"Çok söz hamal yüküdür." -Yunus Emre |
|
||||||||||
|
Güneş, yeni uyanmış olmasının verdiği büyük enerjiyle pırıl pırıl parlıyordu. Sabahın emekleme dönemleriydi ve şehrin sesleri henüz çok cılızdı. Gözlerini karman çorman rüyalardan ayıran İlyas odasına bir göz attı. Duvardaki posterleri onu izliyorlardı. Şutunu çekmek üzere gerilmiş bir golcünün posteri vardı bir duvarda, hemen yanında da seyircileri alkışlayan bir 10 numara. Onlar gibi olmayı çok isterdi. Her gece büyük bir statta alkışlar eşliğinde güne uğurlanırdı İlyas. Tek rüyası buydu. Uyandığı zaman rüyalarında attığı gol sayısıyla orantılı bir mutluluk kaplardı içini. Bu gece “hat-trick” yapmıştı, katmerli bir mutluluk vardı bedeninde dolaşan. Mutluluğunun tek nedeni de bu değildi tabii. Arkadaşlarıyla buluşacaktı. Öğretmenleri ayarlamıştı bu işi. Buluşup bir çay evinde oturacaklar sonra da sinemaya gidip güzel bir film izleyeceklerdi. Yetecek kadar parası vardı ve annesi bulup buluşturup bir forma almıştı oğluna. Annesi, çok düşünürdü İlyas’ı. Abisi kızardı top oynuyor, ayakkabılarını yırtıyor diye ama o da severdi İlyas’ı. Sevmese eski kotunu verir miydi hiç? Eski dediysek yırtığı pırtığı yoktu. Rengi soluktu biraz ama o da farklı bir hava veriyordu. Formasını giyince üstüne, altına da kotu çekti mi havasından geçilmezdi. Formanın rengi bile yeterdi. Çocuklar çok beğenecekti. Hemen kalkıp hazırlanmaya karar verdi. Yatağından hızla fırladı, hep öyle yapardı zaten. Abisi çoktan işe gitmişti. Odadan çıktı ve annesinin kahvaltıyı hazırlamakla meşgul olduğunu gördü. Annesine gülümsedi. Annesi de ona. Heyecanının farkındaydı annesi. Hemen kahvaltıyı hazırlardı. Yumurta pişirdi oğluna sarısıyla beyazı birbirine küs bir yumurta ve çay koydu. Birlikte oturdular kahvaltıya. Annesi günde iki kez kahvaltı hazırlıyordu; biri abisi için çok erken saatlerde, daha güneş bile gözlerini açmadan önce, diğeri ise İlyas’a ve kendine. Kahvaltı sırasında İlyas’ın gözleri yatağın üzerinde duran formasıyla kotundaydı. Bugün ikisini de ilk defa giyecekti ve arkadaşlarına gösterecekti istediği zaman ne kadar yakışıklı olabildiğini. Lokmalar havada çarpışmamak için usta manevralar yapmak zorunda kalıyorlardı. Bazen ağzı elinin hızına yetişemiyordu. Hızlı yiyordu yemeği. Aslında acelesi yoktu. Arkadaşlarıyla buluşmasına daha üç saat vardı. Buluşacakları yere varması yürüyerek yarım saatini alırdı. Annesi de bu yüzden yavaş yemesi için uyardı onu zaten. Yoksa hiç kızmazdı oğluna. Belki bazen top oynayıp çamur içinde eve geldiğinde ama o da zaten hakkıydı. Top oynarken dünya gözünden siliniyordu İlyas’ın. İlyas başladığı hızla kahvaltıyı bitirdiğinde annesi birkaç lokma atabilmişti ağzına. Kazandığı ivmeyle sofradan da fırladı İlyas. Doğru elbiselerinin yanına koştu. Üstüne tuttu formasını. Bora’nın da vardı buna benzer bir forması. Futbolcunun biri imzalayıp vermişti. Kendisininkinde imza yoktu ama yine de güzeldi. Annesinden izin istedi formasını giymek için. Annesi başıyla onayladı. Hemen pijamasını çıkardı üstünden ve formayı maça çıkmak üzere olan bir futbolcu heyecanıyla giydi. Sonra da kotunu çekti altına, çok yakışıklı olmuştu. Annesinin gözlerindeki ışıltı anlatıyordu bunu ona. Annesi gurur duyuyordu İlyas’la. Hem yakışıklıydı İlyas hem de çok başarılı bir öğrenciydi. Öğretmenleri çok seviyordu İlyas’ı. Babası olsa o da çok severdi. Babası olsa İlyas’ın çok güzel elbiseleri olurdu, evleri daha güzel olurdu, kitapları, defterleri tam olurdu, cebinde hep harçlığı olurdu. Babası olsa annesi bu kadar yorulmazdı. Abisi okurdu belki. Ama bunları bugün düşünmeyecekti İlyas. Bugün arkadaşları ile buluşacaktı. İlyas banyodaki aynada saçlarını uzun uzun taradı. Bir sağa yatırdı, bir sola. Geri yatırdı olmadı, öne taradı olmadı. En sonunda ilk halinde karar kıldı ve saçlarını sağa doğru özenle taradı. Sonra bir süre aynanın karşısında kendine baktı. İyi görünüyordu, herkes onu beğenecekti. Belki Elif bile beğenirdi. Elif… Sınıfın en güzel kızıydı Elif. Babası banka müdürüydü. Çok zengindi Elifler. Sınıftaki bütün erkekler âşıktı Elif’e ama en çok İlyas âşıktı. Bora da âşıktı ama kimse İlyas kadar âşık olamazdı. Elif pek konuşmazdı İlyas’la, pek bakmazdı İlyas’a. Ama bir gün öğretmenin sorduğu soruya yalnızca ikisi parmak kaldırdıklarında Elif gülümsemişti İlyas’a. Sınıfta kimse kalmamıştı, herkes koşarak boşaltmıştı sınıfı büyük bir gürültüyle. Öğretmen de çantasını alıp çıkmıştı. Yalnız ikisi kalmıştı sınıfta. Elif ve İlyas… Gülümseyen Elif ve bakakalan İlyas. Öğretmenin adını çağırmasıyla kendine gelebilmişti İlyas ama sorulan soruyu da vereceği cevabı da unutmuştu çoktan. Öylece kaldı İlyas hiçbir şey söylemeden. Öğretmen kızmadı ama arkadaşları çok güldü İlyas’a, Elif de çok güldü. Yine de kimseye kızmadı, Elif gülmüştü ya, yeterdi. Sınıfın en güzel kızıydı Elif. Saçlarıyla işi bittikten sonra abisinin tıraş kolonyasını alıp üzerine döktü biraz. Sonra biraz daha. Ve çıktı banyodan. Banyoda neredeyse bir saat geçirdiğini fark ettiğinde çok kızdı kendine. Çünkü bir buçuk saati kalmıştı. Yol yarım saat sürüyordu. Yürüyerek. Arka mahalleye uğrar öyle giderim diye düşündü. Artık evde kalacak sabrı yoktu. Annesini öptü ve dışarı çıktı. Ayakkabıları tozluydu. Hemen sildi ayakkabılarını. Annesi ayakkabının ucundaki yırtığı yeni tamir ettirmişti daha. Son bir kez kontrol etti ayakkabıyı, sağlam görünüyordu. Ayağına geçirdiği gibi ayakkabılarını, fırladı sokağa. Çok zamanı vardı, arka mahalleye doğru yavaş yavaş yürümeye başladı. Bir yandan da düşünüyordu. Elif gelecekti. Bora gelmeyebilirdi. O zaman Elif’in yanına otururdu İlyas. Çok yan yana gelemiyordu Elif’le. Bir kez “ mendil kapmaca” oynarlarken rakip olmuşlardı. Ortada mendili tutan öğretmenin elinden kapmaya çalışacaklardı mendili. İlyas çok hızlı koşardı. Ama o gün inadına yavaş koştu ve Elif mendili kaptığı gibi kaçtı arkadaşlarının çığlıklarla beklediği çizginin gerisine. Arkadaşları kızdılar İlyas’a. İstedikleri kadar kızsınlardı. O tam bir delikanlı gibi davranmıştı ve Elif’i mutlu etmişti. İlyas farkına varmadan adımlarını hızlandırmıştı. Yavaşladı yine. Düşünmeye devam etti. Bir gün sınıftayken Elif’in elini tuttuğu zamanı düşündü. Aslında elini tutmuş sayılmazdı. Elif, arkadaşlarıyla “yakalamacılık” oynuyordu, tam sınıfın önünden geçerken ayağı bir yere takıldı ve dizlerinin üstüne düştü. Canı yanmıştı Elif’in. Canı yanmıştı İlyas’ın. Hemen koştu Elif’in yanına, elinden tutup kaldırdı. Elif fark etmedi kendini kaldıranın kim olduğunu, karşıdan gelen öğretmenine doğru yürüdü gitti. Bu da İlyas’ı hiç üzmedi. Hem neden üzsündü. Kızın canı yanmıştı o yüzden aldırmamıştı İlyas’a. İlyas etrafını seyretti biraz. Fakir bir mahalleydi burası. Herkes İlyaslar gibiydi. Kimse kimseden üstün değildi burada. İlyaslar eski bir inşaatın üstünde oynarlardı. İnşaat üç evle çevrilmiş bir yerdi, dördüncü tarafı da patika bir yola bakıyordu. İlyas okuldan sonra en güzel gollerini burada atıyordu. Eve biraz uzaktı burası ama Murat’ın esik püskü bir bisikleti vardı. Onla gelip gidiyorlardı. Sürekli futbol oynuyorlardı burada. Büyük sahalarda oynadıklarını hayal ederek. İlyas, kendini büyük bir sahada düşledi. Tribünler ağzına kadar doluydu. Maçın bitmesine çok az zaman kalmıştı ve durum 0-0’dı. İlyas’ların takımına gol gerekiyordu. İlyas hemen kendi ceza sahasına doğru koştu. Kaleciden topu istedi ve sürmeye başladı. Karşısına çıkan oyuncuyu müthiş bir çalımla geçti. Sonra bir diğerinin sağından atıp solundan geçti. Karşıdan gelen iki futbolcuyu görünce topu Murat’a atıp verkaç yaptı. Topla yeniden buluştuğunda karşısında kocaman bir kale ve zavallı bir kaleci vardı. İlyas gerildi, topa vurmadan önce tribünde Elif’in oturduğu tarafa doğru bir bakış attı ve topa sert bir şekilde vurdu. Kaleci hareket bile edememişti. Top ağlarla buluştuğunda İlyas çoktan tribünlere varmıştı. Herkes “İlyas” diye bağırıyordu. Elif bile. Elif ona bir öpücük gönderdi. İlyas gülümsedi ve o sırada hakemin düdüğünü duydu. Bir anda İlyas’ın yüzü allak bullak oldu. Tekmelediği taş bir arabanın alarmını çalıştırmıştı. Hızla uzaklaştı oradan. Çok uzun zamandır yürüyordu. Arkadaşlarıyla buluşacakları yere iki yüz metre kadar kalmıştı. Ve İlyas yol boyu yürürken yuvarlak bir taşı tekmeleyip durmuştu. Taş sokağın sağına soluna kaçtıkça İlyas yetişmiş ve tekmelemeye devam etmişti. “İyi ki terlemedim” diye düşündü İlyas ve bekleşen arkadaşlarının ve öğretmeninin yanına gitti. Sessiz bir merhaba duyuldu İlyas’tan. Öğretmen başını okşadı. İlyas etrafa bakındı. Elif yoktu henüz ama gelirdi. Formasını düzeltti, kotunu elinin tersiyle tokatladı eğer toz varsa gitsin diye. Tam o sırada Elif göründü karşıdan, gülümsüyordu. Yanlarına geldiğinde herkese baktı ve gülümsedi. İlyas yerinde duramıyordu. “Merhaba” dedi Elif’e nasıl çıkardığını kendi bile anlamadığı bir sesle. Elif gülümsedi yine, Elif hep gülümserdi zaten. İlyas’ı süzmeye başladı. Gözleri formasının, kotunun üzerinden kaydı gitti. Ayakkabılarına vardığında durakladı, ama çok kısa bir zamanlığına durakladı. Sonra da Bora’ya döndü ve yürümeye başladılar herkesle birlikte. İlyas üstüne başına baktı. O da Elif gibi süzdü kendini ve ayakkabılarına vardığında bakışları, o da durakladı. Yolda gelirken tekmelediği taş yüzünden ayakkabısı yırtılmıştı. Zaten çok da sağlam sayılmazdı ama sanki bakana dil çıkartırmış gibi görünüyordu. İlyas çok utandı. Babası olsun istedi o an yanında. Yeni ayakkabıları olsun istedi. Bora gibi olmak istedi. Elif’in yanında yürümek, yeni ayakkabılarıyla. İlyas, bir daha top oynamamaya karar verdi arkadaşlarının arkasından yürürken. Bir daha utanmak istemiyordu yırtık ayakkabılarından. Bir daha utanmak istemiyordu değiştirmeye gücünün yetmediği şeylerden. Köşe başından eve doğru döndü İlyas, kimse fark etmedi. Kimse düşünmedi İlyas’ın yırtık ayakkabısını, arkadaşları hiç bahsetmedi ayakkabıdan. Elif bile… Elif çoktan unutmuştu ayakkabıdaki yırtığı ama İlyas hiç unutmadı kendisiyle alay eden ayakkabının dilini.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Bahadır ÖZBÜTÜN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |