Sevginin ölçüsü ölçüsüz sevmektir. -Spinoza |
|
||||||||||
|
Marketten bir karton sigara alıp geldim. Odanın tam ortasına, yüzüm Doğuya gelecek biçimde yerleştirdiğim tahta sandalyeye oturdum. Eskiciden satın aldığım küçük kahverengi sehpayı yanıma çektim. Yatak olarak da kullandığım kanepe ve tabanın üçte birini ancak kaplayan halıyla birlikte odanın birkaç eşyalık teşrifatının önemli bir parçasıydı. Kartonu boşalttım. Pencerenin denizliğinde unutulup çiçeği çoktan kurumuş fesleğen saksısını da kül tablası olarak kullanmak için yanıma aldım. Paketlerden birini açıp bir sigara yaktım. Sadece ilk sigarayı yakarken kibrit kullandım. Ondan sonrakileri birbirinin ateşiyle... İlk paket bitince sandalyemi Güneye düşen duvara doğru çevirdim; aralıksız bir paketi de öyle içtim. Güneşi takip ederek üçüncü pakette yönümü Batıya döndüm. Gün batıp ortalık karardığında Kuzeye dönüp dördüncü paketi bitirdim. Arada bir-iki tuvalet yolculuğu dışında yerimden kıpırdamadım. Duvardaki sinek lekelerini saydım; hafif esen rüzgârda çırpınan perdeyi seyrettim; duvar saatinin saniye kolunu takip ettim. Dördüncü paketi bitirdiğimde başım ağırlaşıp dönmeye başladı. Dumandan gözlerim yanmış, dudaklarım uyuşmuş, dilim bir soba borusunun içini yalamışım gibi katranla kaplanmıştı. Kalktım. Kül tablasını boşalttım. Pencerenin bütün kanatlarını açtım. Banyoya girip küveti ağzına kadar doldurdum. Kafamı suya soktum. Ciğerim patlama derecesine gelinceye dek bekledim. Derin nefes alıp tekrar daldım; sonra bir daha, bir daha... Giyinip dışarı çıktım. Amaçsızca, şehrin dışına varıncaya kadar yürüdüm. Mahallenin bitimindeki taş ocaklarına kadar geldim. Toprak kazılıp delik deşik edilmiş, sökülen kayaların yerinde uçurumlar oluşturmuştu. Sonbahar yağmurları o uçurumların dibindeki çukurları doldurup derin gölcükler meydana getirmişti. Manzara, ruh halimin tasviri gibiydi biraz da... Yükseltiler, derinlikler, dibi görünmeyen sular, karanlık… Dolunay vardı. Uçurumun kıyısına oturdum. Ayaklarımı sarkıtıp aşağıya baktım; ordaki göle. Yüzeyinden ay yansıyordu. Kocaman… Şair Li Po, acaba böyle bir gecede mi kucaklamaya çalışmıştı suyun yüzüne vuran ayı? “neden oturuyormuşum yeşil dağda, bunu soruyorsun; susup gülümsüyorum, hiçbir şey umurumda değil çünkü. dereye düşen şeftali çiçeği nasıl süzülüp giderse bilinmezliğe, ayrı bir dünyam var benim de; insanlardan öte.” diyen Li Po. Çok sarhoş olduğu bir gece ayın sudaki yansımasını tutmaya çalışırken boğulmuştu. Neyse ki ben sarhoş değildim. Şair de… Bir yandan kendimi uçurumun dibindeki suya bırakmayı düşünürken bir yandan da aniden çıkan kuvvetli bir rüzgâr veya pis şakaları seven biri gelip arkamdan itecek diye korkuyordum. Sesleri dinledim bir süre. Yakındaki otoyoldan geçen araçların uğultusu; polis ya da ambulans sirenleri ve köpek havlamaları… Sonbahar gecesinin serinliği dişlerimi takırdatmaya başladığında kalkıp eve doğru yürümeye başladım. Yürürken bir köpek sürüsü çıktı karşıma. Seslenip yanıma çağırdım. Sürü etrafımı sardı. Durmadan, uzakta, benim göremediğim bir başka sürüye havlıyorlardı. Ama hiç de saldırgan görünmüyorlardı. Yanıma sokulan birinin kafasını okşadım. Ötekiler de sokuldu. Kiminin kulağını kaşıdım, kiminin boynunu okşayıp sevdim. Eve kadar eşlik ettiler bana. İçeri girerken arkamdan bakakaldılar. Mutfakta bulabildiğim yemek artıklarını ve ekmeği birbirine karıştırıp kapının önüne koydum, teşekkür niyetine… Yatağa uzandım, dünyayla bütün ilişkimi koparıp yorgana sadece bana ait küçücük bir dünyaymış gibi gömüldüm. Karanlık, ılık, sessiz, çıplak bir dünya... Gözlerimi açtığım ertesi günün mü yoksa daha sonraki günün ikindisi miydi bilmiyorum. Çok uzun bir uyku olduğu kesindi ama... Nerde olduğumu, ne yaptığımı hatırlamaya çalıştım. Rüya mı görmüştüm? Rüya olmadığını ağzımdaki katran tadından anladım. Bir şeyler atıştırıp dışarı çıktım. Yoruluncaya kadar yürüdüm. Dönerken birkaç kutu bira aldım. Hepsini içip uyudum. Günler öylece geçip gidiyordu. Kafamın içi bir sis tabakasıyla kaplanmış gibiydi. Kendime acı çektirmenin değişik yöntemlerini denedim. Bedenimi bir deney aracı gibi kullandım. Ne kadar içki içebileceğimi ölçtüm. (Bu deneyde az daha ölüyordum). Ne kadar sigara içebilirdim? (Birbirinin ateşiyle yakılmış seksen sigara) Yataktan hiç kalkmadan kaç gün yatabilirdim? (İki gün) Ne kadar aç durabilirdim? (Yine iki gün... Midemde ülser olmasa belki daha fazla dayanabilirdim; bilmiyorum) Elimi mum alevinde kaç dakika tutabilirdim? (Fazla değil) Hiç dinlenmeden kaç saat yürüyebilirdim? (Altı saat) Kafamı suya sokup kaç dakika durabilirdim? (En fazla birkaç dakika) Ne kadar yemek yiyebilirdim? (Bir günde beş ekmek, altı tabak yemek, otuz bardak çay) Odanın içinde volta atarak kaç saat yürüyebilirdim? (Dört saat) İnsanlardan uzaklaştım. Dünyada hiç kimsem olmasa, hiç kimseyle konuşmasam yaşayabilir miyim diye düşündüm. Yaşayabileceğimi gördüm. Bir ay boyunca hiç kimseyi aramadım. Kimse de beni aramadı. Bütün arkadaşlıklarımı bitirmeye karar verdim. Çoğunu da bitirdim. Telefon defterimi yırttım. Bir hafta hiç kimseyle konuşmadım. Boğazım paslandı. Bakkala falan gitmem gerektiğinde almak istediklerimi söyleyebileyim diye evde boğazımı açmak için temrin yaptım. Bakkalın sohbet girişimlerine acelem var diyerek engel oldum. Dağa çıkıp bir mağarada yaşamayı, kendimi bir ırmağın akıntısına bırakmayı, bir ormanda kaybolmayı düşündüm. Geri dönmek zorunda kalmaktan çekindim. O zaman da ölüm haberleri yağıyordu her taraftan. Şehit haberleri, karakol baskını haberleri, “yirmi terörist ölü ele geçirildi” haberleri, trafik kazası haberleri, yargısız infaz haberleri, keyfi cinayetler, namus temizleme ayinleri, saçma sapan ölümler, iş cinayetleri, amansız hastalıklar, milyonda bir rastlanan hastalıklar, insanı adım adım felç eden hastalıklar, beynini ıslak bir süngere çeviren hastalıklar, ruh hastalıkları, açlık haberleri, açlıktan karnı davul gibi şişmiş Afrikalı çocukların görüntüleri, soykırım anıları, kitle katliamları, anlam verilemeyen intiharlar... Hayat insanın içini oyan bir burguydu. Ebedi hüznün kaynağı "entropi"yi öğrendim o günlerde. Hayat geri dönüşü mümkün olmayan bir yolculuktu. Üstelik ben bu acı dolu dünyada bile istenmeyen bir misafir gibi görüyordum kendimi. İşsiz, parasız, yalnız, umutsuz... Her şeye gecikmiş, çok fırsatı kaçırmıştım. Hayatım rotasından sapmış, okyanusta dümeni bozuk bir tekne gibi başıboş sürüklenip gidiyordum. O zamana kadar intihar edenleri hiç anlamaz, yaptıklarının büyük bir sorumsuzluk ve bencillik olduğunu düşünürdüm. Şimdiyse intihar fikri aklımın bir köşesine yerleşip orada demlenmeye başlamıştı. Hayatıma son vermenin yöntemlerini gözden geçirdim. Yüksek bir yerden atlamak, bir silah edinip kafama ateş etmek, denizde boğulmak, gazla zehirlenmek... Hiçbiri sevimli gelmedi. Cansız bedenimin etrafında birikmiş meraklı kalabalığın hakkımdaki yorumlarını geçirdim aklımdan. Vazgeçtim. “Hayat” dediğin uzun bir intihardan başka neydi ki zaten. Tek farkı yavaş yavaş gerçekleşmesi ve ölmek için senin ek bir çaba göstermene gerek bırakmamasıydı. İntihar düşüncesini aklımdan ebediyen sildim. Her şeye boşverdim. Çoktandır görüşemediğim, telefon numarası ezberimdeki bir arkadaşımı aradım. “Taşlıtarla’da, Babacan’ın yerinde ikişer bira atar mıyız?” dedim. “Olur abim, hem de çok iyi olur” dedi. Oldu...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Celal Çelik, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |