Sanatçı, toplumda uzun çalışma ve çabalardan sonra alnında ışığı ilk duyan insandır. -Atatürk |
|
||||||||||
|
Himmetdede’yi de geçip Nevşehir il sınırlarına girerken yol boyu sıralanan irili ufaklı yerleşim birimlerinin etrafında hep aynı görüntüler karşılıyor insanı.Anadolu’nun yılda ancak bir kez ürün verebilen tarlalarının,sıradan köy evlerinin yanına inşa edilen şatovari villalardan sahibinin alamancı olduğu hemen anlaşılabilen yapıların ve onlarca un değirmeninin görüntüsüdür bu. Tabiat ananın seyrekte olsa sağda solda serpilip boy vermelerine göz yumduğu bodur ağaçların yalnızlığındaysa bu coğrafyanın sonsuza kadar ormansız bir boz kır olarak kalacağının hüzünlü alın yazısı okunuyor sanki.Bu yazgıya teslim olmuş toprakların bir ucundan doğup Ankara asvaltı’nı köprü altından keserek Avanos yönünden Ihlara vadisine doğru kıvrıla kıvrıla akan Kızılırmağın yatağını takip eden ince yeşil hat ise, binlerce yıllık can damarının hayat verdiği yaşlı kalın ve çoğunlukla da biçimsiz gövdeli söğüt ağaçlarıyla dolu. Erciyes dağından binlerce yıl önce fışkıran kül yığınlarının oluşturduğu birbirine benzer dağ ve tepeleri yara yara ,Kapadokya boyunca sessiz akışına devam eder Kızılırmak.Daha Anadolu’nun bir çok yöresine uğraması gerektiğinin bilincindedir çünki.Bu coğrafyada Kızılırmak ile Erciyes arasında uzun zaman önce yaşanmış amansız bir mücadelenin izlerini görebilmek hiçte zor değil.Şimdilerdeyse aralarında karşılıklı karar verilmiş bir ateşkes söz konusu sanki.Belki de bu yüzden uzun zamandır dağ suskun,ırmaksa kendi doğal yatağında sessiz akışına devam etmekte. . Kızılırmağın bölgeye sunduğu yaşam iksirinin yanında Erciyes dağının yöre coğrafyasına kattığı zenginlikleri de unutmamak gerekir. Ta Mucur’a varıncaya kadar iki yüz kilometrelik alan boyunca heybetli görüntüsü ile doğudan ve batıdan gelip giden otobüs,kamyon,traktör ve otomobillerle sık sık göz göze gelen Erciyes’in en önemli görsel zenginliği lavlarından oluşmuş peri bacaları olmalı .Ama ulu dağın külleri; kimi yeni yeni keşfedilen,kimi tarih kadar eski nice zengin nimetler sunmuştur bu topraklara.İlk çağlardan beri Avanos’un çanak ve çömleğine dönüşen kızıl toprağı günümüzdeyse modern yapı elamanları olarak binalara,yol ve patikalara,yürüyüş parkurlarına malzeme olabilmekte. Turizme olan katkısı nedeniyle Nevşehir’e daha cömert davranan Erciyes belki ilerde modern kayak tesisleri ile Kayseri’ye de bol paralar kazandıracaktır.Hacıbektaş’a ise şimdilerde süs eşyası ve bazen de kutsal simgelerin,Zülfikar uçlu kılıçların,isimlik ve heykelciklerin yapıldığı beyaz renkli işlenebilen taşını hediye etmiş sadece . Ama o büyük köpürmeden binlerce yıl sora Ulu bir Hünkarın gelip daha bereketli yerler dururken bozkırın ortasındaki Sulucakarahöyük’ü kutsal dergahına mekan tutacağınıysa tahmin edememiş olmalı yaşlı volkan. Her yıl geleneksel olarak düzenlenen Hacıbektaş-ı veli etkinliklerine ilk kez bu yıl katılma fırsatı bulabiliyordum.Himmetdede’yi geçip çallıgedik’e doğru tırmanışa geçerken aşırı hararet yüzünden stop eden aracımızın neden olduğu kısa duraklamayı tır şoförlerinin yardımıyla atlatmak dışında bir sorun yaşamamış,ilçe girişindeki jandarma kontrolünü de geçip Hacıbektaş’a geldiğimizde yoğun bir kalabalıkla karşılaşmıştık.Tören zamanları dışında daha önce bir çok kez gelmiştim buralara.Her gelişimdeyse Hacıbektaş halkıyla ilgili olumlu izlenimlerden ziyade olumsuz izlenimlerle ayrılmıştım.Gelen ziyaretçileri bir şekilde ssöğüşleyip para kazanmak için gözleriyle radar misali çevreyi tarayan satıcılar,İnanç duygularını sömürmek adına kurban satıcılarının kendilerine taktıkları haydar dede,hasan Hüseyin…vs türünden çevre duvarlara renkli boyalarla yazılmış mezat yeri isimler, beyaz taşı yontarak oluşturulmuş envai çeşit süs ve simgelerin esnaf tarafından fahiş fiyatlarla satılma görüntüleri her geldiğimde beni olumsuz duygulara yönelten durumlardan bir kaçıydı sadece. Şimdiyse ilçe halkının bende yarattığı olumsuz izlenimin birkaç katı büyüklüğünde bir rahatsızlığı ziyaretçilerin yarattığı sahnelerden almaktaydım.Türbeyi ziyaret için kuyrukta bekleyen kalabalığın itiş kakışına aldırmadan cin fikirlik yapıp aradan kaymaya çalışan kafaları Zülfikar bandajlı gençlerin görevlilere karşı takındığı hakaret vari tavırların ötesinde delikli taş bölgesi rezalet manzaralar ile doluydu.Geçmişte Alevi örgütleri’ yle yerel yönetim arasındaki çekişmeyi duymuştum .İlçe yönetiminin organizasyon süresince takındığı tekelci ve otoriter tutumun bir çok protestolara neden olduğuysa bir gerçekti.Şu an ziyaretçilerin neden olduğu manzaralarsa beni ilçe yönetimine karşı neredeyse daha anlayışlı ve sevecen düşünmeye itmekteydi.Delikli taş mezarlığı’ nın çevresi araç, çadır,insan, kesilmiş hayvan organları, dışkı ,içilip fırlatılmış rakı,bira şişeleri,çöp ,poşet ve mangal artığı izleriyle doluydu.İki er kişi ise akşam üstü bir mezarın göbek taşına bağdaş kurup alkollerini yudumlamaktaydılar, Bu olumsuz görüntülerle organizasyon komitesi arasındaki ilişkiyi düşündüğümde dört dörtlük olmasa da belirli bir düzenin tesis edilmeye çalışıldığı anlaşılabiliyordu.Çevreye çöp kovaları konmuştu mesela. Lakin bu rezil dağınıklığa düzensiz ve ilkel kalabalığın kuralları hiçe sayan boş vermişliğinin neden olduğu aşikardı.Aynı manzaraları zaman zaman yol tv.de izlediğim başka etkinliklerde de görebildiğimden sorunun tamamen insan alışkanlıklarıyla ilgili olduğunu rahatlıkla fark edebiliyordum.Bir yandan piknik,duman yelpaze ve mangal görüntüleri,bir taraftan dualı duazlı konser sesleri ,sloganlar,afişler ve bilmem nerenin dernek başkanı olduğunu beyan ettikten sonra meseleyi genelde de bilimsel sol ve alevi literatürden ezberlediği üç beş kelimeyle uzattıkça uzatan adamlar.... Deliklitaşın girişindeki kurban kesim yerindeyse on ya da onbeş yıl önceki gelişimden beri sanki sürekli çalınmaya devam eden kerbela matemiyle ilgili o rahatsız edeci gürültülü müzik aralıksız çalınmaya devam ediyordu.Bir,iki,üç,yedi.on... ...Kırkbeş dakikalık sürede defalarca aynı bozuk bozkır şivesinin nameleri tekrarlanmaktaydı. .İlginç olansa bu durumun bilincimde yarattığı izlenimdi.Alevi toplumu da tıpkı bu bozuk müzik gibi sanki kendisini saçma sapan tekrarlara saplamış ve bir adım öteye geçmeyi başarmaya hiçbir zaman isteklilik göstermemişti..Sanki müzikte anlatılan yezit,mervan , şimbil ,keşişin kurban eylediği yedi oğul başı gibi ne idüğü belirsiz Arap menkıbelerinden alınma iktidar mücadelesinin yenik ama masum tarafı olmayı övgüyle kabulleniş ve her olayı bu algılamayla değerlendirip kendilerine avunabilecekleri bir mücadele alanı yaratma beyhudeliğiydi sürüp giden.Garip ama beni sıkan bir tekrar edişti bu. Ama Gül bacı’ nın bizlere kumanya olarak hazırladığı içli kömbe,üzüm,domates,peynir ve poğaçalarla beraber içeceklerden oluşan yemeğimiz iyi gelmişti doğrusu. Yemek sonrası birkaç resim çekmek üzere deliklitaş’a çıkacaktık.Ortalık günahkarlık testini başarıyla geçmeye çalışan insanlarla doluydu.İnançlarla ilgili simgesel davranışların kendi doğal mantığı içinde değerlendirilip anlayışla karşılanması gerektiğini düşünüyor olsam da Erciyes’ten fışkıran volkanların oluşturduğu bu taşın deliğinden geçmeyi gerekli görmeyecek.sadece resim çekmekle yetinecektim.Taşın etrafında biriken insanların iyi niyetli ve inançlı ruh hallerinin güzelliğine keşke bir parçada sıraya girme,itişip kakışmama,öndekine saygı duyabilme özellikleri eklenmiş olabilseydi.Damat Erdoğan bey ise bu itiş ve kakışa daha fazla seyirci kalamayacak,deliklitaşın on yıllık muhtarı edasıyla olaya el koyacaktı. Sükuneti sağlamaksa mümkün olmadığından bir süre sonra o da pes edecekti. Ama harika bir gün batımı manzarasıyla karşı karşıyaydım.Dilek ağacı ’na ip bağlamaya çalışan Zeynep ablayla genç kızların ve kadınların hemen solundan tüm kızıllığıyla batan güneşin sunduğu pozları fotoğraflamayı başarmıştım.Beş taş’ ların yanında duran yaşlı Hacıbektaşlı kadınlara sarı tişörtlü genç bir kızın sorduğu soruysa epey ilgimi çekecekti.Kızın kendisi daha önce bir dilek tutmuş ve kendisine dileğinin gerçekleşeceği söylenmişti.Daha sonra ise ondan habersiz olarak annesi aynı dileği tutmuş,bu sefer dileğin kabul olmayacağı söylenmiş Bu durumda ne olacaktı.Kız birazcıkta hakkını arar bir telaşla bunu soruyordu kadınlara. Sorunun cevabı mı….Duyamadım doğrusu.Hava kararmak üzereydi zaten.Konserlerse çoktan başlamış olmalıydı.Merkeze döndüğümüzde İpek Mehmet vardı sahnede..ilgimi çekmişti İpek Mehmet.Zira Kıbrıs’ta görev yaparken Musa Eroğlu’ nun söylediği ve benim sürekli dinlediğim bir parçası vardı İpek Mehmedin.Konserde de o parçasını söylüyordu. Yine karlar yağdı gönül dağıma Kime ne söyleyim kime ne deyim Yaz ayında gazel düştü bağıma Kime ne söyleyim kime ne deyim. İpek mehmet yandı aşkın narına Göz göze gelmedik nazlı yarınan Bütün ömrüm geçti ahu zarınan Kime ne söyleyim kime ne deyim. Sıkça dinlediğim ve sazlada çalıp söylediğim bu parçayı sağ görüşlü oda arkadaşım portofino bile çok sevmişti. İlginç bir kişiliği vardı porto’nun. sürekli halk müziği dinler ama Abdullah Çatlı’ ya da tapardı adeta .Portofino’nun vatanseverlik duygularında bir idol olan ve Paris’teki sen nehri ’nden abdest almış ünlü ekibin lideri olan Çatlı’da yabancısı değildi bu toprakların.Topu topu Hacıbektaş’a yarım saatlik mesafesi bulunan Kozaklı ilçesine mensup olduğunu okumuştum portofino’nun kitabından. İpek mehmed’ in ilgimi çeken bir diğer yönüyse çocukken dinlediğim ilk teyp kasetinin babası İsmail ipek ’e ait olmasıydı .Almanya’dan Hanife teyzemin anneme hediye ettiği teyple beraber o kasette gelmiş, yıllarca da dinlenmişti Çadıryeri ’ndeki gecekondumuzda. Sonra Emrah Mahzuni çıktı sahneye.Türkiye’nin sıkıntı çektiği üç Abdullah’tan bahsetti. Öcalan ,Çatlı ve Gül ‘ ün aynı mihverde buluşturulması konusuna ben pek bir alaka kuramadım doğrusu .Boyundan ve beyninden büyük laflardı bunlar.Kendince sergilemeye çalıştığı sahne şovunun bir parçasıydı belki de.Babası büyük bir ozan olan (Mahzuni Şerif) Emrah hiçbir zaman üçüncü sınıf saz ve türkü aşıklığının ötesine geçemeyecek kadar yereldi.Torun Mahzuni ise birazcıkta ailenin yönlendirmesiyle büyük bir mirasa sahip edilmek istenen tatlı bir delikanlı adayıydı sadece.Ama ilerde delikanlıya da ağır gelebilecek gereksiz ve erken bir yönlendirmeydi bu. Mercan Erzincan henüz yeni alışmaya çalıştığı kalabalıklar karşısında heyecanlı mütevazi ve sade güzelliğiyle harikaydı bana göre.Eşi Erdal ise mükemmelin ötesinde bir bağlama virtiözü olduğunu canlı canlı sergiliyordu..Ama o kadardı sadece.Dahası olmalımıydı.... fikir yürütme hakkını görmüyorum kendimde. Ama sanatçı beklide birçok şey olabilmeliydi diye düşünüyorum.Birden fazla şey olabilmeyi layıkıyla başaransa Sebahat Akkiraz’ dı elbette.Sesi, yorumu ve tavrı ile mükemmeldi.İnandığı öğreti ile ilgili deyişleri okurken insanı manevi alemin tınısıyla buluşturuyordu adeta.Topluluğa yönelik uyarısıysa yerinde ve gerekliydi.’’Gençler edepli olalım.Bizim yolumuz edep yoludur.Burada kadınlarımız,kızlarımız var…lütfen edepli olmayı öğrenelim.’’ Zira etraf her zaman olduğu gibi alkolün etkisiyle itişen adamlarla doluydu. Diren,Songül ve Dilek’in Mustafa Özarslan ’la resim çektirmelerinin öncesinde gecenin sürprizi teyze kızı Koner ablayla karşılaşmamız olacaktı.yanında Sevim ve Elif ablanın tatlı kızıyla beraber Antalya’dan ekip halinde gelmişlerdi.Birlikte hatıra resim çektirip vedalaşırken uykusuzluk ve yorgunluk yüzünden okunuyordu Koner ablanın.Esasında hepimiz aynı durumdaydık. Emekli bir asker olan belediye başkanıysa beni şaşırtacaktı..Gençlerin taşıdığı Deniz Gezmiş posteriyle ilgili güzel sözler söylemesi ,asker kökenlide olsa politikayı yavaş yavaş öğrendiğini gösteriyordu.Zira ona oy veren ve oraya gelen kalabalık için Deniz önemli bir simgeydi.İkinci ilginç durumsa gelen ziyaretçi kalabalığı için Hacıbektaş esnafının kurduğu hediyelik eşya pazarının bir benzerinin de politik beklenti ile yaklaşan örgüt ve kişilerce kurulmuş olmasıydı.Biz kaç kişiyiz-Tuncay Özkan, Mustafa Sarıgül,Yol clap..Cem vakfı..Velhasıl Alevilik pazarında tezgah yerleri daim bulunan ve kendince hesapları olan her kesimi görebilmek mümkündü,Perdeyi kapatansa gecenin zifir karanlığında kaldırıma oturmuş ve yanında içilmiş boş bira şişeleri bulunan sarhoş bir Hacıbektaş’lının sazı eşlinde söylediği Mahzuni baba’nın eski bir türküsü olmuştu. Ammerika katil..katil...katil.. Oturduğu kaldırım taşından sazıyla birlikte yuvarlanmamak için çaba sarf etmekte tereddüt gösterdiğiyse her halinden belliydi adamın. Erciyes dağının Ürgüp-Göreme-Avanos yöresine nazaran daha az cömert davrandığı Sulucakarahöyük’te ki Ulu Hünkar’ dergahından sabaha karşı ayrılırken, Yemliha beldesi yakınlarında Ankara asfaltını bir köprüyle kesip Avanos üzerinden kapadokya’ya doğru sessiz telaşıyla binlerce yıldan beri olduğu gibi yol almaya devam ediyordu. kızılırmak,. Bozkırdaki Üç ulular diyarında Akşam üstü bütün kızıllığıyla gün batımını, gece de yarım ay tutulmasını izlemiş ,şafak vakti Kayseri’ye dönüyorduk, Gündüz yoğun hisettiğimiz ağustos sıcağına rağmen alacaşafağın soğuğu azda olsa gösteriyordu kendisini. Erciyes’in binlerce yıl önce fışkırttığı küllerle şekillenen ve Kızılırmağın ince yeşil bir çizgi halinde can verdiği bozkırın en orta yerine ne hikmetle asırlar sonra ulu bir hünkarın gelip yerleştiği ve kutsal dergahını kurduğuysa seher vaktinin sihirli sorusu olarak yanıtsızca beklemekteydi bilincimde. Erdal GEÇER
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Erdal GEÇER, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |