Üç gemi görünüyor uzaklarda…Üçü de aynı ufukta kaybolmayı bekliyor.Bense çınar ağacının gölgesinde ölmemden öce gelen ölümü bekliyorum.İskender’in aynası gibi gelen gemileri görüp,güneşin hararetini üzerlerine yansıtıp onları yakmayı düşlüyorum.Elif gibi dümdüz olmak mı yoksa lam gibi eğrilmek mi beni daha erken toprağa döndürecek bilmiyorum. İskender’in aynasından dünyayı seyrediyorum sadece.Cem’in kadehinden bir yelkenle kayıp gidiyorum bütün şehirlere. İki yakam çak etti artık. Sonunda baş ağrısı veren şaraplarla ağacın gölgesinde aklımın hüma’sını uçuruyorum ötesine geçemediğim sidreye.Sidreden öteye gidemem.Bu kargaşa içinde daha ne kadar oyalanacağım?Dokuz aynada gösterilenleri seyreden bir su olsam keşke.İnleye inleye geldiğim bu yerden aynı şekilde ayrılmasam. Yanımdaki çınar el kaldırmış tüm yapraklarıyla yalvarıyor.Bir yaprak düştü;sanki sonbahar yaprağını bir ırmağa saldılar bende düşüyorum onunla beraber.Bu ölümlülük zindanında yaban delileri gibi seher vaktini bekliyorum.Yerin altındaki balığa bakıyorum.Yanımdaki yaprakla beraber ahımın rüzgarıyla yola çıkmıştım;vücudun kayığıyla aksakallı yelken oldum.Ömrüm:akarsu,fanilik elbisesi ve yaprağımla beraber ruhun göç zamanında şehrin diğer ucuna;zengin fakir herkesin gittiği rıhtıma gidiyorum hüma kuşumla beraber.Güneşi ve ayı gözlerime gözlük etsem de göremem sidreden öteyi. Biz bölüşürdük diye başlardı her şey ama şimdi hiç kimse bölüşmek istemiyor. Ne varsa yokluktaydı!Oysa şimdi her şey varlıktan olmuş.Bilmiyorum.Ayna içindeki görüntüye nasıl değer verebilir?Küçücük olsam ,Sadefin ağzına düşen tek damla feride olsam,uğurluyla uğursuzların arasında.Hüma kuşu olsam Anka kuşunu kovalayan. İnsan yüzüne benzeyen Anka’nın ölüme yaklaştığı zaman son yuvasın içinde süslenmiş yuvadan uçup gitsem.Açlıktan karnına taş bağlayan gibi yüreğime tüm kayaları bağlasam.Şam’ın karanlığında kalsam hiç sönmeyen ışıklar altında…Suya salsam yüreğimi.Saye gibi paymal oldu gözlerim artık.Gölgem gibi çaresiz kaldım ellerimin hareketine düşman.Her akşam seyrettiğim yeşil ağacın üzerindeki kurumuş dal olsam.Bir an önce düşsem tüm gölgelerin üzerinden tüm bulutların içinden,hüma kuşuyla uçsam aklın gidemediği yerlere Şeddad’ın kurduğu sahte cenneti “irem”i göremeden batsam şehrin diğer ucunda.Sayesiz dolaşsam kaldırımlarda çırılçıplak ayaklarla,tüm sevdiklerimin gözlerinden geçsem de varlıksızlığı yaşasak her beraber.Bilmiyorum;gerçek ve gerçeksizlik arasında hilal şeklinde bükülmüş çınarın altına bekliyorum hiç görünmeyen üçlüyü.Satırlar arasında parçalanmış yakalarımla,düşmüş düğmelerimi ıslatıyorum gözyaşlarımla,hiç gidemediğim gerçeğini bulamadığım hayallerimle siyah satırlarımı döküyorum denize.Karalarla denizlerin çatışmasından uzak ;süpürülmüş tozların arasında yağmurları dinliyorum.Her gün aynı sulara düşüşümü seyrediyorum parçalanmış aynamdan.Tavandan sarkan beyazlığa inan karara zemin üzerinde çok zor gelip,çok çabuk giden rüzgarları izliyorum.Çaresizim bekliyorum,son trenin son geminin rıhtıma gelişini bekliyorum bir balığın sırtında……….