Sanatçının işlevsel tanımı bilinci neşelendirmektir. -Max Eastman |
|
||||||||||
|
Tutkularımızın hücresinde saklardık en deli yangınlarımızı Geceler sürerdik terli bedenlerimize, salardık dudaklarımızı Renklerin tam ortasında kalırdık, yorardık sevdalı ruhlarımızı Bakışlarının derin sularından kıyılara çıkınca bir omuz olurdun yorgun bedenimi ağırlayan. Kımıltısız süzerdin nefeslenmemi. Dudaklarının derin mahzenlerine beni çeker, yıllanmış mutlulukların kadehlerini doldururdun kadın ellerinle. İçtikçe sevgini sana acıkırdım, aşk sofranda obur bir adam olurdum. Yenilenirdim sana, bilenirdim sevdana, atılırdım kollarına ve ben korkusuz sarılışlarının ipek dokunuşlarıyla sana er bir şafak olurdum. Yastığımdaki silinmez kokuna yeniden sarılarak düşlere sereceksin az sonra ruhunu. Ne yana dönsen sevda, ne yana dönsen deli bir dürtü yakacak alevlerimin ulaşamadığı bedenini. Tuz denizlerinden kervanlar süreceğim ülkene. İpek yollarından hurmalar serpeceğim aşkla kavrulan dilinin vahalarına. Bir denizi yönelterek yaşadığın çukur iklimlere, ‘sana geldim’ diyeceğim dudağımda demlenen şafak kızılı şiirlerle. ‘Seni seviyorum’ diyerek gireceğim alevlendirdiğin aşk yatağına. Bir öpüşün bekleyiş haresine bir şarkı yükledim ve özlemin mırıltılarıyla günü pastil gibi çiğnedim. Boynumdaki vebal, koynumdaki alev, ruhumdaki ulaşılmaz bedel oldu özlem denen yel. Yudumladıkça gözlerini siyah bir şarap akar boğazımdan, yakar yüreğimi. Fonda şarkı, tınıda ezginin içli sesi yıkarım dilersen bu kenti. Tersine çeviririm sensiz geçen tüm geceleri. Şimdi, aşkın asma köprülerinden geçerek sana gelsem, göğsümdeki dolu savaklara gözlerini diker misin? Uykular inen bedenini silkeleyerek bir günün hikâyesine yeniden yüz sürer misin? İzlerini bıraktığın camlarda öpüşlerimin gözyaşlarını arayarak gönlümü hoş eder misin? Şimdi, bir düşün kemendini bıraktım yatağına desem, çağrılarla ülkemi sallar mısın? Seni sevmenin sisli şehirlerinde kayboldum desem, yine beni sever misin? Biriken sevinçlerimizin sabırsız sarılışlarına yetmezdi gerçeğin cakası. Onulmaz keder köprülerinden geçer, el ele, yürek yüreğe yürürdük er şafaklarda. Mataramızdaki sevgi iksirini yudumladıkça ölümsüz bir hayatın öte yakasına geçerdi bedenlerimiz. Yorgun saatlerin çarklarına salıncaklar kurarak seven gönlümüzü yıldızlara değene dek sallardık. Bütün kalabalıkları aşarak varlığının çukur kentlerine yürürüm, ovalara beyaz tohumlar serperek. Yanaklarına en doygun renkler taşırım sırtımda, yükümün ağırlığına bakmadan yüreğini isterim. Oysa yolculuk serüvenlerimizin aynı kefesinde özlemin aralı kapılarından hep başkası girer ve yüzüne dermansız bir sancıyla birden gecenin karanlığı düşer. Sırat olur yollar, çöle dönüşür ovalar ve göğsümde hep yangınsız bir duman tüter. Yarınların bilinmez yıkıntılarından bir umut tuğlası seçtik kendimize. İsimsiz sancıların harcıyla sıvadık sevgimizle. En çok gecelerin ışıltılarıyla donatılı bahçelerdi düşünü gördüğümüz, yakamoz gelgitli denizlerden topladığımız sevda incileriyle süslerdik üzünçlerimiz çoğalınca mavileri. En güzel renk gözlerindi ve ben bütün renkleri biriktirerek sultanım demiştim aşkla bakan gözlerinin panayır gülüşlerine. Çünkü, senin varlığın yaşamak nedenimdi. Bu sabah benimle uyan uykulara. Sen ol suyumu döken, soframı donatan, çayıma şeker atan. Bu sabah sen ol gülümsemem, sen ol dudağıma kondurduğun öpücükle beni yaşama yolcu eden. Bu gün sen ol aşkla yollara düştüğüm, ilk adımda özlediğim tek neden, tek beden. Sen, ruhumun açlığına gözleriyle odaklanan kadın. Sen, kalbimdeki asla geçmeyecek hain ağrım. Sen, yüreğimin en gizli yerindeki tanımsız sancım. Sen, bağrındaki ateşle beni çöllere salan, leylanın ruhunu taşıyan kutsal aşk ışığım. En doyumsuz coşkuların içindeki savruluşlarla kapat içindeki gözyaşı kepenklerini. Şehre kahkahan dökülsün, kelimeler seni anlatamadan yerlere dökülsün. Çık sevincin tepelerine, haykır birbirimizden ayrı geçen gecelere ve vur kendini yaşamın en soylu düğünlerine. Sevdanın kıyameti gelsin isterse gülüm, yapış hüznün pul olduğu bir aşkın yelelerine. Yangın közü düşmüş gönül otlarını alev sarınca dumanı görmez gözün. Karanlık yollara şavkı vurunca ışığın titrer beden, ürperir özün. Yapışkan sarılışların suları dökülür birazdan yatağa, avuçlarındaki aleve geçmez sözün. Alev tuzu okşar, yüreğindeki adam uzaktan nefesini koklar. Göğsünün sızılarına aldırma bu gece, uzun bir dinlence öncesi ruhunu sevişmelere aç, hayalindeki resim duvarları aşarak mutlaka sana bakar. Yum gözlerini şimdi, yaşam senin gerçeğin, tadını çıkar. Kendi surlarımızın sıvaları dökülünce güneşin çığlığıyla saklanır kendine gölge. Bir kurşunun izi kalır havada, dünün yargıları yankı yaparken duvarlarımızda. Sevgi somurtkan bir rastlantıdır gül bakışlım, günler kızarmış bir yürekçe beklerken tavada. Dallar eğilir rüzgâra, gönül kırık bir resimce darılır ayrılıklara. Her ayrılık bir sarılıştır, yak sevda kandilini düş yollara. Gecenin kayıp krallıklarına yürürken adımlarımdaki sevda kanamalarıyla sensizliğin en saklı sözlerini arardım. Yorgun bedenimin bahanesiydi fısıltın, sesini yüreğime bastırdıkça kendimden geçer, başka yüzyılların prangalı kölesi olurdum. Her gece alışkanlığının en diri adamıydım. Her gece kusursuz yüreğine ayine dururdum ve ben her gece seninle sivri taşlardan yürür, yok olan bu medeniyette sevdanın en asil lejyoneri olurdum. Şimdi bir sızıntı düşer göğsümün alacasına. En şuh kahkahanı atarak sızarsın yatağımın karanlıklarına. Ayaklarına inen giysilerinden kokun yayılır aşkımızın duvarlarına. Birazdan el ayak çekilir, dudaklarımıza kan birikir, ellerimizin prangaları birbirini incitir ve kesik nefeslerimiz en deli nehirlerin derinlerine gizlenir. Birazdan bu kentin içine korku serpilir ve biz yeniden sevişmelerin denizlerinde yüzerken en coşkulu şarkılarla iklimler bile değişir. Kıymıklarla sarmal bir yürektir taşıdığım. Kimseler soramaz ruhumun kangren nedenlerini. Yakarısız bir urdur taşıdığım, ne etseler çaresizdir. Kan dolaşır damarlarımda sarılmaların müessibidir, çözülemez. Sevdanın en sorgulu adamıyım dostlar, bir ormanın en yeşiline saklanmıştır aşk, derin gözlerine savaşlar çıkarırım her gece ve soyarım en soylu zaferlerimle. Ganimetimdir, apoletimdir, taşırım sonsuza dek, karşılığı ölüm olsa bile. Selahattin Yetgin
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Selahattin Yetgin, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |