..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Özgür insan, denizi daima seveceksin. -Baudelaire
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Roman > Karakterler Üzerine > beyza




31 Ağustos 2008
Şu Anda İsimsiz  
işin başı

beyza


Bu yazıyıyazdıktan sonra 2 kişiye okuttum. ikisi de çok akıcı bir dilinin olduğunu,çok güzel bir konusunun olduğunuve devamını sabırsızlıkla beklediklerini söylediler. umarım sizde devamını sabırsızlıkla beklersiniz.


:BHFE:
1. BÖLÜM

O an kafasını kaldırır ve başucundaki lambanın bile artık onu ne kadar rahatsız ettiğini düşünür. Bu ev artık onu boğmaktadır. Annesi ve babasının uçak kazasındaki ölümlerinden sonra kendini bu evin içinde çok yalnız hisseder. Yaptığı tek şey ise bütün gün oturup onların anılarını yazmaktır. Oysa 2yıl önce her şey ne kadar da güzeldi diye düşünür. Birdenbire nasıl bu kadar kötüleşebildi. 2 yıl önceki doğum gününü anımsar; anne ve babasının her zamanki unuttu numarasını. Kardeşi, arkadaşları hiçbiri yanında değildir artık. Masadan kalkar, mutfağa doğru yönelir. Tam o sırada dolabın yanında duran saati fark ederek işe gitmesi gerektiğini hatırlar. Her şeyden olduğu gibi barda çalışmaktan da nefret etmektedir.

-     Hey! Koray hoş geldin adamım.
-     Of kapa çeneni Taha hiç havamda değilim. Bugün yine masanın başında uyuya kalmışım ve her tarafım ağrıyor.
-     İşe gelmek zorunda olduğun için üzüldüm dostum, neyse seni yalnız bırakayım da kafanı dinle. Çünkü birazdan müşteriler damlar buna zamanın olacağını hiç sanmıyorum.

Koray her sabah hayalin kurduğu gibi bu adamın üstüne atlamanın ve onu şuracıkta öldürmenin hayalini kurar. Bunun hiç gerçekleşmeyeceğinin bir kez daha farkında olarak. Tam o sırada cemrenin sözü aklına gelir. “Bu hayallerin bir gün gerçek olacak mı çok merak ediyorum doğrusu.” Küçüktü o zamanlar Koray hem de deli gibi âşık küçük bir çift yüreğe sahipti. Aşktan mı bilinmez bu sözü düşündüğü her defasında heyecanlanır kalbi atmaya başlar; aslında kafasında kurduğu şeylerin gerçek olabilme ihtimalidir onu böyle yapan aşk değil.

-     Koray! O işi hala bitirmedin mi sen? Gel bakıyım yanıma hemen.

İşte patron gelmiştir. Fevzi baba iyi hoş adamdır aslında da 6 ay önce bulaştığı karanlık işler onu bu hale getirdi diye düşünür Koray. Ama aslında bu onun umurunda bile değildir çünkü şu anda kafasını sokacağı bir yeri varsa ve hala açlıktan ölmediyse bunu Fevzi babaya borçludur. Sadece ve sadece ona. Yinede hep onun kötü işlerine bulaşırsa ne olacağının hayallerini kurmuştur kafasında.
20 yaşında biri için bu kadar hayal fazla ama o hiç vazgeçmemiştir hayallerinden ve yazılarından. Küçükken ders çalışmayıp kafasını bu tür şeylerle yorduğu için babası ona kızardı. Bir baltaya sap olamayacağını söyler dururdu hep. Şimdi burada olmayışına, bu durumunu görmeyişine sevinecekti neredeyse.

-     Koray! Baksana buraya ya 5. seslenişim hey! Kendine gel, geri dön oğlum ya Fevzi baba çağırıyor.

Koray daldığı derin düşüncelerden çıkarak:

-     Dur oğlum be ne sarsıp duruyorsun, tamam anladık. Dalmışım şöyle bir duydum Fevzi babayı gidiyorum.
-     Of kovalım şu çocuğu diyorum ama dinleyen yok ki işte.

Odaya doğru ilerler, cam kapıyı bir ayna olarak kullanarak. Siyah, hafif uzun ve kıvırcık saçlarını düzeltir. Sahip olduğu tek pantolonunu elleriyle şöyle bir silkeler. Elbette bunları yapmasının sebebi Fevzi babanın insanların onun karşısına çıktıklarında sersem gibi görünmelerinden nefret etmesidir. “ Bazen kızının ve karısının ona nasıl dayandığını merak ediyorum.” diye mırıldanırken aniden kapı açılır.

-     Oğlum neredesin? İki saattir seni bekliyorum.
-     Tamam, Fevzi baba ben işlerimi bitireceğim. Düzenli bir şekilde çalışacağım bugün.
-     Ya Koray bırak işi mişi şimdi, gir odaya da konuşalım başım fena halde dertte.
-     Dertte mi? Ama siz bana az önce demiştiniz ki…
-     Unut oğlum onu bu özel bir konu. Karımın ve kızımın hayatı tehlikede ve senin yardımına ihtiyacım var evlat.

Koray odaya şöyle bir göz attığında içeride duran masayı görür, daha sonra da üstünde duran kahvaltı sofrasını. İşte ne kadar acıktığı tam o sırada aklına gelmiştir. Ama biraz geç olduğunu fark eder. Çünkü şu anda önünde duran zavallı adam ondan yardım isterken onun burada oturup yemek yemesine imkân yoktur. İşte şimdi yanlış şeyin hayalini kurmuştur. Çünkü esas olay Fevzi babanın ondan istedikleridir.

-     Evet, Fevzi baba seni dinliyorum.
-     Bak oğlum çok büyük bir iştir. Canının tehlikeye girmesini istemiyorsan her şeyi bilmemen gerekir. Umarım beni anlıyorsundur?
-     Tamam, Fevzi babada benim anlamadığım sen nasıl bulaştın bu işe? Ayrıca ben ne yapabilirim ki, ne yardımım dokunabilir ki?
-     Dur oğlum dur anlatacağım hepsini ama biraz yavaş git bakalım. Senin yardımın olabilir çünkü kaybedecek bir şeyin yok ama diğerleri; hepsinin bir ailesi, karısı ve çocukları var. Hem senin belki kazancın bile olabilir bu işten. Bak oğlum iyi düşün.

Şimdi bu yaşlı adamı anlayamamıştı Koray. Ne demek istiyordu bu herif? Ailesi ve çocukları olmayabilirdi ama onunda kaybedecek bir canı vardı. Şu anda bu söyledikleriyle onun canını hiçe saydığını kanıtlıyordu. İşte bu sefer aklından ilk geçenler hayaller değil gerçekler olmuştu. Ama bundan hiç şikâyetçi değildi. Kendinde bu derin kuyunun hayalini kuracak gücü bile göremezken Fevzi baba ona yardım edebileceğini nasıl düşünebiliyordu. Buna bir türlü anlam veremiyordu. Şimdi ben bu iş yapamam diyip burayı terk mi etmeliydi. Yoksa kalıp kurtarıcı rolünü mü oynamalıydı. İşte gerçek buydu. Onun kazancı ne olacaktı? Tabi ya, para, başka ne olabilirdi ki? Kirli para olacaktı onun kazancı, ya da ölüm. Eğer burayı terk ederse gidecek bir yeri, yapacak hiç bir şeyi yoktu. İlk başta bu yaşlı adama kızmıştı ama o haklıydı galiba kendinden başka kimsesi yoktu. Ve bu adama, hala hayatta olmasına yardım eden bu adama borcunu bu şekilde ödeyebilirdi. En azından onu dinleyip bunu yapıp yapamayacağına sonra karar verebilirdi. O, bu kadarını hak ediyordu.

— Tamam, Fevzi baba seni dinliyorum anlat bana.
- Öncelikle sana ihtiyacım var. Çünkü burada çalışıp da bu işlerin içinde olmayan tek adamım sensin evlat. Yani tanınmıyorsun ve bu her şeyi daha da kolaylaştırıyor. Tek sorunumuz onların içine girmen, sanırım bu biraz zor olacak.
- Nasıl yani neden onların içine girmem gerekiyor ki?
- Çünkü kaleyi içten fethetmemiz lazım da o yüzden. Onların bütün pisliklerini öğrenmemiz lazım ki bunları kullanabilelim aynı onların karım ve kızımı bana karşı kullandıkları gibi, önemli olan elimizde yeterince delil olması.
- Tamam, orası kolay da ne yapıcağız biz bu delilleri baba? Ayrıca sen bana dedin ki : “Senin kârın olacak.” O nedir Fevzi baba, benim kârım nedir ki bu işteki?

- Delilleri tabii ki polisle işbirliği yaparak kullanacağız. Senin karına gelince işte onu sen en sonunda öğreneceksin biraz gizemli he ne dersin?

Of kafam iyice karışmıştı, bu adam Mafya değil miydi, nasıl polisle iş birliği yapacaktı ki? Ama şu anda kendini o mafya babalarıyla çarpışırken hayal ediyordu da, bu eğlenceli olabilirdi. Yıllar sonra yaptığı kaslar sonunda işe yarayacaktı. Hem belki de bu adamları kullanarak kardeşini bile bulabilirdi. Onları her yerde parmağı vardır ve bu işime yarayabilir.

-     Artık hiç canım sıkılmayacak desene. Hehe tamamdır bu iş.
Fevzi babanın ona bakan dik bakışlarını görünce kendi kendine konuştuğunu anladı.
-     Pardon Fevzi baba ben yani şey… Olur, ben hazırım sen bana ne yapacağımı söyle yeter.
-     Bak çocuğum bulacağın adam Aksa mafyasının başıdır. Tek yapman gereken onu bulmak ve aralarına karışmak, şimdilik senden istediğim tek şey bu. Gerisini sonra konuşuruz. Evine git ve dinlen bundan sonra seni zor günler bekliyor. Bu telefonu al, bu bizim gizli hattımız olacak. Artık burada çalışamayacaksın, kendine dikkat et. Onların kirli işlerini yapmak zorunda kalabilirsin. Biliyorum senin için zor olacak ama buna dayanmalısın. Seni ben arayacağım sakın sen beni aramaya kalkma!

Ne demeliydi ki şimdi Koray bütün bu olanlar için bu yaşlı, mavi gözlü, kır saçlı, bodur adama teşekkür mü etmeliydi? Yani onu bir mafyaya bulaştırdığı için, beklide ölüme sürüklediği için teşekkür mü etmeliydi? Gerçekten bilemiyordu. Ama bütün bunları evde düşünmeye karar vermişti. Sırf kibarlık olsun diye bir teşekkür edip oradan ayrıldı. Yolda ise aklına gelen soru onu delirtmeye yetmişti bile. Bu Aksa mafyasını nasıl bulacaktı? Bunu nedense hiç düşünmemişti ve bu yüzden kendine küfürler yağdırıyordu. Fevzi baba bir daha onun yerine gitmemesi, onu aramaması gerektiğini söylemişti. İşte şimdi içini kaplayan korkuyu hissedebiliyordu. Çocukluğundan beri her korktuğu zaman yaptığı gibi sıcak bir duş aldıktan sonra, tekrar bugün olanlar düşünmeye koyuldu. Neden bu işi tam olarak öğrenmemişti ki? Sorun neydi niye bu mafyayı çökertmeleri gerekiyordu. Ya da bu adamlar Fevzi babanın kızı ve karısından ne istiyordu? Çok karışıktı. Gerçekten şu anda her şeyi bir kenara koyup biraz dinlenmeliydi. Fevzi baba da ona bunu önermişti zaten “ zor günler seni bekliyor.” Demişti ona.
Umarım iyi bir iş yapıyorumdur diye düşündü ve yatağa uzandı. Eline kâğıtlarıyla en çok sevdiği kalemini alarak her zaman yaptığı şeyi yapmaya hazırlanıyordu ki kardeşi geldi birden aklına. Bir seferinde annesiyle babasının yokluğundan etkilenmiş onları çok özlediğini, uyuyamadığını söyleyerek yanına gelmişti. Onun kahverengi gözlerinden dökülen yaşları gördüğünde ne yapması gerektiğini bilememişti bile. Bir saat kadar yanında yatmış, başını okşamış ve onu annesiyle babasının geri döneceğine inandırmaya çalışmıştı. Fakat bütün çabaları nafileydi. Umut bir türlü ağlamayı kesmiyordu. Koray’da daha önce hiç onu teselli etmek zorunda kalmamıştı. Bu işlerle hep annesi ilgilenirdi. O genelde umutla kavga ederdi. Onu çok sevmesine rağmen yaptığı hareketler kendisini deli etmeye yeterdi. Ne yapabilirdi ki? Umut o gün sabaha kadar ağlamıştı ve Koray’da sabaha kadar onu dinlemek zorunda kalmıştı. Sabaha karşı aklına Umut’un futbolu ne kadar çok sevdiği gelmişti. Onunla oynadı. Ve hayatında ilk kez bunu yaptığı için kendini çok suçlu hissetti. Ne iyi bir evlat ne de iyi bir kardeş olabilmişti hayatı boyunca. İki gün, tam iki gün sonra annelerinin harbini almışlardı. Umut yıkılmıştı kimseyle konuşmak istemiyordu artık. Zaten iki gün sonrada kaybolmuştu umut. On dört yaşındaydı. On dört yaşında bir çocuğun gidebileceği her yere bakmış, yapabileceği her şeyi düşünmüştü. Yinede bulamamıştı. O da diğer herkes gibi kendisinden kaçmıştı işte. Ve onu bulmaya gücü yetmemişti.
O sıralar o kadar mutsuzdu ki, o kadar kopmuştu ki dünyadan sonradan ona çok ilginç gelen ama o zamanlar fark edemediği bir şey fark etmişti, daha doğrusu birçok şey. Annesi ve babasının mezarları yoktu. Ve polis bütün eşyalarına el koymuştu. Ama neden? İşte nedenini bir türlü çözemiyordu. Beklide çözmek istemiyordu. Hâlbuki o zamanlar kardeşim ne kadar çok ağlamıştı annem ile babamın bir mezarının bile olmadığını söyleyerek. Evet, onu bile dinlememişti. Her zaman ki gibi kendini ve hayallerini düşünüyordu. Daha sonra bu konuyu Fevzi babaya açtığımı hatırlıyorum da o da çok önemsememi söylemişti bana. Bende bütün bunları unuttum işte. Şimdide uyumam gerekiyor, uyumalıyım artık geçmişime dair hiçbir şey yokmuş gibi düşünmeye devam etmeliyim.

2.BÖLÜM

—Ağabey ne yapıyorsun sen sakarlığın sırası mı şimdi, iş üstündeyken? Çabuk al şunları da çıkalım bu evden. Of patron kıyma gibi kıyacak beni senin yüzünden.
- Tamam, Selçuk ağabey yeniyim işte. Affet hemen hallediyorum vazoları.
- Of oğlum ya toparla artık kendini patron canımızı okuyacak şimdi. Allahtan evden çıkmayı başardık ya bide yakalansaydık o zaman ne yapardık? Neyse unutalım artık patron duymasın. Hah bizim yere de geldik zaten. Sakın konuşma, ben gereken her şeyi söylerim sen sakın karışma. Amcaoğlusun diye getirdik baksana başıma açmadığın dert kalmadı. Bari çeneni kapalı tut oğlum.
—Tamam, Selçuk ağabey tamam bir daha tekrarlanmayacak söz ağzımı bile açmayacağım. Hatta ben seni bizim deponun orada bekliyorum.
—     İyi, tamam sen beni orada bekle Murat sakın bir yere kıpırdama ben patronla konuşup geliyorum.

Murat köyden yeni gelmişti, onu buraya amcaoğlunun yanına okuması adam olması için göndermişlerdi ama bu koca şehirde o da kayboldu işte o da kaybolanlardan çıktı. Aslında hiç istememişti bu işlere bulaşmayı, boğaz tokluğuna çalışıyordu Selçuk’un yanında, kalacak yeri olmadığından. Sonrada sakarlık yaptı diye böyle azar işitiyordu. Kaçmak istemişti, denemişti fakat nafile bu adamların gözü karaydı onu annesini ve babasını öldürmekle tehdit etmişlerdi. Gördüğü cinayetlerin işlediği suçların haddi hesabı yoktu geri dönüşü de yoktu artık. Şu ev dedikleri yerde eve benzeseydi bari depo işte koca bir depoydu. İçinde bir büyük masa, birkaç yatak, mutfağa benzer bir şeyler ve son olarak da murat’ın en sevdiği o küçük ayna vardı. Hee komedini de unutmamak lazım tabii ki aynanın önünde duran o küçük komedin.
Aslında buraya gelmeden önce o kadar da iyi bir insan olduğunu söyleyemezdi murat. Yinede cinayet işleyeceği, işlenen cinayetlere sesiz kalacağı aklının ucundan bile geçmezdi. Üstelik öldürdüğü her ölünün rüyasına girmeye başlaması onu korkutmuş, kaçmaya bile kalkışmıştı. Ama sonu kötü oldu işte direnmeye çalıştı fakat kısa boylu ve güçsüzdü yapabileceği hiçbir şey yoktu, olanları ve rüyalarını unutmaktan başka.
İçeri depoya girmişti. Aynanın önüne geçerek her zaman yaptığı gibi bıyıklarını taramaya başladı, gözlüğünü küçük komedinin üzerine bıraktı ve biraz kestirmek için yatağa doğru yöneldi. Kalktığında ise 2 saat geçmişti. Çevresine bakındı Selçuk ortalarda yoktu hâlbuki kendisine ortadan kaybolmamasını teyit etmişti. Biraz hava almaya ihtiyacı vardı. İstanbul gibi bir şehirde çok yer bilmezdi tek bildiği güzel yer Yeşilköy sahiliydi orayı da çok severdi. Gitmeye karar verdi. Tam kapıdan çıkarken Nejat ile karşılaştı. Ondan nefret ediyordu. Ne yazık ki o burada patrondan sonra gelen 2. adamdı yani sözünden çıkmasına imkân yoktu. Ne derse desin ona karşı gelemezdi. Hoş buradaki kimseye karşı gelemiyordu ya neyse bir keresinde bu iri yarı, kel çirkin adamın kardeşine tecavüz ettikten sonra öldürdüğünü duymuştu. Pislik bir herifti buradaki herkesten daha pislik.
—     Nereye gidiyorsun bakalım küçük fare yine deliğinden kaçmaya mı kalkıyordun. Yani eğer öyle ise kedilere dikkat etmeni öneririmde.
—     Yok, ağabey öyle bir niyetim yoktu. Sadece Yeşilköy’ e gidip biraz hava alacaktım o kadar.
—     Bak sen 2 saat uyku yetmedi birde Yeşilköy’e hava almaya he ulan sen kendini otelde zannediyorsun herhalde.
—     Yok, ağabey estağfurullah ne alakası var.
—     Yok, tabi aslanım olmasın zaten hadi kalk hazırlan işe çıkıyoruz.


Ona ne işi ağabey diye bile sormaya cesaret edemeden dediklerini yapmıştı. Bu adam çok korkunç, çok karanlıktı. Midesini bulandırıyordu. Kalktı, siyah pantolonunu ve gömleğini giydi. Montunun fermuarını yavaşça çekerken aklı Selçuk’a takıldı. O neredeydi neden kendisine haber vermek için bu manyak dövmeliyi göndermişlerdi ki evet lakabı buydu dövmeli. Ona bu lakabı vermelerinin sebebi kel kafasının üstündeki dövmesiydi. Diğerlerinin lakaplarını fazla hatırlamazdı, hep unuturdu ama bu adamınkini asla.
Bu seferki işte beş kişilerdi. Murat kaskını takarken bu işin fazla önemli olmadığını düşünüyordu beş az bir sayıydı. Yinede motorlarına bindiler ve dövmeliyi takip etmeye koyuldular. Çöplüğe benzeyen bir yerde durdular. Dövmeli her planda önce yaptığı gibi bilgi vermeye başladı.

—     Evet, çocuklar bu seferki mal teslimi. Onu teslim edip parayı alacağız o kadar siz buraya sadece beni korumaya geldiniz. Anlaşıldı mı? Bu yüzden gözünüzü dört açın.

Hiç kimsenin çıtı çıkmıyordu. Murat gibi herkes korkuyordu bu koca adamdan.

—     Anlaşıldı mı? Dedim ulan!

Şimdi bağırmaya başlamıştı. Hepsi birden titrek seslerle anlaşıldı dediler. Burası aynı bizim oradaki gibi bir depoydu çatısında türkuaz rengi figürler vardı. Tek farkı ıssızdı. Çok derin bir sesizliği vardı. Hepsi bu sesizliğe uyarak içeriye Murat’ın malların yüklendiğini sandığı arka kapısından girmişlerdi. Karşı takım hala ortada yoktu. Nejat her zaman ki gibi erken gelip tedbir almayı seçmişti. Sadece beş dakika önce tatbikide işte diğerleri de geliyorlardı. Baştaki adamlardı buluşup teslimi yapacak olanlar aynı filmlerdeki gibi fakat gerçekte hiçte o kadar kolay olmazdı hiçbir zaman. İşte adamlar buluşuyorlardı tam şimdi dövmelinin ayak seslerinin yankılandığını duyabiliyordu Murat. Karşıdaki adam ise kendisi gibi güçsüz ve sıkıcı gözüküyordu.
Patrona tekrar baktı. Ortalık sakin gözüküyordu. Kafasını indirdi, buradan birazdan uzaklaşacağını düşünerek rahatlamaya çalıştı. Silahını elinde tutuyordu onu kutuların arasına tetikçi olarak yerleştirmişlerdi. Ortalığı gözleyecek eğer bir problem çıkarsa devreye girecekti. Şu ana kadar bir şey olmamıştı ve bu durumdan da oldukça memnundu. Tam o sırada bir silah sesi o huzursuz sesizliği bozdu. Kafasını yavaşça kutuların arasından kaldırdı. Ateş edenin kim olduğunu anlamalı ve işlediği cinayetlere bir yenisini daha ekleyerek onu öldürmeliydi. Peki ya ateş eden onların guruptansa o zaman burada bu tüfekle hepsini öldürüp kaçmalımıydı? Köyüne mi dönmeliydi? Yok, böyle bir şeyi yapamazdı. Onu hemen bulur ve öldürürlerdi. Yapacağı tek şey şu karşıda, sağda duran adamları vurmaktı. Fakat kafasını çıkardığında gördüğü manzara ürkütücüydü. Herkes şaşkın bir şekilde birbirine bakıyordu. Silah sesi iki guruptan da gelmemişti. Peki, o zaman nereden gelmişti bu ses? Ürkek bakışlarını tekrar kutuların arasından uzattığında aklına gelen ilk olay bir keresinde arkadaşıyla cafede otururken duyduğu silah sesi olmuştu. O zaman ki durum bundan çok daha farklıydı tabii ki karısından boşanmak istemeyen manyak bir adamdı o zaman ateş eden. Öyle bile olsa silahlar hep onu korkutmuştu. Üstelik şu anda iki mafyanın ortasındaydı ve ne yapacağı hakkında en ufak bir fikri bile yoktu. O tam bunları düşünürken arkasında saklandığı kutulardan biri yere düştü. İşte yine yapmıştı sakarlığını şimdi bu adamların hepsi bakışlarını kutulara silahlarını da birbirlerine doğru yöneltecek ve burada büyük bir çatışma çıkacaktı. İşin kötüsü kendiside bu çatışma esnasında ölebilirdi. Eğer bu çatışmadan kurtulursa da dövmelinin yaptığı bu sakarlık yüzünden onu öldürmeyeceği de mamaydı. Şimdi bunları düşünmenin hiç sırası değildi ne olursa olsun bu cehennemden kurtulmak zorundaydı. Fakat bu kadar adam birbirine ateş ederken bu işi nasıl yapacağını bilemiyordu.
Düşürmediği kalan iki kutunun arkasından kafasını şöyle bir uzattı. İleride bizim guruptan üç onlarınkinden iki ölü yerde yatıyordu. Bu çatışma yeni başladığında ne olduğunu anlamaya çalışan beş tane salaktı sadece. Ateş kesilmemişti. Yerde üç ölü olduğuna göre iki kişi kalmışlardı. Kendisi ve bir kişi daha kahretsin ki sadece beş kişi gelmişlerdi. Bu adamlar canlarını okuyabilirlerdi. Gözü hemen dövmeliyi aradı. Onun ölmüş olabilme ihtimalini düşündü ama yok, ne yazık ki yerde yatan üç adamdan biri dövmeli değildi. Zaten o bir profesyoneldi çatışma başladığı anda hemen bir yere saklanmış olmalıydı. Sonra yerdeki kan izleri dikkatini çekti karşıdaki kutuların arkasına kadar uzanıyordu. Dikkatice baktı oradan ateş eden kimse yoktu fakat ateş kesilmemişti. Çatışma devam ediyordu. Eğer dövmeli yaralıysa, kendiside ateş etmiyorsa kimdi bu çatışmayı sürdüren?
Birden çatışma biterse kendisi ve dövmeli için hiç iyi olmayacağını anladı. Onları saklandıkları delikte bulur. Bir dolu işkence yaptıktan sonra acımadan öldürürlerdi. Olaylar hiç onun beklediği gibi gitmiyordu. En sonunda şu kan izlerinin gittiği yere doğru yönelmeye karar verdi. Tek yapması gereken hızlıca koşup kimseye fark ettirmeden şuradaki koca tahta kutuların arkasına girmekti, bunu başarabilirdi. Kendini toparlamak için içinden üçe kadar sayacak ve geçecekti. Beş saniye sonra karşı taraftaydı fakat arkasını döndüğünde silahını orda bıraktığının farkına vardı. Artık çok geçti dövmeli zannettiği kutuların arkasındaki şu yaralı adamı görmeli, eğer dövmeli ise onu alıp buradan uzaklaşmalıydı. Eğer değilse ne yapacağını daha sonra düşünecekti.
Koşmaya başladı içinde ne olduğunu bilmediği koca kasaların, kutuların arkasından koşarak iki köşe döndü. Oradaydı, adamın bacağını görebiliyordu artık yapacağı tek şey 2 adım atıp onun dövmeli olup olmadığını anlamaktı. Tam birinci adımını atmıştı ki çokta uzaktan gelmediğini anladığı polis sirenlerini duydu. Çabuk olmalıydı. Polis nasıl karışmıştı bu işe? Hiç bir şey anlamıyordu. Yoksa ateş eden de onların adamı mıydı? Peki ya ihbarı kim vermişti? Hemen buradan çıkmam gerek diye düşündü. Artık dövmeli umurunda bile değildi hem zaten dövmeli bu durumda olsa murat’ı bir saniye bile düşünmez kaçar giderdi buradan. Manyak herifin tekiydi ölmeyi de kendisinden daha çok hak ediyordu.2.adımını attı, adamın yüzüne bile bakmadan kapıya doğru ilerliyordu ki belindeki soğukluğu hissetti ve bir an kıpırdayamadı, oraya çakılıp kalmıştı sanki. Kimdi bu ona silahını çekmiş beklide onu şimdi öldürecek olan insan? Bütün bunları o mu planlamıştı? Ne kadar çok soru vardı kafasında“sus!” dedi ses birden “-sakın konuşma! Sağ tarafında tahtalarla kapalı olan yerde bir delik var işte oraya doğru ilerle ama yavaş yavaş eğer sesini çıkarırsan seni anında şuracıkta öldürürüm ve silahımdaki susturucu sayesinde kimsenin ruhu duymaz.
Murat korkuyordu bu adam polis ise neden onu şuradaki büyük kapıdan çıkarıp hemen önünde bekleyen polis arabasına bindirmiyordu eğer karşı guruptansa üstelik silahında da bir susturucu takılıysa neden onu öldürüp buradan kaçıp gitmiyordu? Adamın söylediği gibi tahtayı yavaşça kenara çekti gerçekten önünde bir delik duruyordu oradan da çıktıktan sonra adamın kim olduğunu anlamak için arkasını döndü fakat adamın yüzünde siyah bir maske takılıydı. “- şimdi yürü” dedi boğuk bir ses ile yapabileceği tek şey ona itaat etmekti. Sonunda buradan uzaklaştıklarında bu adamın kendisinden ne istediğini anlayacaktı.
3. BÖLÜM



Koray her zaman ki gibi yazarken uyuya kalmıştı. Saat on civarı bir telefon sesi ile gözlerini açtığında evin içi aydınlanmıştı. Çok uyuduğunu fark ederek yataktan fırladı, telefona uzandı ama çok geçti. Ucundaki her kimse çoktan kapatmıştı. Peki ya Fevzi baba ise?
Artık bir önemi yoktu çünkü telefon kapanmıştı. Kalktı üstünü giyinmeden önce bir duş aldı. Dışarı çıkacaktı ama nereye gideceğini bilemiyordu. Birden Fevzi babanın ona verdiği telefon geldi aklına. Dünkü ceketini aramaya koyuldu. Telefonu onun içine koymuştu da ceketi nereye koyduğunu kestiremiyordu odalara baktı ve oturma odasındaki küçük koltuğun üstünde buldu ceketini. Telefon kapalıydı. Büyük bir heyecanla açtı onu neden kapalı olduğuna anlam verememişti zaten. Fevzi baba her an arayabilirdi ne yapacağını haber vermek için diye düşündü ve düşüncelerinde yanılmamıştı bir mesajı vardı. Evet, tuşuna basarak hemen açtı bu mesajı içinde yazanları gördüğünde ise şaşkınlıktan yerinden kımıldayamamıştı o an, öylece kalmıştı beş dakika boyunca. Yapamazdı bunu yapamazdı çok korkuyordu ve bu mesaj tüylerini diken diken etmeye yetmişti. Öncelikle adını değiştir diyordu ona Fevzi baba bunu anlayabilirdi ama o bu güne kadar bir karıncanın bile canını incitmemişken nasıl bir insan öldürebilirdi? Üstelik bu mesajda yazana göre bir değil birçok insanın canını alması isteniyordu kendisinden işte bunu asla yapamazdı. İşin kötüsü Fevzi babaya gidip bunu yapamayacağını ona söylemesi gerekiyordu.
Kafası durmuştu her halde Fevzi babaya gitmesine gerek yoktu o zaten ellerinin arasındaki telefonun ucundaydı fakat bu haberi telefonda vermesi hoş olmazdı ne de olsa çok emeği vardı Fevzi babanın ona. Yanına gitmeli, onun gözlerinin içine bakarak söylemeliydi her şeyi. Bir saat kadar oturup oraya gidip gidemeyeceğini kendi kendine tartıştıktan sonra anca gitmeye karar verdi. Fakat evden çıktığında bile hala gitmemeli miyim? Diye düşünüyordu. Elinde değildi Fevzi baba ona bir daha gitmemesi gerektiğini söylemişti. Sanki onu iki kere sırtından vuruyormuş gibi bir hisse kapılıyordu. Hem sözünü dinlemiyor, hem de karısını ve kızını kurtaramayacağını söylüyordu. Otobüse bindiğinde ise bu düşünceler kendisini tamamen bırakmış onun yerini hangi işte çalışması gerektiği? Nasıl bir düzen kuracağı almıştı. Kovulacağından emindi neredeyse.
Otobüsten indi biraz yürüdükten sonra karşıya geçmesi gerekiyordu ve sonunda barın kapısındaydı işte. Kapıyı çaldı. Kapı açıktı, bu çok şaşırtıcıydı çünkü bu kapıyı daha önce hiç açık bulduğunu hatırlamıyordu yavaşça içeri girdi. Koltuklar, masalar hepsi dağılmıştı. Ne olduğuna anlam veremiyordu. Zaten bu günlerde ne olduğuna anlam vermek mümkün değildi. Bir adım daha attı zorla, arkasındaki kapıyı kapatarak. Nedense aklına ilk gelen insan Fevzi baba olmuştu onu da kaybetmeye dayanamazdı. Birden içeri Fevzi babanın odasına doğru koşmaya başladı. Tam kapının önüne gelmişti ki durakladı. Göreceği manzaraya hazırlamalıydı kendisini. Önce derin bir nefes aldı ve sonunda kapıyı açtı fakat Fevzi baba yoktu, etrafına bakındı kendisinden başka kimse yoktu barda. İşe gelmemişlerdi peki ama neden? Yinede her yeri aramaya karar verdi bir yerde bir ipucu bulurdu beklide bir yaralı. Bu adamlar her kimse çok acımasızlardı. Karısı ve kızı, Fevzi abanın sözlerini anımsadı. “ Bu çok büyük bir iştir; karım ve kızım tehlikede” oysa kendisi buraya ona bu işi yapamayacağını söylemeye gelmişti. Bu olay birden kendinden utanmasına sebep olsa da tekrar toparlandı. Adam öldüremezdi. Küçük bir kız, masum bir kadın, hayatta kalmasına yardım eden bir baba için bile olsa. Durdu. Bu hiç adil değildi çok büyük bir ikilemdeydi, bunu hissedebiliyordu. Artık büyümenin zamanı gelmişti. Hayat hiçte rüyalarındaki gibi değildi. O çok daha zorlu, çok daha acımasızdı.
Tekrar etrafı araması gerektiğini hatırladı. Bir ize rastlayabilirdi. Bu hayat ikilemini Fevzi baba ile konuşacaktı. Şimdi zaman yoktu. Fevzi babanın da zamanının kalmadığı etraftaki dağınık eşyalardan belli oluyordu. Bürodan çıkıp mutfağa yöneldi. Orası da felaket gözüküyordu. Bütün eşyalar yerlerdeydi. Gözü birden mutfaktaki musluğa takıldı. Yüzünü yıkasa iyi olacaktı bu kendine gelmesini sağlayabilirdi. Yerdeki tavaları iterek ilerledi, musluğu açtı. Tam elini soğuk suyun altına sokmuştu ki arka kapının önünde yerde yatan kızı gördü. Onu tanımıyordu ama üstündeki önlüğe bakılırsa burada çalışmaya kendisinin yerine başlamıştı. Zavallı kız onu fena halde pataklamışlardı. Şimdi onun yerinde kendisi olabilirdi. Musluğu kapattı. Ona doğru yöneldi. Yere çömeldi. Neredeyse aynı yaşatalardı.
Geri döndü. Gözleri beyaz dolabı aradı, kafası durmuştu dolabı açtı içinden kolonyayı aldı. Tekrar kıza döndüğünde onun biraz ayılmaya aşladığını görmüştü. Yinede kolonyayı dolaba koymadı. Ona ihtiyacı olacaktı, eczane dolabından birkaç pamuk ve tentürdiyot da aldıktan sonra kızın yanına gitti. Onun kalkmasına yardım etti. Zavallı kız, kendisini de o adamlardan zannedip korkmuştu biraz başta ama sonunda anlamıştı ona yardım etmek istediğini. Kafasını kapının önündeki duvara yasladı. Önce yüzündeki yaraları temizleyecekti fakat uzun, sarı saçları yüzündeki yaralara bulaşmıştı. Yavaş yavaş canını incitmeden ayırdı yüzünden saçlarını daha sonra da yüzünü temizledi. Bunları yaparken hiç konuşmamıştı onunla. O da kendisiyle evet konuşmak istemişti ama yapamamıştı. Aslında onun soracak o kadar çok sorusu vardı ki kimdi bu adamlar? ,Hiçbir şeyden sorumlu olmayan bu kızdan ne istemişlerdi? Neden Fevzi baba ve diğerleri yoktu? Hiç birini soramıyordu uzun bir süre soramadı da ta ki kız konuşana kadar.

-     Merhaba, ben cemre hayatımı kurtardın çok sağ ol.
-     Yok, canım ne yaptım ki sadece yaralarını temizledim o kadar da büyük bir şey değil yani.
-     Senin için küçük ama benim için büyük bir şeydi diyelim ve bu konu kapansın birde bana hala adını söylemedin.
-     A affedersin dalgınlık işte bu günlerde o kadar garip şeyler oluyor ki kafam yerinde değil. Ben Koray
-     Koray! Sen misin? Şu bizim İzmirli Koray
-     A Cemre burada karşılaştığımıza inanamıyorum. Çok uzun zaman oldu. Nerelerdeydin? Neler yapıyordun?


Gerçekten çok uzun zaman geçmişti. Şimdi karşımda duruyordu ve bana bu uzun zaman süresince başından geçenleri anlatıyordu. Bir an onu dinlemediğimi yine hayallere daldığımı fark ettim. Onu tanıdığımda, âşık olduğumda 9 yaşındaydı. O mavi gözleriyle bana bakarken düşünemezdim bile tabii ki ondan sonra bir sürü kız oldu hayatımda fakat hiç biri onun kadar saf, onun kadar temiz olmamıştı. Tam onu sevdiğini söyleyeceği günü hatırlıyordu da babası onu çağırmıştı yanına taşınacaklarını söylemek için. Babası İşleri büyümüştü ve annesi ile birlikte İstanbul’a taşınma kararı almışlardı. Üç gün boyunca küsmüştü onlara Koray hem taşınıyorlardı hem de bunu kendisine tam Cemre’ye açılacağı gün söylemişlerdi. Ayrıca İzmir’de iken her şey daha güzeldi. Hiç buraya gelmemelilerdi. O günleri hatırladığında oluşan her zaman ki gülümseme işte tekrar kendisini göstermişti, uzun zamandır bulamadığı şu gülümseme.

—     Koray neden gülüyorsun orada! Ben ciddi bir şey anlatıyorum burada ama.

Koray Cemre’nin bağrışı ile tekrar dünyaya dönmüştü. Aslında onun bağrışıyla değil onunla karşılaştığı ilk anda dönmüştü dünyaya. “- Hiç daldım, bir an eskiye gitti aklım.”diye cevap verdi.

-     Dimi ya ne kadar da güzeldi İzmir günleri ah ah şimdi şu halime bak bu adamlar beni öldürecekti neredeyse.
-     Sahi kim bu adamlar? Neden sana böyle bir şey yaptılar ki ne alıp veremedikleri var seninle?
-     Onların alıp veremedikleri benimle değil Koray çok kötü şeyler oluyor burada.

Akşam olmuştu Fevzi baba ve diğerleri hala yoktu işte bu da ilk kez oluyordu fakat alışmıştı Koray, şaşırmıyordu. Üstelik Cemre’nin anlattıklarından sonra hiç şaşırmıyordu. Her şeyi yapabilecek güçtelerdi. İşte tam o an koymuştu kafasına Fevzi babaya yardım etmeyi zavallı adam diye düşünmüştü acımıştı ona. Beklide biraz sevdiği kıza yaptıklarının etkisi de vardı. Sevdiği kız mı? Seviyor muydu onu? Gerçekten bunu düşünmemeliydi. Gireceği işler onu sevmesine müsaade etmeyecekti buna emindi ama şu anda onun yanındaydı, onu zevkle dinliyordu. O bunları düşünürken Cemre birden ayağa kalktı, elinden tuttu ve “ hadi gidiyoruz.”dedi hala çılgındı. “Nasıl gideriz? Fevzi baba ve diğerleri ne olacak ?”Gelmediler işte bu saatten sonra da gelmezler zaten.”Yıllar sonra yeniden bulmuştum onu, kıramadım. Barı öylece bırakıp cıktık. Nereye gideceklerini bile bilmiyordu, bu deli kızı takıp ediyordu sadece nasılsa sonunda nereye gittiklerini görecekti. Şimdilik onu dinlemek yetiyordu.
Otobüse bindiklerinde Cemre’yi sesizlik kaplamıştı önemli değildi kafasını çevirdiğinde yanında olması bile yeterliydi Koray için fakat yinede bu onu rahatsız etmişti acaba cemre kendisinin yeterince dinlemediğini görüp, sıkılmış ve konuşmaktan da Koray’dan da vazgeçmiş miydi? Sonradan fark etti ki cemre otobüse yeni binen küçük çocuğu izliyordu. Çocuğun kahverengi kovboy şapkası gibi bir şapkası vardı. Beyaz çizgili gömleği de ona çok yakışmıştı. Bütün bu kıyafetler içinde o kadar şirin gözüküyordu ki onu izlememek mümkün değildi o an Cemre’ye hak vermişti. Bu küçük çocuk tıpkı bir adamı andırıyordu ona daha sonrada kendi çocukluğunu.
Birden Cemre’ nin kolundan çekiştirdiğini fark etti. İnmeleri gerekiyordu. Yine hayallerinden çekip almıştı Koray’ı ve üstüne üstlük birde “ Senin bu hayallerin ne zaman bitecek bilmiyorum. Yirmi yaşına geldin hala o İzmir’ de ki küçük çocuksun Koray. Hayat zor artık biraz büyümelisin bence.”diyordu. Koray kızmıştı ama adı gibi biliyordu aslında Cemre’nin haklı olduğunu beklide bu yüzden sustu hiç bir şey söyleyemedi. Ağzını açarsa söyleyeceklerinden de korkuyordu zaten. O, bunları bıraktı ve etrafa bakınmaya başladı nereye geldiklerini bulmuştu Yeşilköy sahiliydi burası canı sıkıldığı zaman şetçiği tek yer.

—     Koray bak ne kadar da güzel değil mi? Seni buraya getirdim çünkü burası benim en sevdiğim yer. Hatta biliyor musun? Şu koskoca İstanbul da tek sevdiğim yerde diyebiliriz dur biraz nedenini de söyleyeceğim çünkü burası Kordon ‘a çok benziyor Koray bana hep o eski anılarımı hatırlatıyor. Hiçbir şeyin planını kurmadan yalansız, tuzaksız yaşadığımız yılları hatırlatıyor bana.
—      Biliyorum hepsini Cemre hem de hepsini.

Cemre ile sabaha kadar oradaki banklardan birinde oturmuşlardı. Bütün gece orada öylece oturup sahili izlemiş ve Koray’a göre aşklarını itiraf etmişlerdi birbirlerine hem de hiç konuşmadan tek bir kelime bile söylemeden birbirlerini anlamışlardı. Sanki büyü gibiydi ve ikisi de biliyordu bu büyünün sabah sona ereceğini çok ayrı hayatları ve çok ayrı sorumlulukları vardı. Cemre ‘nin yaşlı bir babaannesi vardı barda çalışıp onun ameliyatı için gereken parayı toparlaması gerekiyordu Koray’ın ise kendinden büyük sorunları vardı. Hayat onları bu yöne savurmuştu işte böyle olması gerekiyordu insanlara hiç yapmayacağım dedikleri şeyleri bile yaptırıyordu hayat. Cemre, o çok çalışıp kazandığı tıp okulunu bırakmış. Koray ise masum insanların canını kurtarmak için beklide başka masum insanları öldürmek zorunda kalmıştı yâda kalacaktı ne fark ederdi ki. Bu kadar ayrı yaşamları ayrı amaçları olmasına rağmen Yeşilköy sahilindeki o bankta tek bir şey altında buluşmuşlardı; aşk bu da yine hayatın oynadığı bir oyundu onlara komikti gerçekten çok komik bu kadar zararın içinde birden bire güzel şeyler filizlenebiliyordu insan hayatında kısa süreli bile olsa bununla yetinmek gerekiyordu galiba.
Beklide böyle düşünmek yanlıştı. Sırf böyle düşündükleri için kızıyordu hayat onlara ama her şeye iyi yanından bakabilmek çok özel bir marifetti. O adeta bir güç gibiydi en zor zamanında devreye sokabildiğin bir güç. İşte bu güç Koray’ a verilmemişti ne kadar uğraşırsa uğraşsın olmuyordu onun için şu anda bile yaptığı şey yanlıştı Cemre ile beraber olmamalıydı. Kızı zaten Fevzi baba yüzünden yeterince pataklamışlardı birde kendisi yüzünden ölmesine hiç gerek yoktu.
Korkuyordu ona zarar vermelerinden korkuyordu ama ona bu olanları anlatamazdı anlatırsa biliyordu ki peşini asla bırakmayacaktı Cemre’yi iyi tanıyordu ve onu bu işlere asla bulaştırmayacağını da biliyordu. Bu yüzden her şeyi hallettikten sonra ona gidip onu sevdiğini söylemeye karar vermişti. Cemrenin onu affedeceğini umuyordu. Gerçi yapacağı şeyler ne kadar affedilebilir olurdu bilmiyordu ama yinede şansını deneyecekti. İşte güneşte doğuyordu zaten güneşin doğuşunu izlemek hep çok büyük bir zevk vermişti ona fakat şimdi bilemiyordu. Cemre ile ayrılmak zorunda olduklarını düşündükçe aynı şeyleri hissetmek zorlaşıyordu bu muhteşem olay için. Biliyordu ki güneşin doğuşu yaşam demekti, her şey demekti insanlar için fakat bugün onun için her şeyini kaybetmek olacaktı güneşin doğuşu demek. “ – Artık gitmemiz lazım.” Dedi Cemre. Koray Cemre’nin böyle söylediğini duymam azlıktan gelmek istedi. Bunu yapamıyordu. Biliyordu gitmeleri gerektiğini ve en kötüsü de karşı koyamamaktı. “ Dur gitme!”diyememekti. Buraya oturduklarından beri bu anı düşünmüyor muydu zaten? Neden bu kadar beklenmedik bir olaymış gibi duymam azlıktan gelmeye çalışıyordu ki? Yinede hiç bir şey söylemeden ayağa kalktı. Bunu yapmak için önce kendini toparlaması, ne diyeceğini düşünmesi gerekiyordu. Eğer konuşmaya birden başlarsa sonunda buradan kaçabilirdi bile onunla. Şu güzel sahile son bir kez daha baktıktan sonra sıra arkasındaki güzelliğe bakma vaktinin geldiğini anımsadı artık ona bir cevap vermeliydi.

—     Evet, Cemreciğim sana bara kadar eşlik etmemi ister misin? Benimde Fevzi baba ile konuşacak şeylerim vardı zaten onları da halletmiş olurum.
—      Ya aslında ben eve gidiyim diye düşünmüştüm Koray.
—     Tamam, canım sorun yok o zaman sonra görüşürüz nasılsa sen Fevzi babanın yanındasın artık değil mi?
—     Evet, orada olacağım baksa şansım yok ki zaten istesem de ayrılamam Koray biliyorsun durumu. Neden böyle olmak zorunda ki anlamıyorum hiç. Neyse bir daha girmeyelim bu konulara artık ayrılma vakti geldi. Zaman çabuk geçti değil mi? Tıpkı çocukluğumuz gibi. Ama bir gün daha başladı ve ikimizin de yapacak çok işi var. Lafı çok uzattım ben yine kendine çok iyi bak. Seni bulduğuma çok sevindim.

Ve bana sarılmıştı işte beklemediğim bir şey varsa o da buydu. Dayanamıyordum ona söylemeliydim bu sefer söylemeliyim diye düşünmekten alamıyordum kendimi acı çekiyordum onu bırakmak gerçekten acı veriyordu bana ama onun iyiliği için yapmalıydı bunu. Kolları ayrılıyordu işte omuzlarımdan tam o esnada ellerini yakaladım gözlerinin içine baktım ve kafamı zorla aşağıya indirdim.

-     Bende seni bulduğuma çok sevindim Cemre ama artık gitme vakti…
-     Koray sen iyisin değil mi?
-     Evet, evet gayet iyiyim ben bir sorun yok hadi artık gidelim buradan.

Onu otobüsüne bıraktıktan sonra kendiside bara gitmek için yola koyulmuştu. Yolda ise hala Cemre’yi düşünmekten kendini alamıyordu küçüklükleri geliyordu her defasında aklına oynadıkları oyunlar yaptıkları şakalar hepsini tek tek düşünmüştü barın kapısına gelene kadar. Kapıya geldiğinde ise her şeyi arkasında bırakmaya karar vermişti onu da geçmişi gibi geride bırakacaktı. Hem zaten Koray eski Koray olmayacaktı, başka biri olması gerekiyordu. Yeni bir hayatı olacaktı tabi eğer şu kapıyı açarlarsa bu üçüncü çalışıydı hala kimse açmamıştı. Dünkü olaylardan sonra kimsenin gelmeyeceğini nasıl akıl edememişti tabii ki herkes saklanıyordu. Onları öldürmek için gelmişlerdi barda olmamaları büyük bir şanstı öğrendikten sonrada saklanmışlardı tabii. Ne akıllı adamdı şu Fevzi baba kendisine ulaşması için bu telefonu vermişti eline. Hemen ona işi kabul ettiğine dair bir mesaj çektikten sonra bu seferde eve doğru yola koyuldu.
Sabah nereye gideceğini düşünürken şimdi bakıyordu ki gece eve bile uğramamıştı. Uykusu vardı ama uyuyamazdı Fevzi babanın mesajını beklemeliydi. Yatağa oturduğunda dünden beri bir şey yemediğini fark etti. Acıkmıştı bu koşuşturmaca onu yormuştu dolaba doğru ilerlerken aklına Cemre yaralandığı sırada bardaki buzdolabından aldığı kolonya geldi. Tekrar toparlandı ve dolaptan beyaz peynir kutusunu çıkardıktan sonra kapının arkasında duran ekmek poşet ininin içinde hafif bayatlamış duran ekmeği aldı. Ne yazık ki dolapta yiyecek başa hiç bir şey yoktu. Bir parça kuru ekmek ile peynire kalmıştı. Yaptığı ekmeği yerken tekrar anılarına dalmıştı. Her zamanki gibi üzgün anılardan biri idi buda ne yapabilirdi ki her şey bu kadar kötü giderken iyi şeyler düşünemez hale gelmişti kafasında hep sorular ve çeşitli düşünceler vardı. Annesi ve babası gelmişti aklına yine. Onların ölümüyle sarsıldığı anda böyle kahvaltı yapıyorlardı kardeşi ile birlikte.



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Babam [Şiir]
Bulutlar, Şarkılar ve Çiçekler [Şiir]
Babam [Şiir]
Babam [Şiir]
Babam [Şiir]
Babam [Şiir]
Babam [Şiir]
Babam [Şiir]
Babam [Şiir]
Kaybolan Çocuk Mu? [Şiir]


beyza kimdir?

Ben aslında kendime tam olarak bir yazarım diyemiyorum fakat kendimi geliştirmek ve sürekli yazmak istiyorum bu yüzden bu site ye üye olmaya karar verdim umarım yazdığım yazıları beyenirsiniz. Ve bana yardımcı olursunuz çünkü buna gerçekten ihtiyacım var.

Etkilendiği Yazarlar:
Ahmet ümit , osman aysu , victor hugo , carlo collodi,agatha chrıstıe


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © beyza , 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.