Hiçbir şey yaşam kadar tatlı değildir. -Euripides |
|
||||||||||
|
Tüm düşünceleri resetlenmiş yazarlar ve bütün kör şairler gibi el yordamıyla düzenliyordum vücudumu. Gres yağı ile bulamaç olmuş ellerimden kayıp gidiyordu gözlerim. Kaynak makinelerinden fırlayan metal parçacıklarının havadaki ışıltılı dansını bilmesem sanki güneşten kopan vücut parçacıklarının havadaki aksi zannedip korkabilirdim de. Düşünmeden edemiyordum, bunca paslı metal arasında, insan nasıl kendini yeniden tamir edip yenileyebilirdi ki? Paslı beyinlerin paslı aşkları yerlerde sürünüyordu. Oksitlenmiş aşk parçacıkları, soluksuz sevişmelere benzer kesik seslerle oradan oraya sıçrasalar da, başı boş ve anlamsızdılar. Sevinçler hurdalıklarda presleniyordu. Preslenen her sevincin, kabından taşan eriyikleri, yere yapıştığı anda donuyor ve acı biçimde kararıyorlardı. Kararan acı parçacıkları yol kenarlarına serpilmişti. Prematüre çocuklar geziniyordu yol kenarlarında ürkek adımlarla. Hurdalıklardan metal acıları doldurup çuvallarına, yerde sürüyerek kendi rahimlerine çekmeye çalışıyorlardı. Güneş, büyük demir dağlarının arasında yok olmaya yakınken kızıla kesen dünya, güneşin yok olmasıyla metal soğukluğuna bürünüyordu. Zifiri karanlık bir gece başlıyordu. Yıldızlar çok uzak görünüyordu, karbonmonoksit kaplı havalarda. Ay daha dünyadan kopmamıştı. Mağmanın göbeğinde metal eriyiklerini yüklüyordu bedenine. Tanrı, yeryüzüne inmezdi pek ama sürekli tanrıdan gelen ışık maskeli korumalar dolaşıyordu ara sokaklarda. Geceleri başlayan metalik fırtınalar sürekli bedenlerden kopan yürekleri taşıyordu gaibe. Sonra bir gün, sağında solunda sürüklenen sahipsiz acıların metal yığınlarına takılıp düşen ışık maskeli korumalardan biri, -hiç unutmam ay yer altından çıkmış ve dünyanın göğsünde büyük bir delik açılmıştı. Kıpkırmızı bir sonbahar akşamıydı. Ay gökyüzüne doğru yükselirken yerde metal namına ne varsa peşine takılmıştı. Binlerce yürek ayın zorlayıcı etkisiyle terketmişti bulundukları bedenleri. Civaya benzer bir koku vardı hava da. Yüreklerden fırlayan yağlı somun fırtınası yağıyordu dünyaya. Sahipsiz ve terk edilmiş bedenler düşüyordu birer birer hurdalıklara- yok ol dedi... Dünyanın göğsündeki delik gittikçe büyüdü. Havada dolaşan her ne varsa çekip içine aldı. İçindeki magma daha bir tutuştu düşen kalp parçacıklarından. Ve eriyerek yok oldu dünya. Sonra tozlu bir gaz lambasının ışığında güneşe sırtını dönerek tanrı, yeniden başlayacak dedi. Önce Aşkı yaratmak lazımdı. Göğsünden kopardığı bir ışık parçasını elinde ovalayarak ve nefsini üfleyip soğutarak aşkı yarattı. Sonra soğuyan aşkı bir yeşil elma gibi ikiye bölerek iki yeni yürek yarattı. Kendi iradesinden yaptığı tahta bir sopanın iki ucuna yerleştirdi iki yüreği. Sonra eriyik haldeki dünyayı hala kanayan yüreklerden damlayan kanla yoğurdu tekrar. Elinde ufaladı ve bir top haline getirerek yüreklerin taşıdığı sopanın tam ortasına dengeli bir şekilde yerleştirdi. İşte o gün bugündür aşkın kanı ile yoğrulan dünya yüreklerin üzerindeki dengede döner durur. Aşkın özlemi hangi yüreği sallasa, dünya tepetaklak olur...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Kenan Kaplan, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |