"Hayranlığı o dereceye vardı ki; yere düştü ve kendinden geçti." -Fuzuli (Leyla ile Mecnun) |
|
||||||||||
|
Pencerenin önünde oturuyorum… Sandalye de pek rahat değil ama olsun. Evde herkes uyuyor… Sessizlik… Elimde bir fincan sıcacık kahve düşünüyorum… Sabahın çok erken saati… Güneşin kendisi yok ortalıkta... Ama dünyayı aydınlattığı ilk ışık okları, o sabah kapalı gözlerimden, ruhuma kadar erişmişti sanki... Serçelerin ilk cıvıltıları güneşin ilk aydınlığına eşlik diyor sevgiyle… İsmini bilmediğim diğer bir kuş ise ritmik ve canlı seslenişiyle, bana merhaba diyor… Bana selam veriyor... Çok mu bencilce? O kuşun sabaha seslenişini, sadece benim duyduğumu düşünmek… Bana “uyan” teklifi yaptığını hayal etmek… O sabah değildi… Çünkü o sabah benim sabahımdı… Gözlerimi ve ruhumu açtığım aydınlık hep derin uykudayken beni sahipleniyor… Ben sayılı kez, akıp gittiği söylenen olguya, zamana eşlik ettiğimi düşündüm… Ve o sabah, benim sabahımdı… Bencilceyse de bencilce… Benim gibi, kim bilir daha kaç kişi vardı… Ama ben onları, onlar da beni görmüyorlardı... Kapalı perdelerin arkasında, kaç kişi yeni günün sıkıntısında ya da mutluluğunda uyanıyordu, Gözleri zorla aralanıp, uykunun tatlı kollarından isteksizce sıyrılıyordu? İşte kahve suyum da kaynadı... Sıcak suyu koyduğum fincandan gelen, mis gibi kahve kokusu mutfağı sardı… Hevesle, hazırladığım kahve elimde tekrar oturdum pencerenin önüne… Usulca… Usulca… Sandalyenin üzerine oturdum, dizlerimi çekip kendime…Bir kolumla kavrayıp bacaklarımı, diğer elimle sarıldım kahveme… Yavaşça… İlk aydınlığın, sessiz, masum ve mavi pusu aman uyanmasın!… Biraz daha dinginlik… Birazdan kent uyanacak… Azıcık daha sessizlik… Bahçede yeni yeni uyanmaya başlayan elma ağacının budanmış, kuru dalları arasından mahalleye bakıyorum… Bir ay sonra, yolu görmeme engel olacak kadar büyüyecek, yapraklanacak olan dallar arasından, gökyüzünü görüyorum… Evet hava bugün güzel olacak… Ne giysem acaba?... İçimi ısıtan içecekten bir yudum alıyorum… Gözlerim dalgın, nereye baktığını bilmeyen insanların kayboluşunda, düşünceli… Üç katlı, dört katlı, aralara serpiştirilmiş gibi duran iki katlı evler... Beton yuvalar… Ruhları sıkıştıran, boğan donuk renkli binalar… Onları ısıtan insanları, henüz salıvermemişler… Dışarı çıkabilmek için sabırsızlanan çocukları ise yutmuşlar… İçlerinde saklarlar... Neşeleri, kederleri, sevgileri düşmanlıkları, isteksiz duyarlılıkları, kapalı perdeleri, gözleriymişçesine uyuyan binalar… Ve kent uyuyor... Acaba?... Yaşarlar mı kentler?... İnsanları olmasa, onları koruyan, seven eller, olmasa yaşarlar mı?.. Küserler mi?.. Kirletilirlerse ölürler mi, intikam alırcasına?... Çöpleri sever mi kentler? Çöp yığınları ile mi sunarlar ve doğaya mı salarlar kokuşmuşluğu? Yollarının delik deşikliğinde yürümek isterler mi?... Kışın soğuğunu, yıpranmışlığını bahane kabul ederler mi?... İlgisizliği affederler mi?... Sen-ben kavgasında arada kalmanın bunaltısında boğulurlar mı?... Göz göre göre harcanmayı isterler mi?... Koca koca adamların paylaşamadığı planlarda, süzülüp erirler mi?... Evet...Kentler yaşarlar... Düzgün özenli yollar, çiçeklerle dolu tertemiz çevre isterler... Derin bir soluk için temiz hava, kendisini güzelleştirip, büyütecek eller isterler... Başarılı projelerin hızla uygulanmasını, onu taçlandıracak başlar isterler... Kentler yaşarlar ve isterler... Planlı, projeli gelişmek... İnsanlarını saklamak, korumak, isterler... Batıya bakan penceremden, güneşin yükselen ışığını yakalıyorum... Kahvem de bitti zaten... Binalar gözlerini açıyor artık. Tek tek perdeler aralanıyor... Artık insanlarını, dışarı salıvermeye hazırlar...Tüm sevinçleri, hüzünleri, heyecanları, bitkinlikleri ve koşuşturmalı işleri için herkes özgür... Yürüyenleri ile canlandı artık sokak... Kent uyandı... İçeri sesleniyorum... “Haydi kalkın saat 7 oldu”... Çiçek açmaya hazır elma tomurcuklarının arasından, gökyüzüne bakıyorum...Hava çok güzel olacak bugün... Ne giysem acaba?..
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ümit , 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |