Tüm insanlık bir tutkudur; tutku olmadan din, tarih, romanlar, sanat, hepsi etkisiz olurdu. -Balzac |
|
||||||||||
|
21 Mayıs 1919 yılında Afyonkarahisar’ı işgal eden İtalyan birliği, bu işgaline 17 Mart 1920’de son verirken, yerini Yunan birliklerine bıraktı. Bir yıl, bir ay ve 25 gün süren bu işgal sırasında, kendilerinden emin olan Yunan birlikleri işgalin son günlerinde başarısız olacaklarını anlamış ve son bir çabayla ellerinden gelen işkenceyi Afyonkarahisarlılara reva görmüşlerdi. Büyük Taarruzun hemen öncesinde, bir grup Yunan askeri Afyonkarahisar’ın Çavuşbaş Mahallesine girerek, mahalle halkını taciz etmeye başlamıştı. Mahalleye giren askerler, genç kızlara tacizde bulunup, mahalledeki yaşlılara da çeşitli eziyetler ediyor, gençlere akıl almayacak işkencelerde bulunuyorlardı. Mahallede “Yok mu bize yardım edecek olan” feryatları duyulurken, tozu dumana katan, sesiyle tüyleri diken diken eden Türk askeri “Allah Allah” nidalarıyla bu feryada yetişti… Yunan askeri çil yavrusu gibi etrafa dağılıyordu. Askerler arasında yaşanan panik, karşı koyma direncini de kırmıştı… Türk askerinin baskınından kaçan Yunan komutanı Dimitri Dimitrius, aceleyle Çavuşbaş Mahallesi’nde bulunan eski bir eve kaçtı. Dimitrius, saklandığı evde, Türk askerinin kendini bulmasından o denli korkuyordu ki, kapının arkasına dev bir yığınak yapmıştı. Daha önce Kütahya-Dumlupınar’da alınan yenilgi nedeniyle Türklere karşı intikam hırsıyla dolup taşan Dimitri, bir yandan içinde büyüttüğü bu intikam duygusuyla, diğer taraftan da canını kurtarma telaşı ile yanıp tutuşmaktaydı. Ancak dışarı çıkma umudu, yerini “sonsuza kadar o evde kalma” kâbusu ile yer değiştirmişti. YOLCULUK Yıl 2005… Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Sınavı açıklanmış ve kayıt işlemleri başlamıştı. Her üniversitede olduğu gibi Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde de tatlı bir “Öğrenci Kayıt” günleri yaşanıyor, Ahmet Necdet Sezer Kampusundaki kalabalık gençler topluluğu, yeni bir hayata başlamanın ilk adımını kayıt kuyruğunda atıyordu. Ne de olsa Türkiye’nin dört bir yanından gelen ve birbirlerini tanımayan insanlar, üniversite şemsiyesinde artık aynı kurumun üyeleri olarak eğitim ve öğretimlerine başlayacaktı. Korhan Baydar’ın da sonuç kâğıdında Afyon Kocatepe Üniversitesi Restorasyon Bölümünü kazandığı yazıyordu. Dershane öğretmenini tavsiyesi üzerine tercihini yapmıştı. Kocaeli’nden ayrılıp da Afyonkarahisar’a doğru hareket ederken, bir yandan ailesinden ayrı kalmanın verdiği acı bir burukluk, diğer taraftan da, yeni bir hayatın heyecanı içini kaplamıştı. Kocaeli Tren Garı’ndan gece 01.00 trenine bindi. Gişeden aldığı ve cam tarafına bakan koltuğunu aramaya başladı. Bindiği vagonun bazı koltuk numaraları silik olduğu için okunması oldukça güç oluyordu. Korhan bir yandan elindeki bilette bulunan koltuk numarasına bakıyordu. Alçak sesle mırıldanarak oturacağı yeri arıyordu. - Otuz sekiz, otuz sekiz… Hayallah… Tabi on yılda bir tren koltuklarını değiştirirlerse böyle olur. Numaralar bile okunmuyor. Az sonra, vagonun arka kısmında, çiftli koltukta oturan bir genç gördü. Biraz yürüdü. Elindeki çantayı sağa sola vurarak, gence seslendi; - Otuz yedi değil mi? Genç; - Evet burası Korhan, nihayet yerini bulmuş ve yerleşmek için hazırlıklarına başlamıştı. Önce elindeki çantayı üst kısımdaki rafa koydu. Daha sonra üzerindeki hırkayı çıkardı. Çiftli koltuklardan, cam kenarında olan koltuğa geçmek için gençten izin istedi. Nihayetinde o çok sevdiği koltuğuna oturabildi. Çok sevdiği koltuktu çünkü o, cam kenarında seyahat etmeye bayılıyordu. Ancak daha çok sevdiği bir şey vardı ki, o da çiftli koltukta yalnız seyahat etmek… Bu bazen mümkün olsa da, Afyonkarahisar yolculuğunda “cam kenarı mutluluğu” ile yetinmek zorunda kalacaktı. Bu tür yolculuklarda en sevmediği kısım, yan koltukta oturan kişinin gereksiz, sıradan ve “bilindik” soruları sorarak gündem yaratma çabası oluyordu. Çok fazla sürmeden de korktuğu başına geldi ve yanındaki genç, Korhan’a göre o bilindik soruyu sordu; - Merhaba! Korhan, sözlü sırasında, listeden rasgele seçilmiş gibi hissetti kendini ama cevap vermeliydi. O da aynı karşılığı verdi; - Merhaba! Yol uzundu. Kocaeli –İzmit arası trenle gidiliyorsa daha da uzayacaktı. Sekiz saatlik bu yolun “Soru ve cevaplarla” geçmeyeceğini düşünerek, yanına aldığı mizah dergilerinden birini okumaya başladı. Tam bu sırada yanındaki gençten bir soru daha geldi; - Yolculuk ne tarafa? Korhan, dönüşü olmayan bir girdaba saplandığın düşünerek, gencin en yakın istasyonda inmesini temenni ediyordu. O yolculuğu kendi halinde tamamlamak istiyordu. Biraz dergi okuyacak, biraz kitap okuyacak, uyku öncesinde de yanında getirdiği mp3’leri dinleyecekti. Ona göre, bu tür yolculuklarda, yan koltuklarla yapılan sohbetlerin bir amacı yoktu ve tamamen gereksiz eylemlerdi. Böyleydi ama ortada da sorulmuş bir soru daha vardı ve önce onu cevaplaması gerekiyordu; - Afyonkarahisar! Genç, Korhan’dan aldığı bu cevapla birden tebessüm etti. - Ne güzel! Ben de Afyonkarahisar’a gidiyorum. Vallahi bir an, bunca yolu tek başıma geçireceğimi sandım. Hayırdır, Afyonkarahisar’da ne işiniz var? Korhan, gencin Afyonkarahisar’a yolculuk yaptığını duyunca, başından aşağı kaynar suların indiğini düşündü. Gencin istekli ve heyecanlı bir şekilde yalnız olmadığını söylemesi ise bu rahatsızlığa adeta tuz biber olmuştu. Kaçış yoktu ve biraz konuşup, uyuma numarası yaparak ondan kurtulmaya çalışacaktı. Gence cevap verdi; - Afyonkarahisar’a üniversite için gidiyorum. Genç bu cevabı duyunca daha çok sevindi; - İnanmıyorum, bende öyle! Ben Turizm ve Otelcilik Bölümü’ne kayıt yaptıracağım. Bu ara kusura bakma benim adım Gökhan! Sen hangi bölümdesin? Korhan - Önemli değil! Benim adım da Korhan, tanıştığımıza memnun oldum. Ben de Restorasyon Bölümü’ne kayıt yaptıracağım. Karşılıklı soru ve cevaplar sonrasında, Gökhan’la ilgili haksızlık yaptığını düşündü. Zira aynı şehre, aynı üniversiteye gidiyorlardı. Hem, daha önce hiç gitmediği bir yer için yanında birilerinin olması da onun için daha anlamlıydı. Nerede kalınacak, nereye gidilecek, kayıt işlemleri nasıl olacak? Bunun gibi birçok soru, son diyalogla birlikte yanıtını yavaş yavaş buluyordu. Tren Kütahya istasyonunda mola vermek üzereydi. Yolculuğun yaklaşık 6 saati geride kalmıştı. Kondüktör, iki saate varmaz trenin Afyonkarahisar’a varacağını söyleyince, iki gencin de heyecanları bir kat daha artıyordu. Yol boyunca karşılıklı soru ve cevaplar, ortamı daha samimi bir havaya bürümüş, birbiriyle konuşmaktan şikâyetçi olmayan iki diyaloga yerini bırakmış. Kütahya da geride kalırken Eskişehir’e az bir zaman kalmıştı… Yolculuğa başlayalı saatler olmuş, geçen zamanda Korhan ile Gökhan arasında iyi bir iletişim kurmuştu… Nihayetinde kondüktörün sesiyle derin sohbet yarıda kalmıştı; - Afyonkarahisar’da inecekler, tren istasyona varmak üzereee! İki genç anons sonrasında toparlanmaya başladılar. Korhan, konuşmaya başlamadan önce, yanına istiflediği mizah dergilerini çantasına koymaya başladı. Gökhan’ınsa toparlayacak eşyası yoktu. Sadece raftaki sırt çantasını alıp trenden inecekti. Tren ağır ağır yavaşlamaya başlarken iki gençte ağır ağır kapıya yaklaşmaya başladılar. Yıllarını geçirecekleri şehre ilk kez adım atmanın tuhaf duygusu vardı içlerinde… Az sonra tren durdu ve Afyonkarahisar Tren İstasyonu’na ayaklarını bastılar. Sekiz saat süren bir yolculuk sonrasında karınlarını doyurmak için, istasyon civarında bulunan bir lokantada yemek yemeye karar verdiler. Çantalarını sırtlarını yükleyerek daha sonra bol bol soracakları sorulardan ilkini, gardaki güvenlek görevlisine sordular. Korhan, görevliye yaklaşarak; - Pardon! Buralarda yemek yiyebileceğimiz bir yer var mı acaba! Görevli biraz mahçup ifadeyle gençlere cevap verdi; - Üzgünüm! En yakın lokanta şehir merkezinde. Ancak, açlığınızı simit ya da poğaça ile bastırmak isterseniz, girişteki büfeye gidebilirsiniz! İstasyonda lokantanın olmayışı, onlara ilk sinir harbini yaşatmıştı. Öte yandan en yakın lokantanın da, yaklaşık 3 kilometre uzakta, şehir merkezinde olması, gerilimin bir kat daha artmasına neden olmuştu. Bu kez şehir merkezine gitmek
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Orhan TURAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |