlıkmış ki, onların bütün sorumluluğunu anneye bıraktığı yetmezmiş gibi, bıraksanız yirmi dört saat bilgisayar başından kalkmayacakmış. Kalmayacakmış kalkmamasına; zaten buna da kimsenin artık bir lafı yokmuş; yokmuş da, bir de sevgilisi ile görüntülü görüşme yapmasa. Öyle ya, çocukların yanında anneleri var ve annenin ve çocukların olduğu evde, sadece görüntülü bir hayal olsa da, başka bir kadın… Evin erkeği acayip olur da kadını durur mu? O da erkeğinin başka kadınlarla olan ilişkisini gerekçe gösterip oturmuş bilgisayar başına. Ev, mutfak, çoluk çocuk hak getire. Öyle ki küçük oğlan beş yaşında olmasına rağmen mutfakta yemek yapmaya –yumurta pişirmeye- başlamış. Kendine göre haklıymış kadın: “Okula gidiyor, boş vaktinde ya kızla geziyor ya da bilgisayar başında oturuyor. Sonra fatura yatır, bankaya para yatır, kredi kartına bak, alış veriş yap, veli olarak okula git vs vs. sadece talimat veriyor. Yahu karı kıza eyvallah da, adam da evlilik sorumluluğu yok. Eve geliyor çocuğuyla ilgilenmiyor. Tak tak tak bilgisayar başında. Bir de pisliğini çocuklarımın yaşadığı eve getiriyor. Sonra da ‘beni doyurmadı ben ondan dışarı gittim’ diyor. Benim yatağımdan kalkıp başka kadınla konuşan adamı niye doyurayım!” Kendine göre o da haklı ya, başlamış kendini iyi hissettirecek şeyler aramaya. Tabi bu arada o da unutmuş çocukları.. Neyse zaman geçmiş, bu iki AKILLI arkadaş gitmişler mahkemeye boşanmışlar. Tabi boşanmak kolay! Anlaşmayı hazırlarsın, yok şu kadar nafaka, bu kadar tazminat, çocuklar şu günler sende bu günler bende… Sonra imzayı da bastın mı, oldu sana anlaşmalı boşanma.. Anlaşmalı evlilik biter anlaşmalı boşanmayla… Onlar boşanır, kendilerine bahaneler, yeni hayatlar bulurlar. Hayat onlar için geçer gider. Niye geçmesin biri gelmiş kırkına öteki otuz beşine. AKLI başında, olgunluklarını tamamlamış, varlıklarını ortaya koymuş insanlar. Şimdi gelelim bunları çocuklara anlatmaya.. Evet.. İkinci çocuğun yaşı küçük olduğu ve her ikisine de çocukça bir saflıkla bağlı olduğu için ona bir şey anlatmaya gerek yokmuş. O onlarla vakit geçirsin, biraz gezsin, bir lahmacun, bir hamburger yesin, farklı yerler görsün yetermiş. Gelecekte yapılacak açıklamaya da Allah Kerim imiş. İkinci çocuk kolay da, birinci problemmiş. Çünkü öyle bir yaştaymış ki, hem çocukça bir saflıkla onlara bağlıymış, hem de AKLI daha yenice “NEDEN?” sorusunu öğrenmiş. Nasıl anlatırsanız anlatın o çocukça imrenme bir türlü gitmiyormuş içinden. El ele dolaşan anne babaları gördükçe bir garip olurmuş içi. Anne babası ile vakit geçiren, alış verişe giden çocuklara, birlikte televizyon izleyen aileye olan imrenme arttıkça artmış. Bilgisayar başında bir baba ile birlikte basketbol oynayabileceği baba arasında dağlar kadar fark varmış. Üstelik o artık bu farkı görebiliyormuş. Babası her seferinde “Ah para! Param olsa sizinle neler yaparız.” diyormuş. Ama dedim ya o artık farkları algılayabiliyormuş, farkındalığı oluşmaya başlamış: Okulun bahçesinde basket oynamak için para gerekmiyormuş ki! Hem kardeşi gelirken ondan bir şeyler isteyebilirmiş, ama o ağabeymiş, babasının parası olmadığını bilirmiş, bir şey istemezmiş marketin önünden geçerken. Paraya ihtiyaç yokmuş. Tamam demiş kendi kendine, dışarıda vakit geçiremiyoruz, bari evde vakit geçirelim. Ama babasını bilgisayar başından kaldıramamış. Üstelik babası es kaza bilgisayarda ya da internette bir hata oluştuğunda “Naptınız lan buna!” diye bağırıyormuş. Elinde telefon, elinde bilgisayar vakit geçiriyormuş babası. Sonra da uyuyormuş. Sabah kalkıp okula gidiyor ve günler birbirinin aynı oluyormuş. Ara ara birlikte geçirdikleri vakitlerde çok mutluymuş. Hele babası gece onu kaldırdığında ya da babası ile yattığında çok mutlu oluyormuş. On yaşına gelmesine rağmen bir türlü anlayamıyormuş neden ailesinin bu hale geldiğini. O her şeye rağmen annesini de babasını da çok seviyormuş. Annesi ve babası kardeşinin yaptıkları için çoğu zaman onu suçlayıp azarlıyorlarmış. Annesi kimi zaman dövüyormuş. Babası en ufak bir şey de ona bağırıyormuş. Her ikisi de bir oğulları olduğunu ve onun manevi ihtiyaçları olduğunu unutuyorlarmış. Ama olsun o ikisini de çok seviyormuş. Anne ve babasının ilişkisini anlamıyormuş. Neden sürekli kavga ettiklerini bir türlü çözememiş. Her ne kadar farkındalığı oluşmaya başladıysa da, kadını erkekten, erkeği kadından ayıran farkın vücut yapısından öte bir fark olduğunu göremiyormuş. Kaşları, boyları, giyimleri ve isimleri farklıymış; biri anne biri babaymış. Ama ikisi de onun bağlı olduğu yegâne aile imiş. Bu da olabilecek diğer bütün farklılıkları anlamsız kılarmış. O, onların çocuğuymuş; onlar, onların çocuklarıymış. Anne ve baba… Bir çocuk için ayrılamayan iki nesne. İki vazgeçilmez. İki parçadan oluşan bütün. Gözleri böyle görünce çocuğun… Ne babasının bir genç kıza karşı duyduğu iflah olmaz arzuyu, ne de annesinin babasına karşı girdiği iktidar mücadelesini görebiliyormuş. Nasıl görsün ki, dünyaya geliş sebebini bile anne ve babasının çok mutlu oluşu olarak düşünürmüş. Eğer onlar mutlu olmasalardı, tıpkı çocuklarını sevdikleri gibi birbirlerini sevmiş olmasalardı, çocuklar dünyaya gelemezdi ki! Şimdi gelinde anlatın bakalım on yaşındaki filozofumuza. Hayatın temeline kadınla erkek arasındaki cinsel çekimin yerleştiğini. Kadının bunu kabul etmemek için duygusallığını iktidar mücadelesi olarak yansıttığını. Erkeğin bunu yeni fanteziler, taze vücutlar için bahane olarak kullandığını… Neyse… Bizim genç delikanlı anlamamış. Anlamaya çalıştıkça üzülmüş, üzüldükçe vazgeçememiş, vazgeçemedikçe sıkışmış, hapsolmuş hüzünle sıvanmış duvarlar arasında. Ve yazmaya yetecek kadar ışın olduğu odasında almış eline kalemi: “Ne varmış ne var olmuş… Ne develerin tellalığı ne de pirelerin berberliği varmış… İki erkek kardeş varmış: Büyük B ve küçük B. Onlar çok mutlu bir ailenin çocuklarıymış. Anne ve babalarını çok severlermiş. Anne ve babası da onları çok severmiş. Birbirlerini sevdikçe mutlulukları artarmış. Mutlulukları arttıkça birbirlerini çok severlermiş. Anne ve babası asla onlardan vazgeçmez, asla onları üzecek bir şey yapmazlarmış. Ama bir gün bir şey olmuş. Bütün hikâyelerde yer alan o kötü şans onları bulmuş. Anne ve babası arabayla okula çocuklarını almaya gelirken kaza yapmışlar ve ölmüşler. Büyük B ve Küçük B çok üzülmüşler, çok ağlamışlar… Ama büyük B ağabeymiş. O büyükmüş. Kardeşini koruyacak, kollayacakmış. Küçük B ağlarken, onun yanına gitmiş. Sarılmış, ‘Ağlama!’ demiş. ‘Ağlama! Ben seni onlar gibi sever, korur kollarım.’” Hava, gökyüzünden elma düşemeyecek kadar kapalıymış…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ayşegül Doğrucan, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |