Gençliğinde müzik öğrenen, felsefeyi daha iyi anlar. -Platon |
|
||||||||||
|
Uyumamalıydı oysa. Uykuya çok vardı, çok olmalıydı...Daha yapacak çok işi vardı. Ah nasıl arzu etmişti şimdi birden, mekanın , zamanın değişivermesini...Yazmak yazmak yazmak istiyordu.. Parmaklarının ucuna üşüşen kelimeler bir araya geliriyorlardı ya şimdi, oysa binlerce yıldır beyin kıvrımlarının içinde dolaşıp durmuşlardı onlar. Şimdi nasıl olup ta parmaklarının ucuna doğru akmaya başlamışlardı. Kendisi de şaşırıyordu bu duruma. Ama memnundu, çok hoşnuttu şu andan...Yalnızca şu cızırtılar olmasa, biraz rahat nefes alabilse, beyninin içinde ki parazitlenme son bulsa, zamanı akıtıp, mekanı kaydırıverse... Minicik bahçesinin içindeki o şirin evin sundurmasına şöyle bir göz atıp, derin bir nefes aldı... Taze oksijenin, çayır otuyla birleşen ferah tadının beyninin kıvrımlarına yol aldığını hissetti. Bahçe çitlerinin kenarlarına iyi ki dikmişti hanımellerini... Serin esen bir yelin getirdiği bu nefis kokuyu da çekti içine. Evet duyuları çalışıyordu... İçi ferahlık ve tazelik duygusuyla kaplandı... Şimdi taze sıcak bir kahve olmalıydı . Gözlerini kapadı, uykunun ağırlığını hissetti, hayır uyumamalıydı... Yapacak çok işi vardı... Uykuyu kovalayarak tekrar kapattı gözlerini, şimdi şuralardan bir yerlerden hayatının gizli kalmış, paslanmış , unutulmuş kıvrımlarının içinden en sevdiği kişilerden biri çıkıp gelecekti. Elinde hep o çok sevdiği, nedenini bilemediği bir şekilde hatırlayabildiği tepsinin üzerinde, ince belli, derin dipli, pastel renkli , seveceğinden emin fincanın içinde, dumanı tüten, sıcak sade bir kahve olacaktı ... Rüzgar mı esmişti de hissetmemişti. Oysa duyuları hissediyordu. Duyabildiğine göre o sesi. Rüzgar gülünün şarkısıyla irkildi, bir an bekledi, denedi , başarmış mıydı? Geliyordu, ayak seslerini yaklaşıncaya kadar dinledi, usulca ardına döndü. İşte; ince belli, derin dipli, pastel renkli fincanın üstünde durduğu , çok sevdiğini hatırladığı tepsi…Ve tepsiyi tutan tanıdık uzun parmaklar, ince, kemikli, ürkek ama hesapsız seven yüreğiyle gelmesini dilediği sevdiği. Başardım dedi. Kaçırmaktan ürken , heyecan dolu ifadeyle yüreğinin sesine hakim olmaya çalışarak, gözlerinin içine baktı. Evet o gözler, bulutlu , mat nemli gülen gözler. Dudaklarının kenarındaki kıvrımı hatırladı birden, tebessümü aşina geldi. ”Çok mu ağır pişirdim kahveyi , baya beklettim seni de. Ama kahvenin yavaş ateşte pişeni makbulmüş.” Duymuştu, konuşmuştu . Konuşmasa duyamazdı. Deliriyor muydu? Yoksa şu kahrolası ağırlığını gözkapaklarına oturtan uykunun esiri mi oluvermişti fark etmeden. ”İyi ki kaçmışsın buralara, bayıldım, bayıldım. Kelimenin tam anlamıyla, sen varsın her köşede. Hani hep anlatırdın, hayal ederdin... Olmuş, baksana olmuş.” Hayır duyuyordu, çünkü o konuşuyordu. Konuşabildiğine şaşırmıştı ama birden ferahlamıştı. Bu harikaydı. Uyumuyordu, rüya olamazdı, yine de emin olmak için kendine okkalı bir çimdik attı. Canı acımıştı. Buna sevindi... Çok sevdiği tepsiyi, üzerindeki ince belli, derin dipli fincanıyla birlikte terasta duran masanın üstüne koyup, işaret etti. Yürümeye çalışmalıydı, varmalıydı oraya. Hem de bir an önce; kahveler soğumadan, fincanlar kaybolmadan, tepsi yok olmadan, dilediği sevdiği kaçmadan varabilmeliydi oraya. Ancak o zaman başlayabilecekti, yoksa sonsuza dek yok olacaktı. Yok oluşa engel olabilmek için yetişmeliydi, kahvenin kokusunu duyuyordu. Sıcak, taptaze, yenice çekilmiş, o çağıran nefis koku. İyi pişirilmişti besbelli. Kahve… Anlamı en fazla olan kelime. Dağılmamalıydı, adımlarını ürkekçe sıklaştırdı. Çok az kalmıştı, hala orada duruyorlardı. Duman tütüyordu. Sandalyeye oturmuş, kendisine bakıyordu; ” Neyin var güzelim. Sanki beni ilk kez görmüşsün gibi neden bakıyorsun. Tamam biraz geç yaptım kahveyi ama bu kadar zamanda unutmadın herhalde beni.” Güldü söylediklerine. “Hadi hadi soğutmayalım kahveleri, valla güzel oldu hani. Birer de cigara tellendiririz şimdi, konuşacak çok şeyimiz var ve benim ne yazık ki çok vaktim yok.” İrkildi birden. Neler olduğunu anlayamıyordu... Ama tek bildiği ; şu anda bu anı iyi değerlendirmeliydi ve o aşina bakışların eşliğinde sıcak bir kahve içmeye ihtiyacı vardı. Bu her şeyin başlangıcı olacaktı. Yanaştı, ürkekce oturdu, o aşina gözlerin derinlerine baktı. Gülümsüyordu gözler, nemli nemli gülümsüyordu. İnce belli, derin dipli, pastel tonlu fincanı tuttu ve dudaklarına götürdü, bir yudum kahve aldı. Sıcaktı... tazeydi…sadeydi…Tam sevdiği kıvamda...köpük köpüktü… Huzur kapladı içini, gülümsedi, başarmıştı. Aşina gözlerin derinlerine dalıp, ince kemikli ellerini tuttu. ”Hadi bırak şimdi bana bakmayı, şurdan bir sigara uzatta şöyle bir tellendirelim karşılıklı, yıllar oldu seninle bir fincan kahveyi sigara eşliğinde yudumlamayalı. Özlemişim seni…” Uzandı bir sigara yaktı, bir tane daha… Derin bir nefes çekti, kahvenin kokusu, hanımeli kokusu, taze çayır kokusu, iyot kokusu… Bütün damarlarını dolaştı sanki duman, başı döndü ...Mutluydu, huzurla savurdu havaya dumanı…Başarmıştı.. Artık başlayabilirdi...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Banu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |