Gençliğinde müzik öğrenen, felsefeyi daha iyi anlar. -Platon |
|
||||||||||
|
Yazmak için yalnızca on dakikam var. Bu kadar az sürede ne yazılırki? Hayat mı, düşünceler mi yoksa hayaller mi? Sebebini bilmeden sigaramdan çektiğim minik nefesin ardından, o çok sınırlı süremden iki dakikayı daha kopardığımı farkettim. Şu an aklıma ne geliyor biliyor musun: Delicesine günah işlemek. İnsanın doğasında mı vardı bu, biz mi kazandık, yoksa şeytan mı öğretti bize? Macera, heyecan, başarı, kariyer yahut mutlu bir evlilik... İnsanın yapmak istedikleri bu kadar mı? Ben ise ölmek üzereyim ve hayatımdaki son on dakikadan dördü gitti bile. Zaman daralıyor. Şu an annem yanımda olsaydı ne yapmalı diye ona sorardım. Heyhat ki o da yok. Demek ki ona çok bağlıyım ama beni buna o alıştırdı. Ne kadar da kolay yıkabiliyorum suçu başkalarının üstüne. Ama bu neyi değiştirirki? Bari vasiyetimi yazayım.. Benim yerime birisi akademisyen olsun, okusun, düşünsün, yazsın, sigara içsin, yemek yesin, bol bol kahve içsin. Dünyayı da gezmek isterdim ben. Bunu da yapsın benim için. Peki bunların bana ne karı olacak? Ölümden sonra dirilip yeniden dünyaya gelmenin bir yolu var mı sanki... Vakit geçmiş, yalnızca 3 dakikam var. O halde buradan sevgimi ilan etmek istiyorum herkese ve kendime. Kendime mi? Ben kimim ki demek için bile artık çok geç. Öldükten sonra kim olduğumu anlasam ne olacakki? Son bir dakikam. Bana biraz daha zaman verir mi Azrail kardeş? Hayatımı bilmek istiyorum. Ölmeyi bilmek ama ona dokunmamak istiyorum. Peki eninde sonunda ölmeyecek miyim? Hala soda içmenin ne anlamı var, öldükten sonra midemden banane! Kılıç getirin, herkesi öldürmek istiyorum, ben öldükten sonra kimse yaşamasın bu hayatı, kimse nefes almasın. Bu dünya ben varken vardı, ben öldükten sonra da olacak. Tanrım, bunu düşünmek ne acı! Ölmek istemiyorum ben. Ya herkes gelsin benimle ya ben de gitmeyeyim. Kime söylüyorum bunları? Tanrıya mı? Tanrı nerede, duyuyor mu beni? Duymak isteseydi beni yaşatırdı. Birşeyler yapmak istiyorum, son dakikalarım... Yarım bıraktığım yazımı mı bitirsem, yoksa Milan Kundera’yı bi daha mı okusam? Aslında varlığın özünü daha iyi kavramış olurdum ama ben yok olduktan sonra varlığın özü kimin umrunda... Yokluğun özü diye bir kitap olsaydı keşke. Neden insan bir gün yok olacağını bile bile yokluğu düşünmez de hep varlığı ve var olmayı düşünür? Peki yok olmak var olmaktan daha mı iyidir? Bilemiyorum bunu ve bilmek de istemiyorum çünkü bilemeyeceğim ve çünkü yok olacağım. Şimdi de var mıyım o da ayrı bir mesele... “Ben varım” diyemiyorum!! “Düşünüyorum öyleyse varım!” Hangi herif söylemiş bunu? Çok düşünmüş olmalı. Yok değilim öyleyse varım! Var olmadan insan zaten yok olamaz değil mi? İyiki Azraille aramı iyi tutmuşum. Bana yine kıyak geçti. Hiç de yalvarmadım üstelik. Şimdiye kadar insanların hep onun hayatını kurtardığını düşündü. Yani eğer insanlar ölmeseydi Azrail in yaşaması için de bir neden olmazdı. İşte bunlara binaen, hayatımı kurtarmasa da en azından yaşam süremi uzatıyor. Sahi ne dedim ben? Yaşamak için bir nedenin varsa yaşıyorsun demektir. İşte var olmaya bir kanıt daha. İnsanların yaşama nedenleri olabilir ama ya hayvanların? Hadi onları da geçtim -onların da dürtüleri var- peki bitkilere ne demeli! Örneğin ağaçlar belli bir yaşa geldikten sonra insanlar gibi yaşama amaçlarını mı sorguluyorlar? Bir ağaç ötekine: “Yıllardır yaprak döküyorum ama bunu neden yaptığımı bilmiyorum.” diyor. Böyle bir şey mümkün mü? Belki de mümkün ama nasıl olacağını kestirmek güç. Bu güç sözcüğünü de oldum olası sevmemişimdir. Doğada güç olan ne varki? Birşey oluyorsa zaten oluyordur. Ölümüm de güç mü olacak dersiniz? Sanmıyorum. Ben ölmeyeceğimki... Ölüm gelecek ve bana misafir olacak. Sonra ben ölüm olacağım, o ise ben... Yani hayat ölümü yaşayacak, ben ise öleceğim. Ölüm her zaman var ama ben yok olacağım. Yoksa ölüm kafamızda idealaştırdığımız bir şey mi? Platon’a döndük galiba... Pek de yol alamamışız sanırım. Belki de böyle bir yol yok. Onu biz kafamızda canlandırıp arzuladık. Olmayan bir şey yarattık. Belki de tarih de yoktu. Evet tarih yok çünkü o yok olan bir şey. Yok ise yoktur, varsa vardır ve zaten tarih olamaz. Bugün tarih dediğimiz şey; ya zihinlerimizde ya kitaplarda ya da mekanlarda olan bitendir. Başka ne olabilir? Eğer bu dünyada olmayan birşey tarih oluyorsa ben de yakında tarih olacağım demektir ama hatırladığım kadarıyla tarih kitaplarında hep savaşlardan, siyasi olaylardan, katliamlardan, devrimlerden, Rus çariçelerinin Osmanlı padişahlarının benliğinin ırzına geçip nasıl baştan çıkardıklarından bahsederler. Peki ya benden bahsederler mi? Sanmam... Hem neden bahsetsinlerki? Yaşamımda kayda değer olarak ne yaptım? Ne yapmam gerektiğini bile bilmiyordum. Yaşama şansım olsaydı keşke... Şimdi artık yapacaklarımı biliyorum ve ya mış gibi yapıyorum. Yapmak zorundayım çünkü ben ölüyorum. Yapacaklarım varken ölmek istemiyordum ama ne yazık ki artık biliyorum. Bilmeseydim daha mı iyi olurdu? Ne yani ben şimdi daha mı güzel öleceğim? Güzelin neye dendiğini daha öğrenemedim. Her hoşumuza giden güzel olmak zorunda mı ya da her güzel olan hoşumuza gitmek... Neye güzel dedim yaşamımda? İstanbul’a “Sen çok güzelsin” dedim. Peki ya duygulanıp ağlamak da neyin nesi şimdi... Ağlamak güçsüz olmak mı? Belki de İstanbul’un o güçsüzlüğüydü beni ondan iten. Ben yeterince güçsüzdüm zaten. İnsan başka bir güçsüze tahammül edemiyor sanırım. Hani düşene bir tekme daha vurmak diye bir tabir vardır ya bunu güçlü insanlar mı yoksa güçsüz insanlar mı yapar? Güçlü insan neden tekme atar güçsüze? Çünkü güçlü güçsüze tekme vurduğunda gücünden kaybetmiş olur ama öte yandan güçlünün güçsüzü ezmesi de var... Birbirine ne kadar tezat değil mi? Peki güçlü güçsüzü niye ezer? Sadece güçlü olduğunu sandığı için... Güçlü olduğunu gerçek güçlülere ve güçsüzlere kanıtlamak için... İnsan bir şeyi neden başkasına kanıtlama ihtiyacı duyarki? Eninde sonunda o da, kanıtladığı kişi de ölmeyecek mi benim gibi... Kanıtlar da, kanıtlayan da, kanıtlanan da ve tüm bunlara şahit olanlar da yok olacak. Acaba ölmeden önce son çırpınmalar mı bunlar? Yokluğa giden yolda var olmak için mi? Bu, insanların kısa bir hayatı olacağını bilmesine rağmen (ki belki dünyada bir insan ölmeyecek, bunu tümevarmadığımız sürece bilemeyiz) bu kadar çalışıp didinmelerinin, ev, iş, araba, kadın ve çocuk sahibi olmalarını açıklayabilir mi? İnsanların uğraştığı bütün bu işler ve daha niceleri (savaşmak ,sevişmek yarışmak..) yok olmamak için mi? Sonsuza ulaşma isteği... Sonsuzluğun ne olduğunu bilmeden ne kadar kolay kullanabiliyoruz bu sözcüğü. Sonsuzluk yok olmamak mı, yoksa her zaman var olmak mı? Görünürde ikisi arasında pek bir fark yok ama ikisini birbirlerinin yerine koyamıyoruz. Yok olmamak var olmayı hiç bir zaman karşılamaz. Yok olmuyorsan var olmayabilirsin. Yani yok olmamak için var olmak gerekmez. Buna karşılık her zaman var olmak için zaten var olmak gerekir. Çok mu kafayı taktım bu meseleye? Son saatlerini geçireceğini bilen insan bunları mı yazardı? Belki farklı şeyler yapardı. Hayatında yapmak isteyip de ömrünün çok olduğunu zannedip, bunları yapmaya çekindiği için yapmayan insanın, son saatlerinde farklı şeyler yapması zaten pek şaşırtmazdı beni. Artık dayanamıyorum gel artık ruhum dön bedenine. Tak Tak Tak!
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mehmet Demir, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |