"Sevgi bilmekten doğar." -Mevlana |
|
||||||||||
|
SAVAŞTAN BARIŞA / 23 Nisan Çocuklarına / Mektup Sevgili Kardeşim Özgür, Şu anda orada olmayı ne kadar çok istediğimi anlatamam. Zaten bugüne kadar da hep oraların hatıralarıyla yaşadım. Geçen yılki 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı şenliklerinde senin ve ailenin bana gösterdiği ilgiyi hayatım boyunca unutamam. Diyebilirim ki hayatımın en mutlu günlerini orada yaşadım. Çocukluğumun farkına orada vardım, özgürlüğün tadını orada tattım. Aynı zamanda seni, aileni ve ülkeni tanıdım. Bana, Büyük Önderi, O’nun İlkelerini ve devrimlerini tanıttın… Şu ana kadar da, yeniden oralara gidebilme, 2003 şenliklerinde de yeniden birlikte olabilme ümidini taşımıştım; ama artık bu imkânımı ve ümidimi tamamen yitirmiş durumdayım. Onun için sana mektup yazmak, duygularımı paylaşmak istedim. Bu mektubu, mum ışığında, çok zor şartlar altında, yazıyorum ve çok zor şartlar altında da göndereceğim. Mektubumu aldığında belki de ben yaşıyor olmayacağım! Sevgili kardeşim, Biliyorsun ki biz şimdi, savaşın içindeyiz. Birkaç gündür okula da gidemiyoruz. Dışarı çıkamıyor, kimseyle görüşemiyorum. Kendimi o kadar yalnız, o kadar çaresiz hissediyorum ki… Annemin, akrabalarımın yanında olmama rağmen keşke orda olsaydım diyorum. Sen, benden kilometrelerce uzakta olduğun halde, kendime en yakın hissettiğim insan, sensin inan! Ne kadar büyük acılar içinde olduğumu anlatamam. Duygularımı, düşüncelerimi, acılarımı kimseyle paylaşamıyorum. Çevremde acıdan, gözyaşından başka bir şey yok. Aile içinde kimsenin kimseyi teselli edecek gücü ve cesareti kalmadı. Herkes acılarını ve gözyaşlarını gizlemeye çalışıyor. Bu yüzden anneme, babama da bir şey söyleyemiyorum. Onların da ne büyük acılar içinde olduğunu çok iyi biliyorum. Bu yüzden onlara da hiç bir şey yansıtmak istemiyorum. Onlar benim acılarımı, ben onların acılarını gördükçe, daha da çok yıkılıyoruz. Onun için acılarımı içime gömüyor, boğazıma düğümlenen hıçkırıklarımı bir zehir gibi yutuyorum. Biraz sonra postaneye gideceğim ve hıçkırıklarımı tutmadan, göz yaşarlımı gizlemeden ağlayacağım… Bunu bir de babamı ziyarete gittiğimde, hastane gidiş ve dönüşlerinde yapıyorum. Bugün savaşın onuncu günündeyiz. Daha savaşın ikinci günüde evimize bomba düştü. Küçük kardeşim öldü. Babam yaralandı, hastaneye kaldırdılar. Şimdi ben de annemle birlikte bir akrabamızın yanında, bir sığınakta kalıyorum. Kaldığımız sığınak gibi, hayatım da karardı. İçimde hiçbir yaşama sevinci hiçbir yaşama ümidi kalmadı. Bu küçük yüreğime, bu kadar büyük acıları nasıl sığdıracağımı hiç bilemiyorum. Günlerce, gecelerce düşünüyorum, soruyorum, sorguluyorum; ama on dört yaşın aklıyla hiçbir çözüm bulamıyorum. Düşünüyorum, bu savaşlar niçin olur? Para için mi, mutluluk için mi? Birileri mutlu olacak, ben acılar mı çekeceğim? Birileri mutluluğunu benim acılarım üzerine mi kuracak? Para, açlığı ortadan kaldırır; ama hangi para benim acılarımı ortan kaldırır? Hangi servet benim kardeşimin acılarını dindirir ve onu geri getirir? Keşke aç kalsaydık; fakat sizin gibi özgür, sizin gibi bağımsız olsaydık… Düşünüyorum, bu savaşalar niçin olur? Sorunlar illâ ki savaşla mı çözülür? Sorunların çözümünde savaştan başka çözüm yolları bulunamaz mı? Kinin, kan davasının bile kınandığı günümüzde, savaşın nasıl bir haklılık payı olabilir? Ben, bir arkadaşımla kavga etsem, bir büyüğümün bana ilk söyleyeceği şey, “Utanmıyor musun, niçin kavga ediyorsun kardeşinle?” olur. Şimdi ben soruyorum, büyüklerime: “Niçin kavga ediyorsunuz, hiç utanmıyor musunuz?” Düşünüyorum; hayat, kitaplar, insanlar bana bütün insanların kardeş olduğunu, bütün insanları sevmem gerektiğini öğretti… Ve sevdim! Babam hep: “İnsanı sevmeyen, Allah’ı sevemez” derdi ve böyle örnek oldu bana. Ben, bu öğretilenlerle büyüdüm ve bu öğretiler, yüreğime sevgi tohumları olarak ekildi. Benim yüreğimdeki sevgi tohumları, sevgi çiçekleri açtı hep! Kim söyler, şimdi; hangi taş yüreklinin acımasız elleri kopardı bu çiçekleri? Şimdi, kim yeniden harap olan gönül bahçeme sevgi tohumları ekecek ve o sevgi tohumları ne zaman çiçek açacak? Sevgili kardeşim, Ne çiçek kaldı gönlümde, ne tohum… sevgi adına! Kopardılar çiçeklerimi, kırdılar dallarımı, tümüyle kuruttular sevgi bağımı! Sormak istiyorum! Bu muydu sevgi? Bu muydu kardeşlik? Bu muydu insanlık? Hani çocuklar çiçekti? Hani çiçekler solmayacaktı? Hani çocuklar ağlamayacaktı, hani çocuklar ölmeyecekti..? Büyükler hep yalan mı söyler, hep ikiyüzlülük mü yapar? Hep doğruyu söyler yanlışı mı yapar? Bana bir şeyler söyle! Nasıl yaşarım bu çelişkilerle, bu ikiyüzlü dünyada, ikiyüzlü insanlarla..? Şimdi bomboş kalan gönlümü kin ve nefret kapladı! Ben kime ne yaptım ki beni ateşin içine attılar… Kalem tutan elime, çiçek açan kalbime silah sıktılar! Kimin hakkı vardı ki benden, haklarımı aldılar? Ben elime silah almadım, kimseye kurşun sıkmadım! Söyle, bu silahlar bu ellere göre mi yoksa bu silahlar bu ellere göre mi..? Sormak, öğrenmek istiyorum! Nedir bu kin, bu nefret..? Bu mudur medeniyet? Bu mudur modern çağın modern insanı? Bu mudur küreselleşme? Bu mudur yükselmek, hayatlar üzerine hayatlar, yıkıntılar üzerine binalar kurmak..? Hani büyük ulus? Hani büyük devlet? Hani Avrupa Birliği? Hani Birleşmiş Milletler? Hani İnsan Hakları… Ne olur dostum bana bir şeyler söyle! Ben sana BARIŞ, kendime SAVAŞ adını verdim. Ne de olsa sen, adın gibi özgürsün. Ne de olsa sen barışın çocuğusun, bense artık savaşın çocuğuyum! Söyle bana! Özgürlük nedir? Bağımsızlık nedir? Söyle bana! Nasıl özgür olunur? Nasıl bağımsız kalınır? Sor büyüklerine! Onlar da mı bir şeyler yapamazlar kır çiçeklerine..? Dostum, beni bağışla! Dertlerimle dertlendirdim seni; ama dertlerimi paylaşacağını biliyorum. Hayat zaten bir paylaşım değil mi? Yaşam zaten bir meşale değil mi? Ben şimdi bu meşaleyi sana devrediyorum! Hoşça kal, dostum! Ben özgür olamadım, özgürce yaşayamadım! Dilerim, siz bağımsızlık şemsiyesinin altında hep özgür kalır, hep özgür yaşarsınız! Artık bende hiçbir güç kalmadı. En küçük bir seste yerinden fırlayacakmış gibi çarpan kalbimde bir tek KORKUSUZLUK kaldı. Bir tek KORKUSUZLUK yüreğimde… Artık hiçbir şeyden korkmuyorum! Ne ölümden, ne savaştan, ne silahtan… Geçsin şimdi üstümden füzeler, düşsün üstüme bombalar, yağsın yağmur mermiler… Şimdi sokağa çıkıyorum! Şimdi hastaneye gideceğim! Şimdi postaneye gideceğim! Şimdi ölüme gideceğim! Yağsın üstüme acılar… Yağsın mermiler… Hoşça kal Özgür! Hoşça kal özgürlük! Hoşça kal hayat! Hoşça kal barış! Hoşça kal savaş! Hoşça kal… Hoşça kal… MUHAMMED EL… ( Bu mektup, Muhammed’in Bağdat’tan gönderdiği son mektup oldu. O, bir Iraklı idi. Doğulu ya da Orta Doğulu, Avrupalı ya da Asyalı, Amerikalı ya da Afrikalı ne fark ederdi ki… O, bir kır çiçeğiydi..! ) Mehmet KIYAK* 29 Mart 2003
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mehmet Kıyak, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |