..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
"Hayranlığı o dereceye vardı ki; yere düştü ve kendinden geçti." -Fuzuli (Leyla ile Mecnun)
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Soyut > dilara balcı




15 Temmuz 2006
Kozasında Ölen Peri  
dilara balcı
zavallı pericik


:BCEJ:
KOZASINDA ÖLEN PERİ


     Küçük peri ecesine yalvardı, yalvardı...
     "Ne olur ben de insan olayım! Her şeyden çok istiyorum bunu."
     "Sen bir perisin. İnsanların asla olamayacakları kadar özgür ve yeteneklisin. Peri olarak kal, değişme bence."
     "Hayır." dedi küçük peri. İnatçıydı da.
     "İnsan olacağım ben!"





     Boğucu bir yaz gecesiydi. Cırcır böceklerinin sinir bozucu çığlıkları, gecenin sessizliğini öldürmeye yetmiyordu.
      Kader yatağında uzanmış, karanlık odasında düşüncelere dalmıştı. Tam o sırada dışarıdan gelen bir sesle irkildi. Yatağında doğruldu. Biraz endişeli, ne olduğunu anlamaya çalıştı. Sanki biri adını fısıldıyor gibi gelmişti ona.      
     Cama vuran bir taş parçası Kader'i daha da telaşlandırdı. Babası uyanacak olsa pek de iyi şeyler olmayabilirdi. Hızla yataktan kalktı, geceliğine çeki düzen verdikten sonra perdeyi araladı. Gecekondunun küçük bahçesinde genç bir adam bekliyordu.
     Kader önce adamın yüzünü karanlıkta seçemedi. O ise genç kıza pencereyi açmasını işaret edip duruyordu. Kader ses çıkarmamaya özen göstererek pencereyi açtı. Genç adamsa birkaç domates fidesini ezmek bahasına, alçak pencereye olabildiğince yaklaştı.
     "Kimsin sen?" diye fısıldadı genç kız.
     "Artık bizi tanımıyorsun, öyle mi?"
     Kader yaklaşan adama dikkatle baktı.
     “Cem?”
     “Başka bir isim söyleyeceksin diye korktum bir an.”
     Bir süre sessiz, beklediler. Cem, Kader'in bir açıklama yapmasını, özür dilemesini ya da en azından bir şeyler söylemesini istiyordu. Yan sokaktan gelen köpek havlamaları bu sessizliği bozdu.
     “Asker kaçağı mı oldun?”
     “Tezkere aldım.”
     Cemin umutları suya düşmüştü. Kader ona karşı soğuk ve acımasızdı. Oysa o, gelir gelmez, evine uğramadan Kaderin mahallesine koşmuştu. Ondan nefret edeceğine, heyecandan titriyordu.
     “Bir mektup bile yazmadın.”
     “Bir tane yazmıştım.”
     “İki satır... Bu arada yarın seni bekleyeceğim. Hep gittiğimiz çay bahçesinde...”
     “Gelemem.”
     Cem'in kaşları çatıldı. Bu kızda ne buluyordu anlamıyordu. Aylar önce onu bıraktığından çok daha katı ve alaycıydı. Başkası olsa asla tahammül edemezdi. Cemse inatçıydı.Onunla evlenmeyi kafasına koymuş, askerliği boyunca bu umutla yaşamıştı. Mektuplarına cevap gelmemesi ise onu çileden çıkarmıştı.
     “Gelmezsen... Gelmezsen çok kötü şeyler yapabilirim!”
     “Sen mi?”
     “Seni babandan isterim, ya da kaçırırım. Hatta kafam kızarsa öldürürüm!”
     Kader bir kahkaha atacaktı, ama; Cem'in kararlı bakışları onu vazgeçirdi. Askere gitmeden önce pek pısırık olan genç adam belli ki çok değişmişti. Zaman onu olgunlaştırmışa benziyordu. Kader pencereyi kapatırken, onunla buluşmanın iyi bir fikir olmayacağını düşünüyordu.


     Ertesi gün Cem çay bahçesinde pek fazla beklemedi. Kader zamanında gelmişti. Bir süre konuşmadan oturup çaylarını içtiler. Sonra Cem dayanamayıp sordu.
     “Ne zaman evleniyoruz?”
     “Hiçbir zaman!”
     “Askere giderken öyle demiyordun.”
     Konuşması küsmüş bir çocuğunki gibi, mırıl mırıl, kaşları çatık yüz ifadesi ses tonunun tersine sertti. Kaderse sinirlenmeye başlamıştı. Sesini yükseltti.
     “Üç günlük sakalınla karşımda oturuyorsun. İşin de yoktur senin!”
     “Dur be kızım, daha yeni geldik. Merak etme, dayım beni lokantasına ortak edecek. Seni aç bırakmam.”
     “O pis kebapçıdan mı bahsediyorsun?”
     






     Cem'in pes etmeye hiç niyeti yoktu. Yeşil gözlerini kızın üzerinden bir saniye bile ayırmıyordu. Her şeyi göze almış gibi bir hali vardı. Masanın altında, sol elini yumruk yapmış, tüm gücüyle sıkıyordu. Bu ukala, gözü yükseklerde kızın burnunun sürtmesi için her türlü çılgınlığı yapabilirdi.
     “Yarın yine burada buluşalım.”
     “Gelemem, işim var.”
     “Ne işi?”
     “Düğün için hazırlanacağım.”
     Cem'in korku ve kuşku karışık bakışları Kader'i keyiflendirmişti. Genç adamla oynamak onu eğlendiriyora benziyordu. Daha da ileri gidebilir, yalanlar uydurabilir, peşinden koşturtabilirdi. Ama içinde bir korku vardı. Görmeyeli değişmişti. Kendine olan güveni yerine gelmiş, o pısırık, çekingen, kırmızı yüzlü çocuk sonsuza dek gitmişti. Şimdi karşısında oturan adamın tepkilerini tahmin edemiyor, onu parmağında oynatamayacağını hissedebiliyordu.
     “Kendi düğünün olduğunu söyleme sakın.”
     Genç kız güldü. Daha da gülerdi ya, delikanlı sinirlenmeye başlamıştı.
     “Mahalleden bir arkadaşımın... Çok zengin bir koca buldu kendine. Şimdi aklı sıra bize hava atacak.”
     “Ne diye? Yoksa giyecek bir şeyin yok diye mi üzülüyorsun. Ben sana bulurum.”
     “Sen mi?”
     Bir kahkaha atacaktı, ama; Cem'in kararlı bakışları onu vazgeçirdi. Ne tuhaf biriydi! Daha önce de böyle miydi?
     “Yarın seni buradan alırım. Birlikte gideriz. Kafandan geçenleri anlamıyorum sanıyorsun herhalde.Damadın arkadaşlarıyla tanışma fırsatını kaçıracaksın!”
     “Zihnimi okuyabiliyor.” diye düşündü Kader. “Çok çalışmış ve başarılı olmuş. Kesinlikle zihnimi okuyabiliyor ve ben nedense bunu önemsemiyorum. Onunla konuşmayı seviyor muyum? Daha da tuhaflaşır mı acaba? Bana olan aşkından mı böyle oldu?”
     Kader ciddileşti. Madem düşünceleri yüzünden okunuyordu, düşünmemeliydi.
     “Biliyor musun? Dün gece rüyamda çok ama çok zengindim...” diyebildi.


                    ************


     Geniş yemek odasında, uzunca bir masada iki kişi kahvaltı ediyordu. İkisinin yiyemeyeceği kadar çok şey vardı sofrada. Karşılıklı oturmuşlardı, konuşmuyorlardı. Birbirlerine bile bakmıyorlardı.
     Alper'in yüzü gazetenin ekonomi sayfalarından görünmüyordu. Kader sessizce çayını yudumluyor, ince boynunu biraz uzatmış, arka sayfalardaki manken kızların mayolu fotoğraflarına bakmaya çalışıyordu. Sonra, kocasının ani ve hışırtılı bir sayfa çevirişiyle bundan vazgeçti ve arkasına yaslandı. Sırf konuşmuş olmak için saçmalamaya karar verdi.
     “Bugün pazar, değil mi?”
     Sanki bunu bilmiyordu! Onaylanmak mı istiyordu, yoksa çok farklı bir beklentisi mi vardı?
     “Gazetenin pazar ekini mi istiyorsun?”diye mırıldandı Alper. Yüzünü kapatan gazete kağıtları yüzünden sesi boğuk çıkmıştı.
     “Bir planın var mı?”
     “İş adamlarıyla öğle yemeği... Dün söylemiştim.”
     Gerçekten de söylemişti. Yine de Kader'in iki kaşının arasındaki tek çizgi birden derinleşti. Kocasıyla en son ne zaman iyi vakit geçirmişti, hatırlamıyordu. Onun bu ilgisiz hali genç kadını çileden çıkarıyordu.
     “Gitmesen olmaz mı?”
     Alper gazetenin üzerinden karısına baktı. Sonra ağır hareketlerge gazeteyi katladı, kıvırdı. Fİncandaki soğumuş çaydan bir yudum aldı.
     “Arabanı al, arkadaşlarınla alışverişe falan git. Bugünlük böyle olsun, sonra telafi ederiz.”
     Alper bunları söyledikten sonra masadan kalktı. Kaderse bir süre oturdu. Monoton hayatı onu gittikçe boğuyordu. Hesabını yapamadığı parasını harcayacak yer bile bulamıyordu. Hemen hemen hiçbir şey onu heyecanlandırmaya yetmiyordu. Bu düşüncelerle hazırlandı ve arabasına bindi. Nereye gideceğini bilmeden gaza bastı,. Biraz hız yapmak kafasında gittikçe ağırlaşan tonlarca düşünceden, onu birazcık olsun uzaklaştırabilirdi.
     “Arkadaşlar...” diye mırıldandı. “Hepsinden de nefret ediyorum. Bir açığımı bulmayagörsünler... Hepsi arkamdan vurmaya hazır, bekliyorlar...”
     Hiç bilmediği yerlerde saatlerce dolaştı, şehirden uzaklaştı. Saati bilmiyordu, ama; güneşin yakıcı etkisinin biraz azaldığını hissetti. Sonunda kirli bir dere kenarında arabayı durdurdu. Başını direksiyona dayadı, biraz dinlendi. Arabadan çıkıp, su birikintilerine basmamaya çalışarak, hemen ilerdeki yarım kalmış bir ev inşaatının merdivenlerine doğru yürüdü. Merdivenlerde bir adam oturuyordu. Saçı sakalı birbirine karışmış, üstü başı yırtık pırtık adamın yanına oturdu Kader. Adam onun oturmasına hiçbir tepki vermemişti. Kör gibi, daima ileriye, sıcağın etkisiyle oldukça kötü kokan, yer yer kurumuş dereye doğru bakıyordu. Kader oturduğu yerde kımıldadı. Sonra adam Kader'e bakmadan konuşmaya başladı.


     “Kokuyorum, değil mi?”
     “Biraz, ama; önemli değil.”
     “Uzun zamandır yıkanmadım. Geçen hafta hamama gidecektim. Sonra vazgeçtim. Etkisi uzun sürmezdi, bşa masraf olurdu. Buraya gelene kadar balçığa bulanıyor insan.”
     “Haklısınız. Burada mı yaşıyorsunuz?”
     İnşaatı inceliyordu. Yarım kalalı çok olmuş gibiydi. Bir duvar tamamen yıkılmıştı.
     “Burasu yazlığım. Son iki senedir falan... Kışları otostopla güneye gidiyorum. Deniz kenarında bir yere... Geçen sene iki arkadaşla yıkık bir yalıda kaldık. Bir değişiklik olmazsa yine gideceğiz. İçeriyi gezmek ister misiniz?”
     Kader itiraz etmedi. Merdivenlerden yan yana çıktılar. Adam, Kader'in yüzüne bakmamakta ısrar ediyor gibiydi. Kader belli etmeden onu süzüyordu. Güneşten ve kirden kapkara olmuştu. Saçları, sakalları yeni yeni kırlaşmaya başlamıştı. Yamalı bir pantolon, kirli bir gömlek giymişti. Ayakları çıplaktı. İçeri girdiler.
     Evin bir duvarı neredeyse tamamen yıkılmıştı. Buna rağmen kapının olması gerektiği yerden girdiler. İçeride, üç odadan ikisi iyi durumdaydı. Bunlardan biri yatak odası, diğeri oturma odası olarak kullanılıyor gibiydi. Oturma odasına geçtiler. Burada sönmüş bir ateşin kalıntıları, bolca gazete kağıdı, çöpten çıkarılmışa benzeyen ıvır zıvır ve içki şişeleri vardı.
     “Burası serin, gölge...” dedi adam.
     Seçtiği bir gazete kağıdını özenle serdi. Kader yine itiraz etmeden oturdu. Adam da tam karşısına... Hep karşısına bakıyordu. Böylelikle Kader'e bakabilmişti sonunda. Yüzünde anlamsız, hçbir duygu ifadesine uymayan bir gülümseme belirmişti.
     “Size bir şey ikram edemeyeceğim.”
     “Önemli değil.”
     “Pek misafirim olmaz. Uzun yıllardır olmadı. Kediler, köpekler falan gelir bazen. Fazla durmazlar, giderler. Bizi beğenmezler belki de... Nankör hayvanlardır. Sadece kediler değil, köpekler de... Birini çok sevmiştim. Yanımda olsun istedim, iki gün durmadı. Kaçıp gitti.”
     “Kedi mi?”
     “Köpek...”
     Adam bir şey daha söylemek istedi. Sonra vazgeçti. Tekrar söylemeye karar vermiş gibi kımıldadı. Bir gazete kağıdının köşesini kopardı, elinde buruşturup attı.
     “Siz de mi kaçtınız?”
     “Gezmeye çıktım.”
     “Pazar gezintisi... Güneş batıyor. Dışarısı çok güzel olur, serin, sessiz... Buralar tenhadır, kimseler gelmez. Size göre yerler değildir. Yine de korkmayın. Arabaya falan da bir şey olmaz. Diğer arkadaşlar bu gece gelmeyecekler. Biri hırsızlık yapar. Ufak tefek... Araba radyoları falan çalar, satar. İyi çocuktur aslında. Neyse, dediğim gibi bu gece gelmeyecekler.”
     Kader gülümsüyordu. İçerisi boğucu ve karanlık olmaya başlamıştı. Oldukça kötü kokuyordu. Yine de hava kararana kadar beklediler. Sonra dışarı çıktılar. Adam, birkaç gazete kağıdını beraberinde getirdi. Birinden küflü bir ekmek çıkardı. Küflü kısımlarını ayıklarken, Kader oturmuştu bile. Adam bir de yarısı dolu bir rakı şişesi bulmuştu. Bunları serdiği bir gazete kağıdının üstüne koyarken sordu:
     “Bekleyeniniz yok mu, gece misafirim mi olacaksınız?”
     “Sizi rahatsız etmezsem.”
     Adam ekmeği böldü, bir parçasını Kader'e uzattı. Kader ekmeği aldı, çok acıkmıştı, hiç düşünmeden yemeğe başladı.
     “Buradan yıldızlar görünür mü?”
     “Görünür, ama; ben bakmam. Bir kez baktım, ezberledim. Çok açsınız galiba. Su da yok. Rakı var, içer misiniz?”
     Kader şişeyi aldı, topraklı kapağı açtı, bir yudum aldı. Yüzünü buruşturdu. Ekmeğinden bir ısırık daha aldı. Adam bu sefer de ateş yakmak istiyordu. Oysa hava sıcaktı. Kader yine itiraz etmedi, adam ısrar etmişti.
     “Bir yıldız da biz yakalım. Bu ateş yıldızlardan daha güzel. Sesi var, kokusu da...”
     “Mutlu musun?” diye sordu Kader. Adam şaşkınlıkla baktı.
     “Değilim. Senden biraz daha mutluyum.Senden çok daha özgürüm. Daha az özgür olu daha çok mutlu olmak isterdim.”
     Ateşin çıtırtıları ve kurbağaların çıkardığı ses kulağa güzel bir müzik sesi gibi geliyordu. Kaderin krem rengi eteği, toprağa, çamura bulanmıştı. Saçları bozulmuş, makyajı biraz akmıştı. Şakaklarından akan teri kirli elleriyle sildi. Karanlıkta yüzüne bulaşan kir belli olmuyordu.
     “Ben hem daha özgür hem de daha mutlu olmak isterdim. Sana dün gece gördüğüm bir rüyayı anlatayım mı? Dün gece rüyamda çok fakirdim. Daha gençtim, biraz daha mutluydum. Çok çok fakirdim...”



                    ************



     Küçük perinin inadını ecesi kıramadı. Bir koza örmesini tavsiye etti. Gümüş bir koza... Pırıl pırıl bir koza...
     Küçük peri hemen işe koyuldu. Kozayı dikkatle, özenle örmeye başladı etrafına. Saatlerce, günlerce, haftalarca, aylarca, ıllarca ördü. Öyle umut doluydu ki... Zaman kavramı kalmamıştı artık. Tek düşündüğü şey sonunda dönüşeceği yaratıktı.
     “İnsan olacağım ben.” diyordu. “Çok mutlu olacağım, çok mutlu.”
     Küçük perinin kanatları solmaya başlamıştı, bedeni her geçen gün biraz daha büyüyordu. Gözleri ışıl ışıl parlıyor, küçücük kalbi inanılmaz bir hızda atıyordu...


                    ***********


     Kader Cemle buluştuğunda gözlerine inanamamıştı. Şimdiye kadar gördüğü en güzel elbise, Cem'in ellerinde, genç kızın onu giymesi için bekliyordu. Yüzü mutlulukla aydınlandı. Gecenin en güzel kızı, kuşkusuz o olacaktı.
     “Gelinden bile güzel olacaksın.”
     “Gelinden bile güzel olacağım.”
     Elbiseyi nereden bulduğunu sormadı bile. Hipnotize olmuş gibiydi. Hiç merak etmedi. Pis bir tuvlette üzerini değiştirdi. Sonra çay bahesinden kaçar gibi çıktılar, bir taksiye atladılar. İkisi de mutluydu. Cem daha da mutluydu, Kader mutlu olduğu için... O da iyi giyinmişti, traş olmuştu. Takım elbisesinin içinde biraz rahatsızdı, ama; değerdi.
     “Bizim de düğünümüz olacak.” diye düşündü. “Hem de yakında... Bu gittiğimiz kadar lüks olmayabilir. Dayımın lokantasında yapabiliriz. Keşke beni, benim onu sevdiğim kadar sevseydi. O zaman daha kolay olurdu.”
     Kader elbisesine bakıyordu. Uzun, incecik, yazlık bir elbiseydi. Oldukça pahalı görünüyordu. Ayakkabılar bile tam olmuştu. Sadece sol teki küçük parmağını birazcık acıtıyordu. Saçlarını kendisi yapmıştı.
     “Pek güzel olmadı. Bu elbise üzerimdeyken saçıma kim bakar ki? Ayşe kıskançlıktan çatlayacak. Beni çatlatmak için çağırdı, o çatlayacak. Gelinliği güzeldir gerçi, olsun, benim de elbisem güzel.”
     İndiklerinde biraz gergindi Kader. Yanlış bir şey yapmaktan, rezil olmaktan korkuyordu. Kapıdan girmeden Cem onu durdurdu. Boynuna bir kolye taktı. Kader kolyeyi tam görememişti. Yine de ağzı kulaklarındaydı. Gözleri, kolyenin taşlarından bile çok parlıyordu. Boynu üşüdü, Cem'e sıcacık baktı.
     Düğün damadın evinin geniş bahçesinde yapılıyordu. Havuz ışıklandırılmıştı.Düşündükleri kadar kalabalık da değildi. Müzik güzel, yemekler lezzetli, şarap daha da lezzetliydi.Kader iki kadeh içtikten sonra yüzünün kızarmaya başladığını hissetti     
     Ayşe ve kocası onlarla fazla ilgilenmediler. Ayşe sürekli kocasının ailesiyle meşgul oluyor, özellikle de kayın validesinin gözüne girmeye çalışıyordu. Onun ailesiyse, bir köşede yaşlı gözlerle kızlarının mutluluğunu izlemekle yetiniyordu. Cem'in gözü, Kader'i süzen damadın birkaç arkadaşındaydı. Neyseki Kader onların farkına varmamıştı.
     “Fark etseydi de umursamazdı. Gözlerinin içi parlıyor...”
     Cem bunları düşünürken dans ediyorlardı. Aynı anda da iki polis memuru kapıdan içeri giriyordu. Polislerden şişman olanı, servis yapan delikanlıya bir fotoğraf gösterdi ve bir şeyler sordu. Kader'in başı dönüyordu. Cem polisleri gördü. Genç servis elemanı tam arkasına döndü ve Cem'i işaret etti. Cem'in yüzü bembeyaz olmuştu. Polisler yaklaşırken dans etmeyi kesmedi. Kader olanlardan habersiz, gözlerini kapamış, gülümsüyordu. Cem, genç kızın kulağına fısıldadı.
     “Kader... Polisler geldi.”
     Durdular. Genç kız, Cem'in söylediklerini anlayamıyordu. Arkadaşlar, soygun, biri ele vermiş olmalı, kolye... Hızlı hızlı anlatıyordu delikanlı. Polisler yüzünden bir rezalet çıkmadan hemen teslim olmalıydı. Neyseki havuzun tenha kısmındaydılar ve kimse olanların farkında değildi.
     Kader, Cem'in gözlerinin içine bakıyordu. Ne görüyordu? Hayal kırıklığı? Yavaş yavaş olup biteni anlamaya başlıyordu. Elbise, kolye... O ana kadar bunların nereden geldiğini merak etmemişti. Soracaktı, geç kaldı.
     “Ayşe'nin ailesiyle dön mahalleye. Aklım sende kalacak.”
     Polislerin geldiği yöne doğru hızlı hızlı yürüdü. Girişin önünde onları durdurdu. Bir süre konuştular. Sonra çıktılar. Cem arkasına dönüp bakmadı.
     Kader olduğu yerde kalakalmıştı. Kafasında yüzlerce düşünce dolanıp duruyordu.
     “Hırsızlık yapmış. Benim için hem de...” diye fısıldadı.
     “Pek tekin birine benzemiyordu. Yakından tanır mıydınız?”
     Bunu bir adam söylemişti. Gece boyunca Kader'i göz hapsine almıştı. Şimdi de tam arkasında duruyordu. Sanki, Cem ölmüş gibi konuşmuştu. Merhum'u nasıl bilirdiniz?
     “Burada tanıştık.”
     “Size göre biri olmadığı belliydi.”
     Gözleri çok keskinmiş. Bu yargıya nereden varmıştı? Kader gördüğü düşten uyandı. Az önce rüyada gibiydi, kalbi heyecanla, mutlulukla karışık çarpıyordu.Şimdi gerçek dünyaya geri dönmüştü.
     “Burası gördüğüm bir düşe benziyor.” diye düşündü.
     “Tanışmamıştık, adım Alper...”






     Güneş yeni doğmuştu. Kader omzunda bir ağrıyla uyandı. Oturduğu yerde, ateşin yanı başında uyuyakalmıştı. Ateş çoktan sönmüştü. Genç kadın zorlukla yerinden kalktı. Bir gecede, kırk yıllık evsizlerden beter bir görünüme kavuşmuştu. Üzerinde toprak, çamur lekeleri, makyaj ve kire bulanmış bir surat ve darmadağın olmuş, kumlu saçlar...
Bunları önemsemedi. Adam, derenin kenarında dikiliyordu. Ayakları, bileklerine kadar balçıklı suyun içindeydi. Kader topuklu ayakkabılarını çıkardı, adamın yanına yürüdü. Adam karşısına bakıyordu
     “Beni çok aradın mı?”
     “Çok aradım.”
     Gülümsedi. Yeşil gözleri yıllar önceki gibi parlamıştı.
     “Beni tanımadığını sanmıştım. Koktuğumu önemsemediğini söyleyene kadar...”
     Kahkahasına hakim olmaya çalıştı. Başını yere eğdi, Kader, o anda henüz askere gitmemiş, yeni yetme Cem'i görür gibi oldu.
     “Ben de senin beni tanımadığını düşünmüştüm.”
     “Mümkün mü? Hiç değişmemişsin.”
     “Hapisten çıktıktan sonra ne yaptın?”
     “Birkaç kez daha girdim. Ufak tefek hırsızlıklar. Senin evlendiğini duydum.”
     Kader cevap vermedi. Dün oynadıkları oyun bu sabah sona ermişti. Yıllar önce bir gece, yine böyle oyun oynamışlardı. O gece şimdi bir rüyaymış gibi geliyordu ikisine de...
     “Kaçmış mıydın?”
     “Pazar gezmesine çıkmıştım. Sonra, bana söyledikleri yere geldiğimi anladım. Seninle görüşmek istediğimden emin değildim.”
     “Geldiğine sevindim. Kalmayacağını biliyorum ama... Kediler ve köpekler gibi, insanlar, kadınlar, sevgililer de nankör olabiliyor.”
     “Beni başından atamazsın. Senin için geldim, hep yanında kalacağım. Daha mutlu, daha özgür olacağım.”
     Cem gülümsedi. Sakalı ve bıyığı yüzünden gülümsediği pek belli olmuyordu, ama; alaycı bir gülümsemeydi. Uzun süre karşı koydu.
     “Yapamazsın.” dedi. “Zengin bir hayata alıştın, nefret ettiğin geçmişinden bile beter bu hayata alışamazsın, sevemezsin.” dedi, genç kadına dinletemedi. Kader'in inadını kıramayacağını anlamıştı.
     “Peki.” dedi en sonunda. Kader mutlulukla Cem'in boynuna sarıldı. Şimdi yeni bir oyuna başlamışlardı.


                    *************

     Küçük peri kozasının içinde büyümeye devam ediyor, değişiminin tamamlanacağı günü heyecanla ve merakla bekliyordu. Solmuş küçücük kanatları döküldü. Küçücük bedeni yavaş yavaş büyümeye başladı. Ellerinin, kollarının, bacaklarının ve kalbinin sessiz sessiz büyümekte olduğunu hissedebiliyordu. Kendi kalbinin sesinden başka ses duymuyordu. Minicik elbisesi üzerinde parçalandı. Saçları inanılmaz bir hızla uzadı ve omuzlarından aşağı döküldü. Büyüdükçe umutlanıyor, umutlandıkça büyüyordu. Öyle büyüdü, öyle büyüdü ki gömüş koza bedenine küçücük gelmeye başladı. Gümüş koza kaskatıydı ve pericikle birlikte büyüyüp genişleyemiyordu. Peri büyüdükçe sıkıştı, sıkıştıkça canı acıdı. İnsanlaşan etleri mosmor oldu. Daha önce duymadığı acılarla gözlerinden yaşlar aktı. Kolları, elleri, bacakları kesildi, gümüş koza kıpkırmızı kanıyla kirlendi. Artık çığlık çığlığa ağlıyordu peri kızı. Tükürüğü, gözyaşı ve kanıyla karışıp çıplak bedenini boyadı. Kozasından dışarı asla çıkamayacağını anlamıştı. Düş kırıklığıyla ölüp gitti.
                    

.Eleştiriler & Yorumlar

:: ......
Gönderen: PoLimeRaZ / İzmir/Türkiye
25 Şubat 2007
o hayal gücüyle beni her zaman büyüleyen dünyadaki tek peri...

:: .........
Gönderen: PoLimeRaZ / İzmir/Türkiye
25 Şubat 2007
o zaten bu düyadaki en hayalperest tek ve gerçek peri...

:: ...
Gönderen: PoLimeRaZ / İzmir/Türkiye
25 Şubat 2007
her zaman hayal gücünkle beni büyüledin. bu dünyadaki tek ve gerçek peri...




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın soyut kümesinde bulunan diğer yazıları...
Kara Yağmurda Açılan Kırmızı Şemsiye
İkimizden Biri Diğerini Hayal Ediyor

Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Meçhul Besteci


dilara balcı kimdir?

. . . . . . . .

Etkilendiği Yazarlar:
.......


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © dilara balcı, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.