Egoistlerin en güzel yanı başkaları hakkında konuşmuyor olmaları. -Lucille S. Harper |
|
||||||||||
|
Alman Lisesi'ni bitirdikten sonra, önce Darmstadt Üniversitesi'nde sosyoloji okuyan Çalışlar, Mainz Üniversitesi'nde karşılaştırmalı edebiyat ve ardından Romanoloji bölümlerine kayıt yaptırdı. Madrid'e gidip İspanyolca öğrendi ve İspanyol üniversiteleri sınavına hazırlandı. Sonra Madrid Complutense Üniversitesi'ni kazandı. Bilgi Üniversitesi'nin Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü'nden mezun oldu. Yeni deneme kitabı Arabesk Anarşi ilgi çekeceğe benziyor. Üç yıl önce Sabah gazetesinde ilk söyleşisini de bana vermişti. İlk romanınız "Beni Kalbimden Vuranlar Var Ya" ile edebiyat dünyasına adım atmıştınız. Şimdiyse bir deneme kitabı. Roman yazmakla deneme yazmak arasında ne gibi farklar var? Deneme yazmak benim için daha kolay. Zaten gündelik yaşamımdaki sohbetlerimde de sürekli kısa kısa denemeler üretiyorum. Okuduğum metinler de ağırlıklı olarak deneme, inceleme, kuram türünde. Deneme, benim için bir yaşam tarzı. Özellikle de Alman deneme yazarlarından çok etkilendim. Mesela Nietzsche de benim gözümde bir deneme yazarıdır. Son dönemde Nietzsche’yi baştan okumaya başladım ve özellikle deneme türünün biçimsel kullanımı açısından çok faydasını gördüm. Roman ise tamamen farklı bir şey. Romanda kurgu, dil vb. unsurlar daha önemlidir. Zanaatkarlık önemlidir. Denemede ise zanaatkarlıktan çok fikirsel ve düşünsel birikim belirleyicidir. Romanın iyisini yazmak çok zordur, ama kötüsünü yazmak dünyanın en kolay şeyidir. Ben edebiyat dünyasına romanla giriş yaptım. Romanımın tamamı anlaşılmadı. Sadece içindeki deneme kısımları anlaşıldı. Ben de bu nedenle insanların beni anlamaları için deneme türünü seçmem gerektiğine karar verdim. Günümüzde roman türünün krizde olduğunu düşünüyorum. Çünkü roman okumak için büyük konsantrasyon gerekiyor. İnsanlarda da bu konsantrasyon kesinlikle kalmadı. Deneme ise daha kısa yazılardan oluşan bir tür olduğu için parça parça okunabilir. Ayrıca, internet de deneme yazımı için elverişli bir platform, ama roman yazımı için elverişli değil. O nedenle deneme türünün geleceğinin romanın geleceğinden daha parlak olması mümkün. Sizin kuşağınızda tikilik diye bir şey var. Tiki kızları çekici buluyor musunuz? Size en yakın en ünlü tiki kız hangisidir? Tiki kızları üst sınıf kızların bir kategorisi olarak değerlendirmek lazım. Tiki kızları çekici buluyorum. Ama tiki olmayan üst sınıf kızlarını da çekici buluyorum. Uzun süreli bir ilişki için ideal olan kızlar üst sınıf kızlarıdır. Orta sınıf kızlarını tercih etmek doğru değil, çünkü orta sınıf kızları üst sınıf kızlarının imitasyonu olarak yaşıyorlar. Üst sınıf kızlarını 20 yıl geriden takip ediyorlar. Ama orta sınıf kızları ile tek gecelik bir ilişki ya da ufak bir flört güzel olabilir, çünkü varoluşlarındaki sahtelik, ikiyüzlülük, kendi olmayı başaramama durumu ve erkekleri sömürme eğilimi vb. seksidir. Orta sınıf kızları, kendisi olmayı başaramayan kızlardır. Üst sınıf kızları ise çok daha şeffaf, kendisi gibi olmayı başaran, kendisi gibi yaşayan, açıksözlü, karakterli kızlardır. Gerçi üst sınıf kızlarının orta sınıf kızlarına kıyasla daha kötü kalpli ve daha acımasız oldukları söylenebilir ama bu da zekalarının ve karakter sağlamlıklarının bir sonucudur. Üst sınıf kızlarını elde edebilecek çekiciliğe sahip olan bütün erkeklere tavsiyem, uzun süreli ilişkiler için orta sınıf kızlarını akıllarının ucundan bile geçirmemeleridir. Kitabımda tiki kızları detaylı olarak anlattım. Bilgi üniversitesinde tiki kızları tanıma ve gözlemleme fırsatı buldum. Tiki kızlar, toplumun genelinin gittiği yönün analiz edilmesi açısından son derece önemliler. Tiki kızların ünlü olanlarıyla da tanıştım ama isimleri bende kalsın. Gençliğin kitap okuduğunu düşünüyor musunuz?Türk edebiyatında kimleri okuyorsunuz? Gençlik kitaplardan hızla uzaklaşıyor. Bu kadar alternatif medya varken kitap okumak pek kolay olmuyor. İnsanlar kitaba para ayırmayı da artık tercih etmiyorlar. Belli bir grup da İngilizce kitaplar okumayı tercih ediyor. Türk kitap sektörünün uzun vadeli geleceğini hiç iyi görmüyorum. İnternette daha çok neleri takip ediyorsunuz? Ekşi Sözlük’e nasıl bakıyorsunuz? İnterneti son derece çok yönlü bir şekilde kullandığıma inanıyorum. Akla gelebilecek her şey için interneti kullanıyorum. Ekşi Sözlük, bir dönem büyük bir çıkış yakaladı. Ama artık durgunluk evresine girdi. Ekşi Sözlük yönetiminde büyük bir statükoculuk var. Artık Ekşi Sözlük dışında da önemli yazınsal ortamlar oluştu Türk internetinde. O nedenle Ekşi Sözlük’ ün kendini bir dönüşümden geçirmesi gerekiyor. Ama şu anki durgunluğa rağmen Ekşi Sözlük’ ün hala bir gücü ve kitlesi var. Türkiye’deki entellektüeller hakkında neler düşünüyorsunuz? Türk entelektüellerinde çok büyük bir bencillik ve ego şişkinliği sorunu var. Bu konuda zamanında şöyle bir şey yazmıştım: “ego sorunu, Türk entelektüellerinin kesinlikle ve açık farkla en büyük sorunudur. Ego sorunu her entelektüelde kendisini farklı şekilde ortaya koyar. Kimi sürekli kendiyle övünür, kimi herkese aşırı mesafeli ve soğuk davranır, kimi kendi kliğinden olanları dünyanın en müthiş insanları olarak diğer herkesi de gerizekalı olarak görür, kimi sürekli kavga çıkartır, kimi eleştiriye gelemez, kimi kıskandığı entelektüellerin övülmesine tahammül edemez, kimi karşısındakilere sürekli laf sokar, kimi komplekslidir, kimi çapkın görünmeye çalışır, kimi yazarlık/gazetecilik/akademisyenlik/sanatçılık vb. şeyler dışında bir mesleği olan herkesi küçümser. Akıl sır ermez boyutlara varan bir olaydır.” Ailenizde herkes yazar. İpek Çalışlar, Oral Çalışlar ve de Reşat Çalışlar. Aranızda fikir ayrılıkları oluyor mu? Evet özellikle siyasi konularda büyük fikir ayrılıkları var. Türk yurtseverliğine olan eğilimim, özellikle annemi rahatsız ediyor. Hatta annemin bir arkadaşının kızı bir yazımı okuduktan sonra “Reşat faşist olacak” demiş. Bu beni sevindirdi. Çünkü anne-babamın çevresindeki bazı kişilere göre faşist bir pozisyonda olmak, Türkiye geneline göre normal bir pozisyonda olmak demektir. AKP hakkında ne söyleyebilirsiniz? AKP kapatılırsa neler hissedersiniz? Güncel politik durum bazında değerlendirildiğinde kendimi nispeten yakın hissettiğim oluşumun AKP olduğunu söyleyebilirim. Tabii bir yazarın siyasi olarak angaje olmasının ne kadar doğru olduğu tartışılabilir, ki ben zaten AKP için angaje olmuş değilim, ama şu anki koşullarda Türkiye için en iyi seçeneğin AKP olduğunu düşünüyorum. Diğer taraftan, AKP ile işbirliği yapan sol-liberal ya da liberal entelektüellere kendimi yakın görmüyorum. Onlar AKP’ yi kullanarak Türk milliyetçiliği ile ve cumhuriyet geleneğiyle hesaplaşmaya çalışıyorlar. AKP’nin Türk milliyetçiliğini ve cumhuriyet geleneğini post modern bir form içinde sürdürdüğünün farkında değiller. AKP’yi bir sol-liberal parti zannediyorlar. Yani AKP’yi kendileri gibi zannediyorlar. AKP iyi ki de onlar gibi değil. Zaten onlar gibi olsaydı bu noktaya gelemezdi. AKP’ye sempati duymama rağmen, Türkiye’deki diğer akımları ve gelenekleri de anlamaya çalışıyorum. MHP’yi de anlamaya çalışıyorum, CHP’yi de. MHP’nin ve CHP’nin şu anki politikalarına karşı olmama rağmen, onları yaratan sosyolojik arka planı anlamaya çalışıyorum ve saygıyla karşılıyorum. Bir CHP’li ile de bir MHP’li ile de ortak bir dil yakalayabileceğimi düşünüyorum.AKP’nin kapatılmasına ise kesinlikle karşıyım. Her şeyden önce ekonomik durumdan ötürü karşıyım. İkinci olarak demokrasi nedeniyle karşıyım. Apolitik bir kişiliksiniz değil mi? Zaman zaman ilginç şeyler yapıyorsunuz. Fethullah Gülen 'in bir sözünü web sitenizin tepesine yerleştirdiniz: "Ciddiyetsiz ve laubali insanların, ibadetlerinde de ciddiyet yoktur." Fethullah Gülen sizin için ne ifade ediyor? Yaklaşık 27-28 yaşıma kadar kendimi apolitik olarak tanımladım. Bu, İstanbul elitinin içinde yetişmemden kaynaklanmış olabilir. İstanbul eliti, özellikle de bu elitin genç olanları, politikadan anlamazlar. Ya apolitik olurlar, ya da belirli bir politik görüşü anlamadan benimserler. Ama artık kendimi apolitik olarak tanımlamıyorum. Türkiye gibi bir ülkede apolitik olmanın ancak toplumdan ve hayattan kopuk olmak anlamına gelebildiğini düşünmeye başladım. Çünkü Türkiye’nin sosyolojisi ve psikolojisi her açıdan politikayla iç içe. Türkiye’de söylenen her merhabanın içinde politika var. Yani artık politik biriyim. Ama politik duruşum, “tek boyutlu” değil. Sağcı-solcu, liberal-devletçi, laik-dinci, milliyetçi-küreselci gibi kutupların kesinlikle dışındayım. Belli bir noktada milliyetçi, başka bir noktada küreselci, belli bir noktada liberal, başka bir noktada devletçi, belli bir noktada Atatürkçü başka bir noktada muhafazakar olabilirim. Örneğin Cumhuriyet mitinglerinin Türklük bilincini yeniden canlandırma çabası hoşuma gitti, ama Türklük bilincinin AKP’ye karşı canlandırılmaya çalışılmasını anlamsız buldum. Bence Türklük bilinci AKP’ye ya da başka bir partiye karşı değil kendi içinde yaşamalı. Atatürkçülük, Anti-AKP yüzeyselliğiyle yaşanmamalı. Atatürkçülüğü AKP’ye karşı bir bayrak olarak kullanmak, Atatürkçülüğü küçümsemektir. Türklüğü AKP’ye karşı konumlandırmak, Türklüğü küçümsemektir. Ben Atatürkçülükten yanayım ama daha derin bir Atatürkçülükten yanayım. Toplumun %47’sini reddeden bir Atatürkçülükten değil toplumun tamamını kucaklayabilecek bir Atatürkçülükten yanayım.Çelişkilerim var ama bu düşüncelerimin tutarsız olduğu anlamına da gelmiyor. Ama benim düşüncelerimin tutarlılılığı arka plandadır. Yüzeyde değildir. Yüzeyde tutarsız olabilirler. Fethullah Gülen’e gelince… Fethullah Gülen’in tarzını ilginç buluyorum. Kurduğu bazı cümleleri ilginç buluyorum. İnsanları coşturmasını, ağlatmasını, peşinden sürüklemesini ilginç buluyorum. Bence Fethullah Gülen bir sosyolojik fenomendir, bir edebiyatçıdır, bir stilisttir. Siyasi gücü ise abartıldığı kadar büyük değildir. Siyasi olarak “Fethullah tandanslı” değilim. Dünya görüşüm, yaşam tarzım ve kişilik yapım Fethullahçılıkla kesinlikle uyumlu değil.Ama Fethullah Gülen’ le ilgili üretilen komplo teorilerini bazen o kadar akıldışı buluyorum ki, içimden Fethullah Gülen’i savunmak geliyor. Örneğin Tuncay Özkan da ulusalcı kesimin Fethullah Gülen’i. Ama Tuncay Özkan’ın Fethullah Gülen kadar ilginç olduğunu düşünmüyorum. Fazıl Say’ ı dinliyor musunuz? Dünyaca ünlü piyanist ve besteci Fazıl Say’ın “Türkiye’yi terkedebilirim” sözlerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Fazıl Say’ı ilk gördüğümden beri antipatik bulmuşumdur. Fazıl Say, sanatıyla da, duruşuyla da, kişiliğiyle de “olmasa da olur” diyebileceğimiz kişilerden biridir. İyi piyano çalan, bunun dışında da hiçbir pozitif özelliği olmayan bir kişidir. Kitabımda Fazıl Say’a karşı AKP’yi savundum. Türkiye’de gerçek anlamda kültür üreten kişiler daha çok pop camiasından, arabesk camiasından, türküyle ilgilenenlerden falan çıkar. Çünkü pop, arabesk ve türkü Türkiye’yi ortaya koyan müzik türleridir. Sezen Aksu’nun, Onno Tunç’un, Nilüfer’in, Kayahan’ın, Kemal Sunal’ın, MFÖ’nün, Cem Yılmaz’ın, Şahan Gökbakar’ın vb. bu ülkenin kültürüne Fazıl Say’dan çok daha büyük katkısı vardır. Diğer taraftan, Türkiye’de gündelik yaşamda da bol miktarda kültür üretilir. Örneğin esnafların gündelik sohbetlerinde son derece ilginç kültürel değerler üretilmekte, ilginç ifadeler kullanılmaktadır. Fazıl Say’ın batıda zaten daha iyi şekilde yorumlanan klasik müzik eserlerini bir Türk olarak yorumlamasının sanatsal olarak herhangi bir şey ifade ettiğini düşünmüyorum. Benim gözümde, orijinal bir espri yapabilen, orijinal bir cümle kurabilen, orijinal bir konuşma stili yakalayabilen bir esnaf Fazıl Say’dan çok daha fazla sanatçıdır. Fethullah Gülen’in yaptıklarını baştan aşağı Türkiye’ye zararlı bulabilirsiniz, ama Fethullah Gülen bu toprakların kültürünü kullanarak özgün bir konuşma stili yarattı ve bu stil kitlelerin gündelik yaşamlarına özgün renkler kattı, insanları coşturdu, ağlattı. Gerçek bir damarı yakaladı. Fazıl Say ise hiçbir gerçek damarı yakalayamadı. Sadece “protokol gereği” önemsendi. “Dahi piyanist” kontenjanını kullandı. Benim gözümde Fethullah Gülen Fazıl Say’dan kat kat daha büyük bir sanatçıdır. Ama bu sözümden yola çıkarak hakkımda “bu adam Fethullahçı” ya da “bu adam dinci” gibi sonuçlara varılması da komik olur tabii ki. Fethullahçı değilim, Fethullahçılığın herhangi bir biçimine eğilimim yok, yeri geldiğinde Fethullahçılıkla ve Fethullah Gülen’le dalgamı da geçmesini bilirim… Burada anlatmak istediğim şey sadece Fethullah Gülen’in halkını tanıdığı, halkının nabzını tutabildiği, Fazıl Say’ın ise halkına yabancı olduğu. Ama Fazıl Say’ın “halkına yabancı bir aydın” olduğunu da düşünmüyorum, çünkü Fazıl Say’ın bir aydın olduğunu düşünmüyorum. Halkına yabancı aydın örneği arıyorsanız en mükemmel örnek Orhan Pamuk’tur. Gerçek bir aydındır, ama diğer taraftan gerçekten de halkına yabancıdır. Kendi halinde yaşayan bir insanım, herhangi bir cemaate ait değilim…Sadece Doğunun orijinal renkleri ilgimi çekiyor ve Fethullah Gülen’i bu renklerden biri olarak görüyorum. Fazıl Say’da ise kesinlikle bir orjinallik görmüyorum. Bence Fazıl Say, Türkiye’deki çarpık kültür politikalarının özeti gibi. Fazıl Say’a hayran olduğunu söyleyen insanların en fazla yüzde beşi Fazıl Say’ın müziksel anlamda tam olarak ne yaptığının farkındadır. Geri kalan yüzde doksan beş ise hayran olacak piyanist arayan şaşkın bir kitle. Klasik müziği çok seven biri değilim ama eğer canım klasik müzik isterse Youtube’u açar Glenn Gould dinlerim. Fazıl Say’ın “Türkiye’yi terk edebilirim” demesi, varoşlarda klasik müzik yapmak istemesi falan hep Türkiye’deki tepeden inmeci ve elitist kültür politikalarının yansıması olan davranışlar. Ayrıca bazı Türklerin yurtdışında elde ettikleri başarıların Türkiye’de çok fazla reklamı yapılıyor. Emin olun ki bu kişilerin çoğuyla yurtdışında pek kimse ilgilenmiyor. Yurtdışında büyük başarılar kazanıyor gibi bir imaj verip bu yolla kendini Türkiye’de pazarlayan kişilerden bıktım. Yurtdışında ciddi bir başarı kazanmış Türklerin sayısı son derece az ve Fazıl Say kesinlikle bunlardan biri değil. Kitabınızda bir şey dikkatimi çekti. Bütün alıntılar internetten yapılmış. İlk kez böyle bir şey yapılıyor değil mi? Türkiye’de daha önce pek denenmedi herhalde. Hayatın nabzı artık internette attığı için, ben kendime referans olarak basılı metinleri değil internet kaynaklarını alıyorum. Zaten iletişim içinde olduğum insanların da büyük bölümü internetten.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Sayım Çınar, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |