Paranız varsa toprak alın. Artık üretmiyorlar. -Mark Twain |
|
||||||||||
|
Gözlerimde hayat Hislerimde çocukluğum Eskimiş oyunların ölümü Dirilmiş susmayan suskunluğum... Çok zamandır hayat bir alışagelmişlik oldu benim için. Alışılmış zamanlar, alışılmış mekânlar ve alışılmış hazanlar. Bu sıkıcılıktan kurtulup farklı bir yolculuğa çıkmam gerektiğini kabul ettirebildim kendime nihayetinde. Çıkacağım yolculuk uzaklarda değil de yaşadığım hayatın tam içinde olmalıydı ve onu hayatın içinde hissetmeliydim. Tabiatın çocukluğunu yaşadığı şu dönemde gidilecek zamanların en iyisinin çocukluğum olduğunu düşünüyorum. * O kıpır kıpır yıllarda en sevdiğim oyundu saklambaç. Tanıdık tanımadık kim varsa toplanır, tâ gece yarılarına kadar saklanırdık. Çanak çömlekler patlar, kurtlar topallardı. İyi saklanamayıp sobelenenler çok olursa parmak çekilirdi. Arada karakediler de çıkardı tabii. Sonra yeni ebeler ışıklı direğe yaslanıp yüze kadar sayardı. Önünü, arkasını, saklanmayanı sobeleyip başlardı karanlıkta saklanan oyun arkadaşlarını aramaya. Biz çocuklar oyun oynarken, oyuna katılamayan büyükler de bize bakar, saklanmamız gereken yerleri gösterir, çıkmamız gereken zamanı söylerlerdi. Her oyun mızıkçılık yapan biri yüzünden biter, ertesi akşam hiçbir şey olmamış gibi oyuna devam edilirdi. Büyükler yine izlerdi. Oyunlarımız geceyle sınırlı değildi. Zaten oyunların çoğu gündüz oynanırdı. Mesela ip atlardık. “Yangın var” diye avazımız çıktığı kadar bağırarak dönen ipe değmeden altından geçmeye çalışırdık. Sonra yarış yapardık kimin daha fazla ip atlayabileceğine dâir. Asla yorulduğumuz için oyundan çıkmazdık. Bize göre değildi kaçmak. Ya ayağımız yere takılıp düşecektik ya da oracığa yığılıverecektik. Başka türlü kimseyi yenemezdik. İp oyunuysa ancak yorgunluktan bitap düştüğümüzde biterdi. Yorgunluğumuzu atıp dinlendiğimizde yeni oyunlara başlardık. İstop oynardık önce. Herkes elindeki toptan sanki dinamit taşıyor gibi kurtulmaya çalışırdı. Ya da yakantop oynardık. İki ateşin arasında bir zavallı grubu döner dururdu. Güç onlara geçtiğinde ise intikam alırlardı elbet. Hiç olmazsa üçtaş, dokuztaş, seksek, yerdenyüksek, koşturmaca, el yakmaca... Aklımıza ne gelirse oynardık. Sonra mı? Sonrası, annelerimiz eve çağırırdı. Ağlaya ağlaya veda ederdik oyunlarımıza... * Hatırlamaya değer en uzak zamanlara gittim. Yine de pek bir değişiklik hissedemedim iç dünyamda. O zamanlar geceleri saklanırmışız, şimdi ise aydınlıklarda saklanıyoruz insanlardan. Bilinmesini istemediğimiz yönlerimizi saklıyoruz. Birileri arkamızdan çevirdiği dümenleri saklıyor bizden. Masum insanlara işlemediği suçlar yüklenip, hak etmediği cezalar veriliyor; çanaklar, çömlekler patlıyor. Bu sefer acemilerden başka pek kurt topallamıyor. Yine herkes birilerine danışıyor, hileler hurdalar öğreniyor. Amaçlar için kurayla kurbanlar seçiliyor. Aradaki karakedileri unutmamak lazım. Birileri de olan biteni seyrediyor. Kimisi seyretmekle kalmayıp alkış tutuyor, kimisi protesto ediyor. Mızıkçının ortalıktaki sesiyle her şey bitiyor ve ertesi gün aynı gerçek oyunlar devam ediyor. O zamanlar ipten atlamaya çalışırmışız, şimdi önümüze çıka(rıla)n engellerle uğraşıyoruz. Kim daha çok engeli geçerse o kadar başarılı oluyor. Bu maratondan küçük bir sebeple ayrılmayı düşünemiyoruz, yorulsak bile. Çünkü kaçmak bize göre değil. Ya engele takılıp düşeceğiz ya da bu yolda kaybolup gideceğiz. Bu maratonsa bitiş çizgisine ilk ulaşanın belli olmasıyla son buluyor ancak. Bu yorgunluğumuzu üzerimizden attığımızda ise yarım kalan işlerimizle uğraşıyoruz. Elimizde fazlalık olan, istenmeyen şeyleri başkalarının eline tutuşturmaya çalışıyoruz. Rakiplerimizle yakıcı düelloların ardı arkası kesilmiyor. Oynayan taşları yerlerine yerleştiriyor, toz toprak yollarda tökezliyor, yeni koltuklara yükseliyoruz. Bu arada yere düşenler birilerinin kuyularını kazıyor. O bunu, bu şunu koşturuyor; yakınlar korunup eller yakılıyor... Sonra? İşte sonrası: İlahi bir davetle ebedilik yurduna çağırılıyoruz ve her şey bitiyor. Ağlaya ağlaya veda ediyoruz süslü sahnelere. * Düşünüyorum da o zamanki oyunlarımız bir minyatürden farksızmış. Fakat biz oyunlarımızın gerçeğe bu kadar yakın olduğunu fark edemiyormuşuz.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Zehra Betül Bıyık, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |