Bilmek kadar kuşku duymaktan da zevk alıyorum. -Dante |
|
||||||||||
|
Ankara’nın üzerinde karabulutlar. Şehir, kasvetten simsiyah giyinen cenaze yakınları gibi; ilkbahara rağmen uçsuz bucaksız semalarında güneşe dair hiçbir emare yok. Yüzleri üşüten acı bir rüzgâr kin kusuyor ıslak kaldırımlara! Cuntacıların zafere ulaşmasına 50 günden az bir zaman var. Muhalefetin aşırı tahrikkar tutumu Demokrat Partililerin demokrasiye ket vurabilecek baskıcı icraatlarına sebep doğuruyor. Türkiye’nin en önemli üniversiteleri önlenemez olaylar nedeniyle kapatılmış durumda. İdeolojik parçalanmışlık şirazesinden çıkmış, sokaklarda çatışma seslerinden başka nida yok! Kan kırmızıya kesmiş yalanası temizlikte caddeler! İsmet Paşa’nın TBMM’de yaptığı muhtıra niteliğindeki meşhur konuşmasına bakmak o günkü havayı soluyabilmek açısından pek değerli: “…Şimdi arkadaşlar; şartlar tamam olduğu zaman milletler için ihtilal meşru bir haktır. Böyle bir ihtilal bizimle münasebeti olmayanlar tarafından yapılacaktır.” (18 Nisan 1960) Harp okulu tetikte… Öğrenciler, bürokratlar, akademisyenler tahrik rüzgârlarının ve hükümetin anti demokratik eylemlerinin tesirinde kalarak sokaklara dökülmüş durumda. Her geçen gün ihtilalin şartları daha da olgunlaştırılıyor. Her geçen gün biraz daha yaklaştırıyor Menderes’i o kara güne. 27 Mayıs 1960… 10 yıl ülkeye hizmet etmiş bir başbakanın idam sehpasına giden acıklı öyküsünün başlatıldığı demokrasi tarihimizin en kara günlerinden birisi bugün. Sonradan musibet bir alışkanlığa dönecek olan tank yürütme merasimlerinin ilkinin gerçekleştirileceği gün bugün. Darbe kültürümüze analık edecek bir ihtilal için tüm koşulların tamamlandığı gün bugün. Saat 4:30. Tan ağarmasına ramak kalmış. Ankara sanki başına geleceklerin farkında olmuşçasına kahredici bir sessizliğe bürünmüş. Belki tek ses radyoda kederli çalan müzik, o da birden kesiliveriyor. İstiklal marşımızın yürekleri coşturan bestesi okşuyor kulakları önce, ardından ürkütücü bir tonla: Silahlı Kuvvetler yönetime el koydu sesi çığırıyor. … (Yassıada’da hukuksuzluk alanında başyapıt sayılabilecek bir yargılama sürecinin ardından Menderes ve 12 arkadaşının idamına karar verildi. İdam kararlarının sadece üçünün infazı gerçekleşti.) … Karar Menderes’e bildirildiğinde şoku yaşadı adeta; yine de metanetini korumaya çalışıyordu. Kendi kendine neden üzülüyorsun ki diyordu sanki! Ölümü sonsuz arzuladığı anları yaşatmışlardı ona; ecelin kurtuluş olduğu günleri savmıştı. Şairin dediği gibi: Ölümü özlemişti, yaşamak isterken delice. … 17 Eylül 1961… İmralı’da bir gece vakti… Kulak kabartıldığında işitilebilecek ılık bir rüzgâr ısıtıyor adayı. Çelimsizlik derecesinde zayıflamış, erimiş bir başbakan var darağacının gölgesinde. Elleri arkadan bağlı, günahsızlar gibi beyazlar içinde. 80 metre kadar mesafedeki darağacına kimsenin yardımı olmadan yürümeye çalışıyor. Biraz sonra ölümüne neden olacak halatı kestiriyor gözüne ve ona doğru kararsız adımlarla ilerlemeye devam ediyor. Ölüme yürümek bu olsa gerek. Allahım, nasıl bir duygudur bu! Kanı donduran, kalp atışlarını coşturan korkunç bir duygu. … Ve urgan boyundadır artık. Ölümle yaşam arasında biraz sonra tekmeyle devrilecek olan eski püskü bir sehpadan başka bir şey kalmamıştır. Hayatın bir film şeridi gibi gözün önünden geçme anı bu andır sanırım. Neler geçiyordu yüreğinden kim bilir? Son mektubunda İsmet Paşa’ya dokundurmalarda bulunmuştu. Belli ki kızgındı ona, belli ki öfkeliydi; ama ölüme yürürken bile duygularının esiri olmamaya gayret gösteriyordu, asaletine ve zarafetine asla toz kondurmamaya niyetliydi sanki. Yaşadığı gibi ölmek istiyordu. Nitekim ağzından çıkan son sözlerden bile nezaket fışkırdı: “Kimseye kırgın değilim.” Sonra zayıf düşmüş vücudunu bir titreme aldı. Nasıl titremesin ki! Saniyeler ardından terk edecekti evreni. Dünyadaki son anlarıydı, son bakışıydı kuşlara; son bakışıydı hayata ve ülkesine. Cellât ve kurban göz gözeydi artık. Tanrım! Ne tür bir meziyet kolaylaştırabilir bu tüyler ürperten eylemi; Cellâdın maharetimi? Kurbanın cesaretimi? Galiba hiçbir güç böylesine korkunç bir olayı kolaylaştırmaya yetmezdi, yetemezdi. Duyabildiği son ses Sehpaya indirilen bir tekmenin çıkardığı donk sesi oldu! Gözler, iki aşığın ayrılmak zorunda kalışı gibi ayrıldı birbirinden. Yüzlerce kez poz vermişti objektiflere ama en acıklısı hafızalardan silinmeyecek şu son fotoğrafıydı: Darağacında asılı vaziyette Türk tarihinin en zarif başbakanı… Ruhu şad olsun…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Muhammed Avcı, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |