Kafile, nihayet bir aylık uzun ve zahmetli bir yolculuktan sonra, doğuya açılan kervan yolları üzerindeki büyükçe bir handa mola verecekti. Batan güneşin kızıla boyadığı çorak ufuklara değin uzanan, geniş ovanın orta yerinde, kocaman ve oldukça da eski bir handı konaklayacakları han. İrili ufaklı pek çok oyukla dolu sarı taş bloklardan hasıl duvarlarla çevrelenmiş, geniş bir avlu içerisinde dört büyük ahırı, iki büyük yemekhanesi ve bir gecede neredeyse üç yüz atlının konaklamasını sağlayacak kadar yatağı olan büyük bir handı burası. Hanın, girerken üzerindeki sarı boyası küflenmeye yüz tutmuş, altı ve üstü koca vidalarla perçinlenmiş, demir kapıları arasından geçip avluya girdiler. Avlunun orta yerinde büyükçe bir ateş yakılmış; bir köşesine kurumaları için birbirine parelel odun sıraları üzerine serilmiş hayvan derileri dizilmiş, diğer köşesine ise bir yandan ateşe doğru tuttukları ellerini ovuşturan, bir yandan da hararetli muhabbetlere dalmış adamlar sıralanmışlardı. Atlarıyla, her handa adet olduğu üzere, ateş üzerinden aşıp üzerlerine yapışan bakışlarla ahırlara kadar ilerlediler. Burada zayıf yüzü, kir ve yağdan kara bağlamış, ağzının kokusu bir fili bile bayıltmaya yetecek denli etkili olan paspal bir adam akrşıladı grubu. Merkala, 'hoş gelmişsininz efendiler' dedi Evhems'in atını geminden yakalayarak. Atlar ayakta zor durduklarına göre uzun süredir yolda olmalısınız. Hayrola beyim? Nasıl bir iştir bunca adamı atlarını deli gibi yollara koşacak kadar hırslandıran. Adam, çocukluğundan beri bu handa çalışan, kendini insan sarrafı sanan ve karşısındaki sıradışı adamların ağzından da işine yarayacak bir şeyler kapmaya çalışan, işgüzar bir tipti. Büyücü ‘leş etrafında dolanan çakallar gibi' diye geçirdi aklından. 'Aklı sıra laf yapmak için malzeme arıyor’. ’Uzun süredir yolda olduğumuz doğrudur. Lakin işimiz ve hırsımız bizi ilgilendirir, bir bakıcı yamağına düşmez bunu sormak’ diye tersledi adamı ve devam etti ‘sana düşen vazife bu hayvanları iki gün içinde kendilerine getirmektir. Gerekirse yalnızca bu hayvanlarla ilgilen. Mükafatın büyük olacaktır'. Adam içinden ne geçirdi bilinmez ama yedi uzun kılıçlı adamın keskin ve tehditkar bakışları arasından buyruk veren bu gizemli ihtiyarın sözlerine yalnızca kafasını sallayabildi. Bizim yedi kişilik küçük kafilemiz ise atlarını işgüzar yamağa teslim etmiş, iliklerine işleyen soğuktan donan bedenlerini ve kuru ayaz yüzünden çatlayan ellerini ovuşturark, dışı siyah demir parmaklıklarla çevrilmiş ve buharlanmış tozlu camlarından soluk-sarı bir ışık süzülen pencerelerin önünden geçip içeri girdiler. Büyücü, bir süre etrafına bakındı ve birden kahkaha atmaya başladı. ’Bunu seviyorum' dedi. 'Mutlu ve gülen insanlar görmeyeli uzun zaman olmuştu'. Hadi bir yer bulup ortama karışalım’ diye de ekledi. Sonra gülümseyerek hep beraber ortalıkta döneleyen hancıya doğru yürüdüler. 'Bize büyükçe bir masa bul hancı'. 'Üzerini de bir aydır aç olan yedi adamı doyuracak kadar yiyecek ve içkilerle donat. 'Hadi bakalım' dedi büyücü. Hancı usanmış yüz ifadesine zoraki bir nezaket katıp, keyifle gülmekte olan büyücüye eliyle yol gösterdi. Dip taraftaki büyük şöminenin önüne doğru ilerlerlerken Arkhalen’e baktı ve 'arkadaşınız pek bir neşeli görünüyor. Böylesine soğuk bir havada, böylesine berbat bir zamanda, üstelikte de bir aylık perişan edici bir yolculuktan sonra bile gülebildiğine göre, ya oldukça keyiflenmiş ya da deli olmalı' dedi münasebetsizlik ettiğinden habersiz, soru sorar bir tonda. 'Haklısın' dedi Arkhalen. 'Deli olmadığı kesin ama oldukça keyiflendiği doğru. Bunca zaman sonra mutlu insanlar gördüğüne seviniyor'. Hancı utanıp, gülümseyerek karşılık verip dip taraftaki büyük şöminenin önünde durdu ve 'burası beyim, buraya buyrun. Ateş üşüyen bedenlerinize iyi gelecektir' dedi. Başını sallayarak oturdu büyücü, alçak taburelerden birine. Onu diğer yedisi izledi. Hepsi de pelerinlerini sandalyelerine asıp üzerlerindeki kalın elbiseleri çıkardılar. İçeride, bir sürü davul, perküsyon keman, flüt, gaydalar ve gitarlarla yapılan neşeli müzikler eşliğinde dans eden kadınlar ve erkekler; masalarda karınları iyice şişmiş, ağızlarının kenarından içtikleri şarap ve biralar süzülen onlarca adam ve kucaklarında da onlara bir gece için de olsa kadınlık yapacak olan fahişeler, sağa sola koşturan ayakçılar ve boşların yerine dolu şarap ve bira fıçıları yuvarlayan işçileriyle sıradan bir handan farksızdı burası da. Arkhalen, dikkat çekiyor olmaktan rahatsızlık duyup ‘Nunterias, daha sessiz bir yer bulamaz mıydık? Dışarıda kamp kurmayı yeğlerdim' dedi. Müziğe alkışlarıyla tempo tutmakta olan büyücü, başını hafif yana eğdi, kaşlarını kaldırdı ve 'evlat bedenini fazla zorlarsan acısı fena çıkar. Hem dert etme, bunlar sıradan ve zararsız adamlar. Sanırım bu kadarını göze alabiliriz' dedi. Arkhalen, bu sözler karşısında şaşkın gözlerle bakıp bir şeyler mırıldandı. O sıra orta yaşlarda bir kadın yanlarına gelip ‘iyi akşamlar dilerim asil efendiler. Acaba masanızda güzel kızlarımız için de bir yer var mı?’ diye sordu. Büyücü, 'bana değil kadın gücü kuvveti yerinde olanlara sor sorunu' diyerek savuşturdu kadını. Kadın bu cavabın üzerine 'evet beyler' dedi davet bekleyen bir bakışla. 'Böyle ayakta dikiltmeye devam mı edecek siniz, yoksa güzel kızlarımı çağırayım mı?'. Olabilir, dedi Akalius, gülümseyerek barın kenarında masalarına doğru bakıp kıkırdaşan kızları görünce. Kadın bu lafı duyar duymaz ellerini birbirine çırpıp 'kızlar' diye seslendi barın önündeki yeni yetmelere. Yaşları on beş ile yirmi arasında olabilecek dokuz kız, cilveli adımlarla eteklerini tutarak geldi ve masaya oturdular. Her birinin yanına bir kız oturmuştu ve anlaşılan o ki Akalius baktığı sırada da aralarında bu yabancı adamları paylaşmaktaydılar. Kızlardan ikisi de etrafına göz gezdirmekte olan büyücünün yanına oturup yanaklarından birer makas aldı. Bu hareket üzerine gülme sırası diğerlerine gelmişti ve büyücü kızarana değin kahkahalar attılar. Masada keyifli bir muhabbet başlamıştı ki, elleri dolu adamlar, hancı eşliğinde çıka geldiler. 'Aman efendim bu ne hız' dedi hancı kahkaha seslerine boğulan masanın önüne kadar gelip. 'Yaşa hancı' dedi Evhems, gözleri ışıldayarak. 'Yiyeceklerinde kızların gibiyse çok yaşa...'