>> Adımız eşkıya bellenmişse gereğini yapmalı insan. Dengeler adına üretilen ne varsa üstümüzde karabasandır. Oyunbozan direngenliğinden başkası değil sözlerimiz. Global savaş makinesi insanı ve doğayı kirletmek için kavl etmişse dahası bunu hür dünya adına yapmak gibi masum tarza oturmuşsa vakti gelmiştir bütün kavramları yeni baştan tanımlamaya. Sen tanımlayamıyorsan, tanımlanmış bir nesne olarak yaşayacaksın her daim. Tanımlanmış ve ucuzlatılmış… Dengeler adına vuruluyorsak, dengeler adına çocuklarımız ve kadınlarımız uygar dünyanın seyirliğine terk ediliyorsa. Dengeler adına kamusal dedikleri at meydanlarından görüntüyü bozuyor için kovuluyorsak, satılıyorsak ekmek parasına, titriyorsak loş sokaklarda, köprü atlarında, cesedimiz kaskatı kesilmişse çukurun birinde; kınında çekilmiş bir hançer ışıltısıyla gırtlağını temizlemeli haramzade semirgenlerin. Duy acıyı ve kör karanlıklarda atılan çığlı nasıl kaybolur ve ateş nasıl bir yüreği kavurur; duy ve inle köpekler gibi… Bu bahisi siz açtınız. Ama kapatmak bize düşecek mutlaka. Ruhuna alçaklık yuva yapmış soytarılar, şanlı bir tarihi karanlık suretlerin elinde oyuncak yaptı. Bir millet ki hiçbir zaman köle olmadı ve bilmez de ne demektir uşaklık yapmak. Ama yöntemlerimiz çağcıl, ince ayarlı ve sağmal. Kavramlarınızla kuşatırsınız her şeyi. Her şey sanırsın ki yerli yerinde. Piyasa şartlarına ayarlanmıştır; çek, senet, döviz, borsa biraz da… Namusunuz ve namınız dövize endeksli tahvillere muadil. Ve yürüyorsunuz yeryüzünde kibirli ve leşe konan kargalar gibi tünüyorsunuz saraylarınıza sonra. “Kervanın konakladığı yere ulaştı Ebu Sufya’nın, bir grup müşrik haberci. Dediler, ey Mekke’nin ulusu Ebu Sufyan! Muhammed Bağlıları Bedir kuyularına ulaştı, bizimle gelmeyecek misin? Hayır, dedi Ebu Sufyan, kervala, yola devam edeceğim! Ya şerefin dediler O’na. Parmaklarını uzattı ve gösterdi; benim şerefim kervanlarımın sırtında!” Şerefi kervanın sırtında olanlarla onurunu yüreklerinde taşıyanlar arasındaki fark ne kadar da derin." - Tüm internet yazarlarını geniş bir okur kitlesiyle buluşturan, bugüne kadar dünyada yapılmış en gelişmiş ve kapsamlı edebiyat portalı.">
..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Bir deliyle aramda tek bir ayrım var. Ben deli değilim. -Salvador Dali
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Şiir > Başkaldırı > YOLCU DERGİSİ




29 Aralık 2007
Kara Yazılar  
BİR SAVAŞCIDIR KALBİM!

YOLCU DERGİSİ



:BAFB:
FERHAT KALENDER'İN YENİLGİ YAZILARI

" VİCDAN AYAKLANMASI "

- 42 yaşında KARA bir kadın
insanlığa onuru hatırlatıyor.
bir kadın
hem de siyahi
anglosakson kibrini yerle bir ediyor.
insanlık- kadın - siyahi - amerika
yeryüzü;
siyah bir tende özgürlüğü soluyor.
adı: rosa parks;
ve annemiz hacer'e ne kadar da benziyor...

BİZİ BURADA BEKLE!

Adımız eşkıya bellenmişse gereğini yapmalı insan. Dengeler adına üretilen ne varsa üstümüzde karabasandır. Oyunbozan direngenliğinden başkası değil sözlerimiz. Global savaş makinesi insanı ve doğayı kirletmek için kavl etmişse dahası bunu hür dünya adına yapmak gibi masum tarza oturmuşsa vakti gelmiştir bütün kavramları yeni baştan tanımlamaya. Sen tanımlayamıyorsan, tanımlanmış bir nesne olarak yaşayacaksın her daim. Tanımlanmış ve ucuzlatılmış…
Dengeler adına vuruluyorsak, dengeler adına çocuklarımız ve kadınlarımız uygar dünyanın seyirliğine terk ediliyorsa. Dengeler adına kamusal dedikleri at meydanlarından görüntüyü bozuyor için kovuluyorsak, satılıyorsak ekmek parasına, titriyorsak loş sokaklarda, köprü atlarında, cesedimiz kaskatı kesilmişse çukurun birinde; kınında çekilmiş bir hançer ışıltısıyla gırtlağını temizlemeli haramzade semirgenlerin. Duy acıyı ve kör karanlıklarda atılan çığlı nasıl kaybolur ve ateş nasıl bir yüreği kavurur; duy ve inle köpekler gibi…
Bu bahisi siz açtınız. Ama kapatmak bize düşecek mutlaka. Ruhuna alçaklık yuva yapmış soytarılar, şanlı bir tarihi karanlık suretlerin elinde oyuncak yaptı. Bir millet ki hiçbir zaman köle olmadı ve bilmez de ne demektir uşaklık yapmak. Ama yöntemlerimiz çağcıl, ince ayarlı ve sağmal. Kavramlarınızla kuşatırsınız her şeyi. Her şey sanırsın ki yerli yerinde. Piyasa şartlarına ayarlanmıştır; çek, senet, döviz, borsa biraz da… Namusunuz ve namınız dövize endeksli tahvillere muadil. Ve yürüyorsunuz yeryüzünde kibirli ve leşe konan kargalar gibi tünüyorsunuz saraylarınıza sonra.
“Kervanın konakladığı yere ulaştı Ebu Sufya’nın, bir grup müşrik haberci. Dediler, ey Mekke’nin ulusu Ebu Sufyan! Muhammed Bağlıları Bedir kuyularına ulaştı, bizimle gelmeyecek misin? Hayır, dedi Ebu Sufyan, kervala, yola devam edeceğim! Ya şerefin dediler O’na. Parmaklarını uzattı ve gösterdi; benim şerefim kervanlarımın sırtında!”
Şerefi kervanın sırtında olanlarla onurunu yüreklerinde taşıyanlar arasındaki fark ne kadar da derin.

KALAN DEVRİMCİ BİR SİLÜETTİ!

Demli bir çayı karıştırdım ve pembe dünyalar allak bullak oldu. Konuktur ciğerime hem nergiz kokusu hem nikotin buğusu. Azad ettim mahallemin köpeklerini, özlediğimde tv seyrediyorum, haberler, şovlar, sulu sepken durumlar.
Parmaklar beni gösterir, avuçlarından alın teri damlayan ojeli tırnaklar; tebbet yeda ebi leheb! Karanlığın rahminde rakseden çılgın bir kelebeğim ben, kanatların rengarenk. Yoluma dikilen cüsseli cesetler, ciğeri beş para etmez, sokağımın kedilerine emanet.
Öcüler menüsünde birinci sıradaki korkuyum ben. Bozguna sürgün edildim, sakalım kirli, katran karası.
Buradayım hem orada. Tatlı rüyaların tam ortasına saplanan öfkeden mızrak! Zulmün yakasına yapışmış mağrur bir gülüm ben. Bol ışıklı beş yıldızlı salonların parlak büyüsüne sokaklarımın iflah olmaz çamurunu sıvayacağım mahir bir usta gibi. Dinleyin ve korkun bu çamurun büyüttüğü acıyı ve çığlığı. Gözbebeklerimdir fünyesi çekilmiş bomba; bakışlarım çıplak ve soğuk, her an tetikte.
Üzerime salınan mavi kanlı hukukun panzehiri dolaşıyor damarlarımda; Annemin göğsünden emdiğim kutsal adalet! Ve merhamet, sağır vicdanların kalın duvarlarını parçalayıp karşınıza dikilecek. Gözetleyin beni, takılın peşime.
Ayaklarım nasırlı; Kızıldeniz’in kumsalını adımlıyor gibi sıcak ve devingen. Bilir beni iyi bilir şeytan uygarlığı ve sentetik müminleri ve kibrin batağında yine de tedirgindir sürüngenler.
Zamanın kalbi benim, ruhum özgürlüğün ve ezilmişliğin yol arkadaşı. Medya plazaların, köhne ekranların ve soysuz buyurganlığın çok iyi bildiği şeydir bu, Elimin tersi kaşınıyor! Yumruklansın kız kardeşim mektep kapılarında, maaş kuyruğunda can versin ihtiyar, umut işkenceden geçsin, bilinç tutuklansın. Öfkemin mayası tutsun ve kabarsın.
Gündüzün aydınlıktır ceketimin astarında. Delikanlı, el- etek öpmez hırçın bir devrimciyimdir gece. Kelimelerin ve cümlelerin derin nutuklar tanrısına kurban edildiği bir ülkede itirazın diliyle konuşmayı öğrendim. Suretim kayıtlarda şüpheli, iflah olmam.
Yüreğimin sesine koşuyorum. Yazıklanma kahır gömleğimin yakasındaki kirdir yıkasan da çıkmaz. Ne kaldı ki düşler bahçesinden devşireceğim yepyeni bir gün doğumuna.

KİTABIN SÖYLEDİĞİ...

Kitabı’nın önünde; “ İsyan Ahlakı” isimli kitabının önünde bağdaş kurup şu satırları dinledik; Nureddin TOPÇU Usta’dan;

“ İsyan, insanlar arasında bir dostluk bağının ortaya koyduğu bilgidir, bu bilgi, bir ölçüde ben ile başkasını sırdaş hale getirir.

İsyan, aşk içinde sonsuza atılarak bedenini ve ruhunu hiçe sayarcasına ızdıraba adanan harekettir.

İsyan, kurtarıcı Mutlak’ın eşiğinde bile, insanı elleriyle havada mutlak’ın hareketlerini diler vaziyette tutan duadır.

İsyan, insan kalbini kendi ihtirasının ve merhamet düşüncesinde küçümsenmiş ihtirasların üstünde tutarak, ona evrensel bir sorumluluğun yüklediği yüce görevi hatırlatan bağışlamadır.

İsyan ışıktır.
İsyan değişimdir.
İsyan mistiğin tavrıdır.

Bizim Allah’ımız, isyanın Allah’ıdır!”

Eyvallah kutlu usta!
Aldık alacağımızı revan olduk yola…
Ardımızdan kalbimizi kalbi bilen gelsin…. Vesselam!

KATİL ARAMIZDA!

Felluce ve daha nice yurdumuzun maktulü sinsi bir gölge gibi yanıbaşımızda. Çocuklarımızın gırtlağından akıtılan kola da katil. Oturma odamızın başköşesine kurulmuş renkli ve sırnaşık cilveleriyle çocuklarımızın ruhlarını ele geçirmeye çalışıyor. Alışkanlıklarımıza dadanıyor, düşlerimizi talana yelteniyor. Afganistan’da binlerce masum çocuğu doğrayan katil, ışıklı neonlardan akıtıyor bu kez zehirini. Dilimizi kirleten, reflekslerimizi körelten, düşünme biçimimizi dönüştüren ve seri numaralar yapabilen bir katille karşı karşıyayız. Bizzat şeytanlaşmış bir katil bu! Global mezbahalar kuruyor ve buna özgürleştirmek diyor. En özgür insan bedeni deşilmiş insan ona göre. Ve biz seyrediyoruz. Bir ip cambazını seyreder gibi bu boğazlanma sahnelerini. Çünkü aklımızı başımızdan almış bir katil bu, kalbimize dadanıyor. Bu şeytanlaşmış katilin içimize düşürdüğü vesvese, şeksiz, şüphesiz ona iman etmemiz.
Katil aramızda!
Cinayetlerini dayattığı kanlı hukuka göre işliyor. Sonuçta hep o haklı çıkıyor. Yeryüzünde kurmaya çalıştığı korku imparatorluğu önünde tek bir engelden başkasını görmüyor ve bunu ifşa ediyor: Müslümanlar! Çünkü katilin akıl hocası şeytan, çok iyi biliyor; kimdir mülkün sahibi! Ve kimdir yeryüzünün varisi!
Kalbimiz ısınıyor, yeryüzü ısınıyor...

EBUZER

Kimdir bu çağın Ebu Zerr’i kardeşim? Kim savaşa durur, çağdaş, özgür, ilerici ve dahi çanak yalayıcı ikonlara… Yetimin hakkını kim korur? Kimdir vicdanını hiçbir hesapla kirletmeden hesap sorma yürekliliğini sıcak bir namlu gibi göğsünde taşıyacak olan? Yanık bedenlere, buğday başağı saçları okşayacak merhamet eli nerde? Kimdir, parlak, cilalı, kaypak ve konjonktürel albenileri Muhammedi duyarlılıkla hesaba çekecek…
Egemen gücün ulusal ve uluslar arası şeytanlarıyla gırtlağımıza basmaya yeltendiği bir zaman aralığı bu.
Her gün biraz daha onursuzlaşan, kişiliksizleşen ve kemiksizleşen ve en acısı yüreğinde yeni sürgün gibi devrim taşıyanlarını lime lime öğütmeye hazırlanan dünya. Güç dengeleri arasında unufak olan kimlikleriyle kaybetmenin verdiği acıyı ‘piyasa’ denilen yüzsüz ve düzenbaz oyunun içerisinde kazanca tahvil etmeye çalışan adamlarımız. Kişilik buharlaşmasıyla konformizmin hizaya soktuğu duyarlılıklar şimdi ilgilerimizi, sevgilerimizi ve inanma gücümüzü beş para etmez bir metaya dönüştürüyor. Söz tükeniyor ve geriye kalan postmodern evhamlardan başkası değil…
Öyleyse kimdir bu kahredici yönelişi durduracak olan kardeşim!
Sen kimsin?

DİRİ TUTUN KALBİNİZDE ÖFKEYİ

Bu ülkede başörtüsü sorunu diye bir sorun yoktur! Bu ülkede mesele insan kalitesidir! Salt aklını kullanarak işleri düzene koyacaklarına inananlarla, kalbiyle düşünen ve akledenler arasındaki çelmişkidir bu! Genç kızların saçlarını göstermeleri kadar basit bir duygusallıkla vatan kurtardıklarını sananların küçük beyinlerine kazıdıkları faşist şablonların bir ülkeye nerelere getirdiklerini seyrediyorsunuz.
Sizi gördük ve iliklerine kadar tanıyoruz bayım! Kudretiniz mazlum milletten emdiğiniz güçle kaimdir. Ve kuvvetiniz aç ve aciz bıraktığınız bu halka yeter!
Haydi savurun bakalım tehditlerinizi bir kerecik olhsun efendilerinize! Global dünyanın basit ve sıradan bir figürü olmaktan öte nedir ki şahsiyetiniz! Utanma ve ar perdesi yırtıldığından beri yüzlerinizden herşeye vurdumduymaz ve aymazsınız. Kaç dolara tekabül eder kasılmalarınız? Bu toprağın çocuklarına ekşittiğiniz suratlarınızın dünya piyasalarındaki değeri nedir bayım! İstediğiniz başörtüsü müydü? Bakın yüreklerimize kazıdık onu! Bakın ve çıldırın! Ve her şeyden önemlisi unutmamayı öğrendik. Ve hiç bir şeyi unutmayacağız! Çocuklarımıza öğreteceğiz ve işaret parmaklarımızın ucunda olacaksınız! İşaret parmaklarımızın menzilinde! "Bunlar" diyeceğğiz; "Geleceğimizi soyup, geleceğinizi karartmak isteyenler" Tanıyın bunları, çok iyi tanıyın; " Tebbet yeda Ebu Leheb!" Haydi her şafakta ve her gecede tekrar edin; " Tebbet yeda Ebu Leheb!"
Bir gün yargılanacaksınız. İnsanlığınıza ihanetten yargılayacak sizi vicdanlarımız! Hükmünüz verilece ve 'değmez' diyeceğiz! Boş kütükler gibi yıkılacaksınız kahrınızdan. Musa'nın Firavunu muhatap kabul ettiği kadar bile karşılığınız yok bizde. Sizden yana baktığımızda gördüğümüz loş ve koyu bir karanlık!
"Geri dönün, dedi Musa; O kibirlenmekte olanlar size hayat hakkı tanımıyorlarsa, geri dönün ve evlerinizi gelecek için hazırlayın!"
Biz hazırız, evlerimiz hazır!
Haydi kalpleri diriltmeye!

İYİ BİLİRİZ!

Biz bu katilleri iyi tanırız. Biz bu katilleri ve onların yeryüzünün her tarafını fesada boğan izdüşümlerini iyi biliriz!
Mavi kanlı hukuklarını üstümüzde dolaştırarak efelenmelerinin ne anlama geldiğini de! İnandığımız değerlere sataşırlarken salgıladıkları nefreti ve hınçlarının bu ülkeyi ne hale getirdiğini bizden daha iyi hisseden kimdir? Bunlar kimlik ve kişilik katilleri… Tükenmekte olan soylarına gözyaşı ve acı kuleleri armağan edebilmek için ateşe verdikleri değerlerin bitmez tükenmez bir veludlukla her dem karşılarına dikileceklerini bilemeyecek kadar da acizdirler!
Hiçbir şeyi unutmayacağız; asla! Kutlu atalarımızın emaneti olan bu ülkeyi kirli iştahalarının harman yeri haline getirmelerini…Yeryüzünün onuruna sahip çıkan bir avuç güzelliği çirkin tezgahlarla ezmeye çalıştıklarını… İnancını yüceltenleri okul kapılarında yok saydıklarını, boğmaya çalıştıkları çığlıkları… Milyonlarca insan açlık sınırında boğuşurken kendilerine bahşedilen imkanlarla her türlü şarlatanlığı modern zamanların gerekleri olarak dünyaya dayatmaya çalışmalarını… Asla unutmayacağız!
Sizleri çok iyi belledik bayım! Sizleri; şeytanın havarilerini…
Şimdi tüm güzelliğimizle bekliyoruz; “Tüm güzelliğimizle ve öfkemizle!”



ORDAKİ!

Yalan! Yeryüzünün halklarına kocaman ve sinsi yalanlarını yutturmaya çalışıyor global makine. Yüzyıllar boyu doğuya çevrilen kem gözlerle mazlum halkları iliklerine kadar sömürmeyi ve köleleştirmeyi adet haline getiren bu kurmaca zihin şimdi her türlü aracıyla Müslüman halkların üstüne geliyor. Ultra donanımlı savaş makinalarıyla Müslüman kanı doyumsuzluğu üzerinden yeni bir dünya oluşturmaya çalışıyor.
Dönüp bak tarihin son yüzyılına! Kimlerin dişleri arasından sızıyor kan. Kimler bu çağın canavarları? Kim ki Amerika ile kolkola girmiş ise girmiş demektir yılanın koynuna! Kim ki bu büyük şeytanın yalanlarına çanak olmuşsa geleceğine ihanet etmiş demektir. Kim ki bu mavi kanlı hukukun boyunduruğunda yaşamayı içselleştirmişse, geçirmiş demektir boynuna global tasmayı!
Şimdi yönümüze istikamet vermek zamanı.
Şimdi yürü devrimin damarlarına, kalbin yeniden ısınsın. Kudüs vakti kadar vakur bir bilinçle yücel üzerinde yeryüzünün. Şimdi sana ihtiyacımız var, şimdi sende sorumluluk var!
Şimdi söyle sende ne var!


MESELİN MESELESİ

Son kurşunu da yatağına sürün ve bizi düştüğünüz yerde bekleyin. Kaldığımız yerden devam edeceğiz. Çünkü hiçbir baharımız solgun olmadı ama yorgun bir ülkenin vebali boynumuzda. Yaralarımız halâ kanıyor; işte bu yaşam belirtisi! Dediği gibi şairin; “Velhasıl onlar vurdu biz büyüdük kardeşim…”
Rüzgarların en haşini şehre inendir, yüzümüzü yalar geçer. Ve biz çılgın kahkahalarımız deli bakışlarımızla basmayı öğreniyoruz kentin şah damarına. Kirli pasaklı görüntümüzle göz zevklerinin içine kusacağız serseri yanlarımızı. Siz ey şehrin palyaçoları…Öğreneceksiniz bizimle birlikte yaşamayı… Ya öğreneceksiniz ya da nefretlerinize gömüleceksiniz. Ve biz meseller okuyacağız bağdaş kurarak küflü kalın kitapları serip meydanlarınıza. İşte biri; kadim bir bilgeden;
“ Konfiçyüs, Thai Dağı’nın eteklerinde gezinirken ağlayan bir kadın görür. Öğrencilerinden Tze-Lu, kadının yanına giderek neden ağladığını sorar.
Kadın; “ Çok acı çekiyorum. Bu çevrede bir kaplan var, önce kaynatamı parçalayıp yedi. Sonra kocamı, şimdi de oğlumu öldürdü.” Der.
Konfiçyüs söze karışır ve “ Öyleyse niçin başka bir yere gitmiyorsun?” diye sorar.
Kadın şu ilginç yanıtı verir; “ Çünkü barada insanlara baskı yapan bir devlet yok!”
O zaman bilge Konfiçyüs öğrencilerine şunları söyler;
“ Kadıncağız haklı çocuklarım. Baskı yapan devletler kaplandan daha korkunçtur, bunu hiç unutmayınız.”


KUKLANIN MEVSİMİ OLMAZ

Biz buradayız, bir yere gittiğimiz de yok. Üzerinde doğrulduğumuz toprak, mavisini kuşandığımız gökyüzü yüreklerimizden tutuyor. Biz buradayız ve her kentin tam ortasından bakıyoruz dünyaya. İçimizde kardelen ılıklığında bir sürgün besliyoruz, nefesimiz ılık bir bahar çağrısı...
“Hedefini delip geçmezse kılıçla mızrak
Dönüp yaralar kendi sahibini…”
Bu, atalardan, Endülüs’ün kahraman evlatlarından bize düşen kutlu söz içinde yol aldığımız hali ne kadar da güzel açıklıyor. Adaleti ve özgürlüğü “ kuklalardan” dileniyorsanız, hedefinizi baştan yanlış koymuşsunuz demektir. Oysa “kuklacının” hiçbir zaman böyle bir niyeti olmamıştır ve olmayacaktır da. Dilenme halindeyseniz direnme bilinciniz tahrip olmuş demektir. Böylesi bir duyarga sefaletten başka bir işe yaramaz. Dünün, kendilerini dava delisi gençleri olarak takdim edenler şimdilerde geçmişlerine kahır ve iğrenmişlikle bakıyorlarsa, bilin ki onların dünde fazla bir anlamları yoktu zaten. Siz kendinizi sonsuz bir sevdanın adanmışları değil de kuru bir ideolojinin bağlıları olarak görürseniz, elbette sizleri bir arada tutar gibi görünen ideolojik bağ koptuğunda dünyada bir anlam ifade etmediğinizi görürsünüz. Ve belleğinize tutuşturulan verili dünyanın söylemleriyle yaşanmış olanı yargıladığınızda elinizde kalan pişmanlıktan başkası değildir. Dünü hiçbir şey diye adlandırdığınızda bu gün de hiçsiniz demektir. Dün, ideolojik saplantı ve takıntı halinde olanlar, bu gün liberal demokratik podyumlarda kendilerinin ne kadar da zararsız uysal olduklarının gayreti içerisine girmiş bulunuyorlar. Ne denir ki, devam edin öyleyse kukladan merhamet dilenmeye…
Oysa biz her zaman burada olacağız… Dün buradaydık, bugün buradayız ve yarında burada olacağız. Aşk ehli ile kuru akıl ehli arasındaki ince çizgidir bu…
Öyleyse biz işimize bakalım…
Farkında olan bir bilinç halindeysen haydi gir kolumuza, dokun kelimelerimize… Haydi ayağa kalk düş önümüze…

SİYAH VE BEYAZIN GÜNCESİ

Melon şapkalı ve papyonlu “ciddi” adamlar
Ucu görünmez salonda, paha biçilmez kristal avizelerin altında
Birbirlerine yapay gülümsemeler fırlatıyorlar.
Melon şapkalı ve papyonlu “ciddi” adamlardan Türk olanı
“ İyi gider bilirim ” diyor, votkayla Rus havyarı; Ama ben rakıyı tercih ederim…
“Ne de olsa milli!”
Millidir bizim baylar “Ülkenin bölünmez bütünlüğüne” gömdüklerinde kafalarını!
Dansa kaldırdıklarında, çıtkırıldım kavalyelerinin her dönüşleri
dünya barışına ulvi katkılar sağlar…
Deodorant ve parfümle karışık tuzlu terler birikir fıraklarının yakalarında “ komşularımızla iyi ilişkiler ve karşılıklı menfaatler adına…”
Her şey halledilmiş ve pürüzler giderilmiş olarak anlaşmalar dökülünce beyaz sayfalara…
Gönül huzur içerisinde herkes çekilmiştir artık kendileri için ayrılmış süit odacaklarına…
Tarih, onur ve vefa karantina altındadır nasıl olsa…

Bir başka yerinde yeryüzünün,
Karanlık aydınlığa gebe kalmaktadır oysa… Ve bunu kimse fark etmez seherin nabzını tutanlardan başka…
Bir melek dokunur, parmağı tetikte bir Çeçen savaşçısının sağ omuz başına. Düşlerini kanatlarına yatırmış bir kartal havalanır yüreklerin şahikasına o an.
Ve Şeyh Şamil’in ruhu rüzgarlarla el ele verip Kafkas dağlarını aşarak, Rus ayılarıyla koyun koyuna cilveleşen papyonlu “ millilerimizin” rüyalarını basmaya gelir.

MEVSİMLERLE GELEN

Ne yapabilirsiniz ki cennetini yüreklerinde taşıyanlara… “Ateşin sahipleri” ne yapabildi ki… Hiçbir şeyinize ortak yapamayacaksınız yarının aydınlık yüreklerini… Soygunlarınıza kutsal idoller giydirip üzerimizde korku heyulaları estirdiğinizde sandınız ki yok olup gideceğiz. Etiketten başka bir şey değilsiniz… Kazındığında kasılmış karanlıktan başka neyiniz çıkar altından. Kendi ülkemizde üçüncü sınıf insan muamelesi görmek gücendirmez bizi. Çöreklendiğiniz sayfiye yerlerine “ Köpeklerin ve başörtülülerin girmesi yasaktır!” afişlerini asmanız inciltmez. Bilim hokkabazlığı yapmaktan başka bir işe yaramayan kiliselerinizden, üniversitelerinizden aforoz edilmek dokunmaz bize. Milli sınırlar içinde vatanı bölünmez bir cinnet yapmanız da.
Kaos ve karmaşa yağlı enselerinize yeni katmanlar katmak için en çağcıl yöntemdir.
Ama biz sakiniz. Bu toprakla yürek yüreğe verdik seyrediyoruz olan biteni. Seyrediyoruz efendilerinizin önünde sergilediğiniz aşağılanmayı ve sefaleti... Kimmiş şimdi “ iktidara sahip olup gaflet, dalalet hata ihanet içinde olanlar…” Kimmiş “ Şahsi emellerini
müstevlilerin şahsi emelleriyle tevhid edenler…” Bunu çok iyi biliyoruz.
Ne yapabilirsiniz ki cennetini yüreklerinde taşıyanlara… Sürgünü hicret, hapsedilmesi halvet ve öldürülmeyi şehadet belleyenlere…
İşte hala buradayız ve tüm mevsimler bizi soluyor…

BİR SAVAŞÇIDIR KALBİM!

Savaşçı şaha kalkan ve kişneyen kısrağının sırtında ufku görünmez denize baktı. Afrika’yı doğudan batıya geçmişti. Deniz ki okyanus, kudurgan dalgaları atının toynaklarını okşuyordu. Döndü, süvarilerine haykırdı; “ Varlığımın Sahibine yemin ederim ki, şu koca derya kesmeseydi önümü, O’nun adını dünyanın sonuna kadar ulaştırırdım!” Adı Ukbe B. Nafi idi.
Bir başka zaman bir başka savaşçı, yoldaşlarıyla akıntısı güçlü boğazı küçük gemileriyle geçerken, karşı taraftaki münbit toprağın kokusu ciğerlerine kadar işliyordu. Öyle bir toprak ki, kalbinde dünyanın en güzel medeniyeti fışkıracaktı. Gemilerden inmeye başladılar fevc fevc ve emir verdi savaşçı; “Yakın bütün gemileri; İnkılabımız Allah’adır!” Adı, Tarık B. Ziyad idi.
Haçlı sürülerinin kuşattığı Antakya şehri. Yüzbinlerce aç köpek saldırıyor avuç içi kadar bir kente. Direniş kırılamayınca uzayıp giden zaman tüketiyor Haçlıların yiyeceklerini. Önlerine gelen her şeyi yemeye başlıyorlar. Batılı vakanüvistler akla gelebilecek her şeyin yenildiğini yazıyorlar. Bu da yetmiyor. Bugünki çağdaş batılının ataları civar köylerdeki Müslüman çocuklarını toplayarak kazıklara geçirip ateşte pişirerek yiyorlar. Sonunda emelleri gerçekleşiyor. Antakya gibi ele geçirdikleri her bölgeye kan kusturuyorlar. Ve kutsal Kudüs! Ahalisi paramparça ediliyor.
Yine bir savaşçı, kalbinin içine işleyen ağıtlarla büyüyor; gökyüzüne bakarak, gözyaşlarını içine akıtarak.. Dağlar ve çöller aşıp tepelerden en yükseğine konuyor. Batmakta olan güneşin acı kızıllığı Kudüs’ü karanlıklar içinde karanlığa gömüyor. Bir tek savaşçı fark ediyor bunu o an ve yanındakilere haykırıyor; “ Vallahi bu can bu tende yalnızca bu kutlu şehrin aydınlığa kavuşması için duruyor!” Adı Selehaddin Eyyubi idi!

Ya sen: Kimsin?



   



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Derman Arıyorsan Derdine Dön! [Öykü]
Morgun Son Delikanlısı [Öykü]
Yolcu Dergisi 76. Yürüyüşü: "Gökyüzüne Bak!" [Eleştiri]
Ferhat Kalender Söyleşisi [Eleştiri]


YOLCU DERGİSİ kimdir?

dergi, kalbi olan bir dergi. . . .


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © YOLCU DERGİSİ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.