..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Gerçek bir sevgide diğer insanın iyiliğini istersin. Romantik sevgide diğer insanı istersin. -Margaret Anderson
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Modern > Mehmet YALÇIN




16 Haziran 2007
Kapılar  
Mehmet YALÇIN
Başka şeyler düşünmeliydi. Zamanı geçirmeliydi sadece. İki saat daha bekleyebilirdi. Ne vardı ki? Daha önce de beklememiş miydi? Birinin çıkıp ona al işte, bu hayat senin. Doya doya yaşa, demesini beklemişti


:AGFF:
I

     Soğuk bir geceydi. Belki kar yağsaydı daha iyi olabilirdi hava. Şehrin ışıkları buz gibi keskin havada kristalleşmiş gibiydi. Sanki daha solgun görünüyordu tüm evler. Duvarlar daha bir katıydı ve rüzgar bu duvarları üşütüyordu. Binalar, karanlık ve suskun bir kent ormanıydı. Onların içinde, bir odanın ışığı bozuyordu bu sessizliği sadece. Yolu buralara düşen bir evsizin içini ısıtabilecek bu pencere, her şeyi kendine çekiyor gibi davetkârdı.

     Bu, küçük bir odanın penceresiydi. Pencerenin hemen dibinde bir masa ve onun üzerinde küçük bir kasetçalar vardı. Duyulur duyulmaz bir sesle çalıyordu. Masanın bir ucunda bir defter ve kalem sahibinin onu tekrar eline almasını bekliyordu. Ama öyle olmadı. Genç kız, odasına girip yatağına attı kendini. Gün boyunca hazırlık yapmış ve yorulmuştu. Tüm isteği, bir an önce sabahın olmasıydı. Uykusu bir gelse kafasındaki binlerce düşünce, plan bir durulsa rahat bir nefes alabilse…
     
     Heyecanlıydı. Neredeyse bir yıl geçmişti. Ayrıldıkları gün hiç bu kadar onu özleyebileceğini tahmin etmemişti. İkisi de susmuş, otobüsün kalış saatini beklemişti. Bir ara, sevdiği adamın derinden iç çekip bir şeyler söyleyecekmiş gibi ağzını açıp sonra vazgeçtiğini hissetmiş ama üstünde durmamıştı.
     
     İkisinin de birbirlerine söyleyecekleri şeyler vardı ama üç gün boyunca sanki bir büyüyü bozmaktan çekiniyorlarmış gibi ürkek davranmışlardı. İşte yarın geliyordu tekrar. Belki oturup enine boyuna konuşurlardı bazı şeyleri ya, gene de pek ihtimal veremiyordu buna. Aslında istemiyordu konuşmayı. Belki zamanla her şey bir bir yoluna girerdi. Bu konuları açmamak belki en iyisiydi.
     
     Yatağında uykuyu beklerken diğer tarafa döndü. Bir ana önce uykuya dalabilmek için gözlerini sımsıkı kapadı. Aslında böylece uykusunun daha fazla kaçmasına neden oluyordu. Bunu biliyordu ama düşüncelerine bir türlü hakim olamıyordu. Kafasında binlerce düşünce dönüp duruyordu. Daha geçen sene sevdiği adama içerlemiş, gittiği gün bu ilişkinin yürümeyeceğini hissetmemiş miydi? Şimdi neden kalbi deli gibi atıyordu? Neden bu insanı beklemek bu kadar zordu? Hep iyi şeyler olacağını düşündüğü için belki her defasında bu kadar heyecanlanıyordu.

     Otobüsü beklerken onun yanında olduğunu içinden ona sımsıkı sarılmak geldiğini ama yapamadığını hatırladı. Susuyorlardı çünkü her ikisi de tamamen farklı şeyleri düşünüyordu. Adam, vedalaşmaya hazırlanırken kafasından bir türlü atamadığı bir düşünce onu rahatsız ediyordu. Hiç değilse dargın ayrılmamalıyız diye söyleniyordu içinden. Neden susuyor olduklarını gayet iyi biliyordu. Biliyordu çünkü onu burada bırakarak uzun bir sessizliğe mahkum edeceğini biliyordu. Gitmemezlik edemezdi. O da kal diyemezdi. En azından birkaç güzel laf edebilirlerdi birbirlerine. Ama olmuyordu. Çevrelerinde koşuşturan insanların gürültüsü, onları daha çok suskunlaştırmıştı.

     Bir ara içinden kıza sarılmak geldi. Ama bundan vazgeçti. Sonra bir şeyler söylemek istedi, hatta ağzını açtı, bunun da yararsız olacağını düşündü. İçinde bulundukları durumu değiştirecek hiçbir söz gelmiyordu aklına. Söyleyeceği birkaç kuru söz, muhtemelen uçup gidecekti. Dahası komik bir şey olacaktı bu. Bu nedenle gözlerini yerdeki taşlara dikip oturmaya devam etti.
     
     Kız, adamın kafasının karışık olduğunu görebiliyordu. Yapabileceği hiçbir şey yoktu. Aslında mutlaka yapılacak bir şeyler vardı ama bunu yapmaya ne gücü vardı ne de isteği… Ne olurdu sanki biraz konuşsa. Benimle konuşmaya bile gerek görmeyen bu adama ne yapılabilir ki diye düşündü. Yürütemeyeceğini biliyordu bu ilişkiyi. Bir gün daha kalabilse ona söyleyecek çok şeyi vardı. Şimdi bunların hiçbirini söyleyemiyordu. Birkaç dakika sonra otobüse binip gidecek biri için söylenebilecek türden şeyler değildi düşündükleri. Hoş, söylemesem de anlamıyor mu? Şu anda neler hissettiğimi düşünmüyor mu? Yoksa neden böyle davrandığımı anlamaya mı çalışıyor? Sevdiğim adam bu kadar duyarsız olabilir mi? Ya da her şeyin farkında. Tanrım! Farkındaysa neden hiçbir şey yapmıyor? Neden susuyor? Suskunluğumun büyük bir felaketi önlediğini biliyor mu? Acaba konursam neler olacağını tahmin edebiliyor mu? Susuyorum çünkü biliyorum ki onsuz olamayacağım.

     Genç kız, boğazına dayanan yumruyu şimdi kalbinde hissediyordu. Bir şeylerin olacağı belliydi. Hatırlıyordu. Sevdiği, evet çok sevdiği adamı uğurladıktan sonra da böyle hissetmiş, midesi bulanmıştı. İçindeki büyüyüp gelişen nefretin ilk kıvılcımları işte o gün ortaya çıkmıştı. Ancak tuhaftır ki bu nefret, kendisinden başka hiç kimseye değildi. Defalarca düşünmüştü bunu. Belki suçu başkalarına yüklemeyi başarabilseydi eğer kendini daha iyi hissetmeyi başarabilecekti. Ama öyle olmadı. Kim ne yaparsa yapsın, kendine düşmanlık beslemek gibi anlamsız bir duruma düşüyordu daima. Sevmek, böyle ağır bir yükü omuzlarına yüklemişti. Bazı geceler kimseye sezdirmeden saatlerce ağladığında her şeyi arkasında bırakıp gitmeyi düşünürdü. Önce uzaklaşmak düşüncesi onu kurtarabilecekmiş gibi geliyor, ardından umutsuzluk çöküyordu üstüne. Kurtulamayacaktı bundan, biliyordu. Dünyanın öbür ucuna bile gitse lanet olası kalbini de yanında götürmüyor muydu? Bütün bu düşünceler, çözümsüzlükten başka bir işe yaramıyordu. Sonra giderek daha derin acılar hissetmeye başladı. Her defasında içinin parçalandığını ve geleceğin artık kendisine acıdan başka bir şey vermediğini anlıyordu. Bir zamanlar adının korku ve acı olduğunu düşündüğü ölüm, artık bir çözüm gibi görünmeye başlamıştı. Gözlerini yumup kendi kendine öl, hadi ne duruyorsun, ölsene diyordu. Ölüm çözümdü ama hâlâ çok korkuyordu. Ah eli bir varsaydı… Bir işin hem çok kolay hem de bir o kadar zor olabileceğini şaşarak görebiliyordu. Bunu çok düşündü ama yapamadı bir türlü. Ona da hiç söylemedi bunu. Söyleseydi de onun pek üzerinde durmayacağını düşündü.

     Gözlerini açmakta zorlanıyordu. Saatin alarmını kapatırken biraz daha uyumak istiyordu. Ama midesindeki korkunç kasılma izin vermiyordu. Nedense şimdi sevdiği adamın gelmesini hiç istemiyordu. Daha önce ona sorulsa her şeyi unutacağını düşünürken şimdi böyle bir düşüncesinin olmadığını fark etti. Acaba bu, her şeyin sonu muydu? Sonuysa da fark edecek bir şey şoktu. Her durumda içi içini yiyecek ve daima bir ses kendini suçlayacaktı tıpkı şimdi olduğu gibi.

     “Ne sanıyorsun? Hiçbir şey kolay değil. Bunu daha anlayamadın mı? Hayat, omuzlayamayacağın kadar ağır. Hele aşk! Kim sana âşık ol dedi? Çekersin işte böyle. Bu ilişkiyi bitirsen bir türlü, bitirmesen bir türlü.” Diyordu içindeki ses. Bu sese karşı daha ne kadar dayanabileceğini bilemiyordu.

     Sonunda giyindi. Her şeyi unutup alışverişe gitmeliydi. Üç gün için çalıştığı yerden izin almıştı. Peki üç gün sonra ne olacaktı? Ya da birkaç saat sonrasında neler hissedecekti, hiç bilmiyordu. Güç bela kahvaltı yaptı ve dışarı çıktı. Daha arabasına biner binmez acıktığını hissetti. Neyse ki açlığa dayanıklıydı. Camı açtı. Buz gibi bir rüzgar içini titretti. Yavaş yavaş düşünceleri toparlanıyor, kafası duruluyordu. İlk defa, havada yaklaşan baharın kokusunu duydu. Ama gene de çok soğuktu. Gökyüzüne baktı ve biraz daha güneş diledi. Biraz daha ısınmak istiyordu. Isınmaya ve tüm bedeninin gevşemesine ihtiyaç duyuyordu.

     Onu ilk gördüğünde önünde yepyeni bir kapının açıldığını düşünmüştü. Hayatında ilk defa her şeyi bir kenara bırakıp yaşamak istemişti aşkı. Emin değildi ama belki birçok şeyin değişeceğini düşünmüştü. Ama değişmedi. Büsbütün allak bullak olduğuna şahit oldu hayatının. Zaman zaman sevdiği adama lanetler okusa da çok geçmeden kendini suçlamaya başladı. Kimi zaman da talihsiz olduğunu ve ne yaparsa yapsın bunu değiştiremeyeceğini hep mutsuz olacağını düşündü. Ama bunları hep düşünmekle yetindi. Hiçbir zaman o çok sevdiği adamın incinmesini istemedi. Daima sustu. Yanlış yaptığını biliyordu ama tek kurtuluşunun bu olduğunu, zamanla katlandığı zorlukların ve fedakârlıkların anlaşılacağını ve hak ettiği değeri göreceğini düşündü. O zaman, çabucak geçmişti. Değişeceğini düşündüğü şeyler olduğu gibi önündeydi hâlâ. Şu an bile içinde bir umut hissetmiyordu. Sadece bir şeyi merak ediyordu. Ne kadar kırgın olsa da önceleri onu karşısında görünce içinde anlayamadığı bir sevinç, sıcaklık hissederdi. İşte bütün bunları bugün hissedip hissetmeyeceğini bilemiyordu. Belki de bu ilişkinin tek dayanağı bu olmuştu şimdi. Tam bunları düşünürken içindeki ses başlamıştı gene. “Nasıl olur da senin için çok önemli olan bir ilişkiyi bir hisse bağlayabiliyorsun? Bu basit bir şey mi?” Birden sinirlendi. Artık bu sese tahammül demiyordu. “Nasıl benim duygularımı küçümsersin? Bir ilişkiye başlarken duygularınla başlıyorsun da bitirirken niye duygularını hiçe sayıyorsun? Artık seni dinlemeyeceğim!” İşe yaramıştı. Ses kesilmişti. Genç kız, kendini şimdi daha iyi hissediyordu.

II

     Saatine baktı. Saat 23:00 idi. Yarım saat sonra otobüs peronda duracak ve o, yavaşça inecekti merdivenlerden. Hazırlıklar tamamdı. Akşam yemeği tamamdı. Hatta bir şişe şarap bile almıştı. Kırmızı şarabı severdi. Güzel bir gece için gerekli her şey hazırdı. Hediyeyi de unutmamıştı. Hepsini eve bırakmıştı. Şimdi de terminalin kafesinde oturmuş zamanın geçmesini bekliyordu. Garson kahvesini bırakıp başka bir arzusunun olup olmadığını sordu. Evet, vardı. Bir an önce şu sıkıntılı dakikaların geçmesini dileyebilirdi. Sonra daha çok şey dileyebilirdi. Kafasının durulmasını, kalbinin deli gibi çarpmaktan vazgeçmesini, sevdiğinin bu soğuk günde içini ısıtacak bir gülümseyişini… Teşekkür edip çantasından sigara paketini çıkardı. Gözü tekrar saatine ilişti. Zaman geçmemiş miydi ne? Ya otobüs gecikirse diye endişelenmeye başladı. Burada tek başına oturmak gittikçe daha canını sıkıyordu. Etrafına bakındı. Kendisinden başka üç masa daha doluydu. Birinde bir anne, çocuğuna aldığı poğaçadan bir parça ağzına atmış, düşünceli gözlerle çayını karıştırıyordu. Yanlarında bir valiz ve küçük bir poşet vardı. Belli ki uzun bir yolculuk için hazırlık yapılmıştı. Kadın oldukça mutsuz görünüyordu. Belki de kendisine öyle geliyordu. Genç kız hemen onun evini çocuğunu da yanına alarak terk eden biri olduğunu düşündü. Kim bilir, belki kocasından kaçıyordur. Neden böyle düşündüğünü bilmiyordu. Oysa kadın hiç tedirgin görünmüyordu. Sadece biraz üzgündü o kadar. Bu sırada bir adam geldi ve masaya oturdu. Genç kızın kurguladığı hikâye değişmişti birden bire. Bu adam kocası olmalıydı. Artık karşısında sıradan bir aile vardı. Onları izlemeyi bırakıp pencereden dışarı baktı. Tanımadığı insanların yaşamlarındaki ufak ayrıntılarla niçin bu kadar ilgilendiğini bilmiyordu. Bir yandan bunu yaptığından utanıyor, bir yandan da çeşitli hikâyeler kurgulamaktan kendini alamıyordu.

     Kafedeki masalar yavaş yavaş boşalıyordu. Sonunda o da kalkıp bekleme salonuna gitti. İçeride çok ağır bir koku olduğu için dışarı çıktı. Dokuz numaralı perona doğru gitti. Burada da bekleyen kimse yoktu. Anlaşılan gene yalnızdı. Bir otobüs perona yaklaştı. Etrafında birden insanlar belirdi. İşte geliyordu. Birden kalbi hızla atmaya başladı. Otobüs durduğunda neredeyse bacakları titriyordu. Bu heyecan da neyin nesiydi böyle? Biraz sakinleşmek için derin derin nefes aldı. Her zaman işe yarardı. Oysa şimdi hiç faydası olmuyordu bunun. Nihayet otobüsün kapıları açıldı.

III

     İşten erken çıkmak için izin alması gerekiyordu. Etrafına bakındı. Yan masada oturan mesai arkadaşı hafta sonuna iş bırakmamak için harıl harıl çalışıyordu. Kendisinin ise artık yapacak işi kalmamıştı. Bütün hafta neredeyse bir yıla yetecek kadar çalışmıştı. Her şeyi ayarlamıştı. Erken çıkacak, hazırlık yapacak ve bu gece kendi arabasıyla yola koyulacaktı. Sivas´a iki saat erken ulaşacak ve sevdiği kıza sürpriz yapacaktı. Bu arada otobüsle geleceğini de ihmal etmemişti.

     Dünden kalan uykusuzluk ve yorgunluk onu düşündürüyordu. Başka zaman olsa asla bu halde arabayla yola çıkmazdı. Ama içinden bir sese böyle bir sürprizin çok iyi olacağını söylüyordu. Böylece bir gün daha kalabilecekti. Nereye sürüklendiğini bilmediği bu ilişkiyi belki daha iyi anlamasına yardımcı olacaktı bu bir gün. Konuşulacak çok şey vardı. Bütün bunları konuşmak istiyordu. Bu defaki ziyaretinin ötekilerden farklı olmasını istiyordu. Buna her iki tarafın da ihtiyacı olduğunu biliyordu.

     Genç adam kalktı ve etrafına bakında. Ağır adımlarla şube müdürünün odasına doğru yöneldi. Şimdi tam zamanıydı. Bütün gün müdürle konuşacak uygun anı beklemişti. Kapıyı çalıp içeri girdi. Müdür, telefonla konuşuyordu. Genç adama oturmasını işaret etti. O kadar hızlı konuşuyordu ki genç adam onun hangi ara nefes aldığını merak ediyordu. Ayrıca tüm çalışanlarının pilinin bitmeye yakın olduğu şu saatlerde onun ise enerjisinden hiçbir şeyin eksilmediği ortadaydı.

     Müdür nihayet telefonu kapadı ve mercekli kalın gözlüğünün ardından sevecen bir bakış fırlattı. Elini iki yanına açarak “Oğlum bir hafta boyunca neredeyse bankada geceledin. Bana kalırsa acele etme. Yarın git. Sakın beni yanlış anlama. Gene erken çık ama dinlendikten sonra git.” Dedi.

     “Biliyorum” dedi genç adam. Biraz düşündükten sonra “Tek parça halinde döneceğim merak etmeyin.” Dedi gülerek.

     Banka kapısından elinde çantasıyla çıkarken derin bir oh çekti. Sanki tüm yorgunluğunu unutmuş, kendini dinç hissediyordu. Akşamdan valizini hazırlamış ve bagaja koymuştu. Tek yapacağı, güzel bir hediye almaktı. Onun için hiç vakit kaybetmeden bir alışveriş mağazasına girdi. Ama aklına ne alacağı hakkında hiçbir fikir gelmiyordu. Acaba onu en çok ne mutlu eder diye düşüne düşüne dolandı durdu. Sonra bu böyle olmayacak deyip hediyelik eşya satan bir mağazadan içeri girdi.

IV

     “Tabelayı görmedin mi? Tam 50 km. daha var.” Dedi adam. Yanında oturan kadın kafasını çevirip arkada uyuyan kızına baktı. Sonra gözü aracın km sayacına takıldı. “Hızlı gitmiyor musun?” dedi. Adam, cevap vermedi. Kadın iyice huzursuzlaşmıştı. “Acele etmene gerek yok. Bir saat geç eve varalım.” Dedi. Adam, aynadan bir buçuk yaşındaki kızına baktı. “Uyanmasın şimdi yolda. Sabaha kadar uyutmaz yoksa bizi.” Dedi gülerek. Kadın, şefkatle kocasının saçını okşadı. “Uykusuzsun ve çok yorgunsun. Biraz daha yavaş git.” Dedi.
     “Bana güvenmiyor musun?”
     “Hayır, elbette güveniyorum. Ama biliyorsun çok tedirgin oluyorum.”
     “Bir şeyy olmaaaaz.”
     İkisi de sessizce güldü. Bu kendi aralarında söyleyip güldükleri bir şakaydı. Adam, “Bu otoban beni deli ediyor.” Diye söylendi. Kadın, “Geçen sene sana uyup da ralli bile yapılamayacak kadar kötü yollarda gecelemekten daha iyi canım.” Dedi.

     Kadının tebessümü yarım kalmıştı. Sezdirmeden kocasına baktı. Adamın, son söylediği şeylere tepkisiz kalması onu düşündürüyordu. Başka zaman olsa asla altta kalmaz, hatta o yolculuğun ne kadar zevkli geçtiğini anlatmaya başlardı. Oysa şimdi susuyordu. Dalıyor muydu ne? İnsanların çok yorgun olduklarında gözü açık uyuyabileceklerini duymuştu. 50 km. Allah´ım, bu kilometreler neden uzuyor? Bütün vücudu kasılmıştı. Yolculuk boyunca boynu tutulmuştu. “İstersen uygun bir yerde dur da biraz ben kullanayım. Sen çok yoruldun.” Dedi. Adam birden irkildi. Kadın bunu görmedi. Adamın zihninde kırık dökük bir cümle kalmıştı. Karısına belli etmeden “Yok ben iyiyim. “ dedi Uzanıp klimanın derecesini düşündü. Arabanın içi çok ısınmıştı.

V

     Otobüsün kapıları açılmıştı Tüm yolcular bir bir inmişlerdi. Genç kız neye uğradığını şaşırmıştı. Neler oluyordu? Bu adam ne yapmaya çalışıyordu? Yanlış peronda değildi. Gelen otobüs de beklediği otobüstü. Hiçbir şeyden anlam çıkaramıyordu. Bir süre karasız kalakaldı. Muavin esneyerek otobüsten indi. Genç kız, çekinerek adama yaklaştı. Otobüs muavini isteksizce genç kızın sorularını yanıtladı.

     Otobüsün kapıları kapanmıştı. Birden büyük bir sessizlik oldu. Genç kız arabasına doğru yürüdü. Kapıyı açıp oturdu. Arabayı çalıştırmak üzereyken vazgeçti.

     Otobüsün kapısı açılacaktı ve o inecekti yavaşça. Gülecekti. Evet, bir gülümsemesi yetecekti. Her şeyi bir kenara bırakabilecekti. Gelmemişti bile. Aramadı. Ama gelecekti. Bu otobüsle geleceğini arayıp kendisi söylememiş miydi? Son anda bir aksilik çıktıysa… Olamaz. Ne olursa olsun haber verirdi. Bu insan bu kadar da sorumsuz değil ki… Hemen telefonunu çıkarıp aradı. Ulaşılamıyordu. Yolda olabilir miydi? Belki bu otobüsü kaçırdı ve başka bir firmanın arabasına bindi. Belki aceleden bana haber vermeyi unuttu. Genç kız saatine baktı. Gece yarısı olmuştu. Arabadan inip tekrar terminale girdi. Tek tek otobüs firmalarına Ankara´dan Sivas´a bu saatlerde arabaların olup olmadığını sordu. Sadece bir firmanın saat 02: 30´da gelecek bir arabası olduğunu öğrendi. Gidip bekleme salonunda oturdu. Terminal iyice ıssızlaşmıştı. Tavandaki titrek floresan içini daha çok üşütüyordu. Hem de çok korkuyordu. Birçok şeyden korkuyordu. Bir yandan da salona girip çıkan tuhaf adamlardan kokuyordu. Sürekli kendisine baktıklarını düşünüyordu. Oysa bir süre sonra bu korkusunun yersiz olduğunu anlıyordu. Tuhaf olarak düşündüğü adamların bir kenarda oturup dalgın dalgın beklemeye başladıklarını görüyordu. Gene de tamamen rahat hissetmiyordu kendini.

     İçini kemiren bir korku daha vardı. Beklediği adam, hayatı boyunca gördüğü en dakik insandı. İşini daima sağlama alır, öyle hareket ederdi. Üstelik benim bu saatte yalnız başıma terminalde onu karşılamaya geleceğimi düşünüp herhangi bir aksiliği, ne olursa olsun haber verecek kadar da düşüncelidir diye düşünüyordu. Aklına kötü şeyleri getirmemeye çalışıyordu. Ya diye başlayan cümleleri, daha tamamlanmadan zihninden atıyordu.

     Başka şeyler düşünmeliydi. Zamanı geçirmeliydi sadece. İki saat daha bekleyebilirdi. Ne vardı ki? Daha önce de beklememiş miydi? Birinin çıkıp ona al işte, bu hayat senin. Doya doya yaşa, demesini beklemişti. Ne saçmaydı. Evet, saçmaydı. Daha neler neler… sevdiği adamın çıkıp karşısına her şeyi açıkça ortaya koymasını beklemişti. “Gel beraber başka bir şehre gidelim ve kendi hayatımızı kuralım.” Demesini beklemişti. Hayal hepsi. Olsun, hayal de olsa bunları düşünmek iyi geliyordu ona. Sonra desindi ki: “Seni seviyorum!” Ama öyle bir desindi ki söylenecek binlerce cümlenin yerini tutsun. Genç kız, birden umutsuzluğa kapıldı. Tüm kapıların bir bir kapandığını hissediyordu.

VI

     Genç adam saatine baktı. Gecikmişti. Mağazada gereksiz yere oyalandığı için kendine kızdı. Hiç değilse birkaç saat önce varacaktı. Hava iyice kararmıştı. Otoban, şimdi sonu gelmez kapkara bir boşluk gibi önünde uzanıyordu. Uzanıp sigara paketinden bir sigara çıkardı. Sigarasını yakarken radyoyu açtı. Gecenin bu koyu yalnızlığını paylaşacağını vadeden yarı baygın sesiyle bir adam saatlerin 20:00 olduğunu söyledi. Genç adam, biraz daha hızlı giderse tam iki saat sonra Sivas´ta olacağını düşündü. Düşündükçe kendini daha iyi hissetmeye başladı. Evet, kesinlikle böyle güzel bir sürprize ihtiyaç vardı. Şimdiye kadar anlayamadığı, anlayamadığı gibi uzun süre incittiği kadını artık daha mutlu edeceğini ve hiçbir şeyin artık eskisi gibi olmayacağını düşünüyordu. Her şey daha güzel olacaktı kuşkusuz. Belki bu defa dargın ayrılmayacaklardı. Geçen sene boğazına düğümlenen sözleri, korkusuzca söyleyecekti. Vücudundan fışkıran sevinç, aşk, huzur ve coşku dalga dalga yayılacak, sevdiği kızın kalbine yerleşecekti. Bir süre gözleri ile her şeyi anlatacaklardı birbirlerine. Sonra, konuşmayacaklardı. Uzun uzun sarılıp o güzelim sıcaklığı ve kokuyu içlerine çekeceklerdi. Çekecekler ve yapıp yapabilecekleri en iyi şeyin bu olduğunu düşüneceklerdi.

     Adam, arabaya biraz daha hız verdi. Araba hızlandıkça düşünceleri aksine yavaşlıyordu. Yoldaki çizgiler su gibi akıyordu. Ara sıra yanından geçtiği kamyonların ve tırların yorgun homurtusundan ve bir de radyodan yayılan ince bir müzik dışında sessizliği bozan başka hiçbir şey yoktu.

     Nihayet bir tabela, diye düşündü. Evet, 50 kilometre kaldığını yazıyor işte. Tekrar saatine baktı. Az kalmıştı. Sonra, önünde dikkatini çeken bir şey oldu. Tuhaf bir şeydi ya tam anlayamamıştı. Bir süre sonra yanlış görmüş olabileceğini düşündü. Çünkü yaklaşmakta olduğu arabanın zikzaklar çizdiğini sanmıştı. Ama arabaya yaklaşıyordu şimdi ve adam sabıt hızda kendi şeridinde gidiyordu işte. “Hadi bakalım usta şoför! Senden iyi araba kullanan yok öyle değil mi bu dünyada?” diye geçirdi içinden. Aracı sollamak için sinyal verdi, sonra da içini bayıltan müziği değiştirmek için radyonun tuşuna bastı. Ne olduğunu anlayamadan gözüne bir ışık çarptı. Frene basmak için çok geçti. Önündeki araç, önce sağ bariyerlere çarpmış ve şimdi büyük bir hızla döne döne tam önündeydi. Genç adam tüm gücüyle frene basmış, direksiyon simidine sımsıkı sarılmıştı. Artık yapabileceği hiçbir şey yoktu. Birden bunun, tanıdık bir duygu olduğu aklına geldi. Hayatındaki birçok şey için geç olmuştu. Artık sevdiği kadının gözlerinin içine bakıp “seni seviyorum” demek için de çok geçti. Büyük bir gürültü ve beyninde çakan şimşekler… Sonrasında büyük bir sessizlik…

Adam, bir ara bazı sesler duydu. Polis telsizinin sesini ve “Evet, adam uyumuş anlaşılan. Bariyerlere çarpmış, sonra da arkasındaki otomobil ile çarpışmış. Bir kadın, bir adam ve bir kız çocuğu… Kadın ve çocuk ölmüş. Adamın durumu ağır.” Sözlerini ayırt etti. Genç adam, birden boynunda buz gibi bir elin dokunuşunu hissetti. Sonra birilerinin bağırdığını duydu. “Bu adam yaşıyor! Kapı sıkışmış!”

     Genç adamın zihninde yankılandı bu sözler: “Kapı sıkışmış! Kapı açılmıyor! Kapı sıkışmış!”



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın modern kümesinde bulunan diğer yazıları...
Bugün Benim Doğum Günüm
Kayıp
Camlar ve Çiviler


Mehmet YALÇIN kimdir?

Ben, bir öykü ve roman tutkunuyum. Edebiyatın bir yaratım yolu olduğu ve bu yolla kalıcılığı paylaşmanın mümkün olabilceğini düşünüyorum. Henüz edebiyat yolunun çok çok başında olduğumu bilerek yavaşça ilerliyorum.

Etkilendiği Yazarlar:
Yaşar Kemal, Emile Zola, oğuz Atay


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Mehmet YALÇIN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.