..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Yaşamak ne güzel şey be kardeşim. -Nâzım Hikmet
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Toplumcu > Kemal AK




18 Mart 2006
Hala Bir Umut Var  
Kemal AK
Hala bir şansı vardı. Hala bir umut olmalıydı her şey için.


:AIEI:
Akşamın karanlığı yavaş yavaş çöküyordu İstanbul’a. Aydınlığın gürültüsü, hareketi ve kalabalığı, yerini akşamın dinginliğine ve sessizliğine bırakıyordu. Sıradan yaşamların, hayatın merkezinden şehrin varoşlarına çekilişi henüz bitiyordu. İstanbul’da yine güzel bir yaz akşamı…

Akşamın sessizliği, kuvvetli bir ıslık sesiyle bozuldu ve bu ses, şehrin uzak bir varoşu boyunca yankılandı. Genç adam bu ıslığı duyar duymaz yerinden fırladı. Evden çıkması sadece saniyeler sürdü. Yaşlı annesi yine sadece, “Dikkat et kendine oğlum.” diyebildi arkasından ve yine genç adam, muhtemelen duymamıştı annesini.

Yaşlı kadın bakakalmıştı oğlunun arkasından. Pencerenin kenarından sessizce oğlunun gidişini izledi. Eğer hayatın zorluğunu anlamak istiyorsanız, bu kadının yüzüne bakmanız yeterliydi. Kolay geçmemişti yılları. Kocasını, oğlu daha doğmadan kaybetmişti. Yıllar önce göğüslemek zorunda kalmıştı hayatın zorluğunu ve tek başınaydı tüm karanlığa karşı. İşte o an karar vermişti; oğlu için yaşayacaktı. Hayatındaki tek umudu, tek isteği onun mutlu olmasıydı. Belki de bu yüzden ismi Umut’tu genç adamın.

Ancak her şey yaşlı kadının istediği gibi gitmedi. Evet, genç adam gerçekten umut veren bir çocukluk geçirmişti. Okul yılları başarılıydı. Annesi hep doktor olmasını isterdi. Tıp fakültesini kazanması onun için çok zor olmamıştı. Ancak, üniversite yılları tam bir hezimet olmuştu genç adam için.

Kahramanımız, ilk gençliğinden bu güne kafasına estiği gibi yaşamayı seven bir tipti. Hayatında hiç plan yaptığı veya herhangi bir plana uyduğu görülmemişti. Öyle büyük hırsları da yoktu. Hayatı dolu dolu yaşamak isteyen, eğlenceli, sevecen bir kişiliği vardı. Böyle birinin ise tıp fakültesinde işi olamazdı. Sonuç olarak, fakülteyi bırakması uzun sürmedi. Bugüne geldiğimizde, kahramanımızın artık otuzuna basmasına bir adım kalmıştı ve şu ana kadar dikili bir ağacı yoktu. Sürekli bir işte çalıştığını gören de olmamıştı. Girip çıktığı iş sayısını, sanırım kendisi bile söyleyemezdi ve bu duruma üzülen tek kişi, annesinden başkası olamazdı.

Genç adamın günlerinin büyük bir kısmı lisedeyken de birlikte olduğu ve şüphesiz aynı hayat penceresinin adamları olan arkadaşlarıydı. Aslında arkadaştan çok dost demem daha doğru olur. Çünkü dostluk adına bir örnek aranıyorsa, sayısız örnek bu üç yaşamdan çıkarılabilirdi. Geriye dönüp baktıklarında, ne çok şey paylaşmışlardı…

     İstanbul’un yaz akşamları, onlar için bir başkaydı. Karanlığın çökmesiyle başlayan dost muhabbetleri, sabaha kadar sürerdi. Boğaz manzaralı dertleşmeler, onlar için vazgeçilmezdi. Pek çokları için korkutucu olan İstanbul geceleri, onlar için şiir gibiydi. Kaç kere kendilerini bir parkta sabahlarken bulmuşlardı. Belki paraları yoktu; ama en azından istedikleri gibi yaşıyorlardı, yarın ne olacağını bilmeden… Mutlu gibiydiler.

İşte yine bir İstanbul akşamı ve yine toplanıyorlar. Az önceki ıslıkla yerinden fırlayan kahramanımız, çok geçmeden yanlarındaydı diğerlerinin. Üç arkadaş, sanki yıllardır birbirlerini görmemiş gibiydiler. Akşamın karanlığında, artık sadece kahkahaları duyuluyordu şehrin dar sokaklarından.
***

Vakit birçokları için artık çok geçti. Günün kalabalık sokaklarından, caddelerinden geriye, artık sadece sessizlik kalmıştı. Ancak üç arkadaş için, bunun hiçbir önemi yoktu. Yine kız kulesinin karşısındaydılar. Muhabbetin, şakalaşmaların sonu gelmeyecek gibiydi. Her ayrıntıdan eğlenecek bir şeyler bulabilirlerdi. Ama en çok da yanlarından gelip geçen insanlardan! Pek çok insanı artık ezberlemişlerdi; her sabah işe gidenler, ve yine her akşam eve dönenler…Daha çok, dalga geçerlerdi bu insanlarla ve acırlardı bu hayatlara.

Gecenin ilerleyen saatlerinde, artık sadece dolaşıyorlardı İstanbul sokaklarında amaçsızca. Bir ara, laf dönüp dolaşıp eski yapılan haylazlıklara geldi. Herkes teker teker çocuklukta yapılan küçük hırsızlıklarından bahsedecekti ve sıra kahramanımıza gelmişti. Ancak genç adamın bu konuda anlatacak bir hikâyesi yoktu. İşte gecenin geriye kalanının konusu bu olacaktı. Genç adamın yanındakiler uzun bir süre, sanki büyük bir eksiklikmiş gibi, kahramanımızı dışlamışlardı ve konu artık cesarete gelmişti. Diğerlerine göre genç adam, cesaretini kanıtlamalıydı. İlk önceleri bu kahramanımız için tabi ki komik gelmişti ama, yanındakilerin dilinden kurtulmalıydı. Peki nasıl?

Hemen ortaya bir fikir atıldı. Bu gece bir eve girilecek ve o evden, o gecenin kanıtı olarak bir şey çalınacaktı. Normal bir insan için çılgınca gelen bu plan, genç adam tarafından, verilen gazın da etkisiyle, hemen kabul edildi. Peki ama hangi ev?

Çok geçmeden, penceresi açık bir ev gözlerinden kaçmadı. Evin ikinci katta olması, genç adamın işini kolaylaştırıyordu. Artık hedef belliydi. Bu eve girilecekti. Diğerleri binanın karşısında hazır bekleyecek; kahramanımız ya da kurbanımızsa, evden bir şey çalıp geri gelecekti.

Genç adamın pencereye ulaşması çok uzun sürmedi ve işte şu an içerideydi. Hiçbir panik hissi yoktu içinde. Bu tür çılgınlıkları çoğu kez zaten yaparlardı. Onun gibi vurdum duymaz birisi için, çok korkutucu değildi. Ama sessiz olmalıydı. Yakalanmayı hiç istemezdi. İkinci adımı tam anlamıyla hezimetti. Bir şeye çarpmıştı. Ancak fazla endişelenmedi. Bu sesi kendisinden başkası duymuş olamazdı. Oda, önünü tam olarak göremeyeceği kadar karanlıktı. Sadece sokak lambasının ışığı hafifçe içeri giriyordu.

Küçük bir şey alıp gitmeliydi buradan. Ama çok acele etmedi. Biraz daha çevreye bakındı. Acaba şu an kimin evindeydi? Tam bunu düşünürken, bir tıkırtıya daha sebep olmuştu. Bu gece sakarlığı üstündeydi. Tamam! Bu sefer herhangi bir şey alıp gidecekti. Salon kapısına yakın olan masa dikkatini çekti. Masayı araştırıyordu. Eline gelen ilk şeyi cebine attı. Bu küçük bir kül tablası olmalıydı. Evet, artık işi bitmişti. Evden çıkabilirdi. Hemen arkasını döndü ama işte o an, karşısında biri olduğunu fark etti. İlk hırsızlık deneyiminde enselenmişti ve ilk aklına gelen başarısızlık duygusuydu. “Beceriksiz!” diye bağırdı içinden.

Genç adamın sessiz kalışı birkaç saniye sürdü. Kendisini korumalıydı. Karşısındaki kendisinden daha kısa görünüyordu. Çoğu zaman yanında taşıdığı, küçük bir bıçağı aceleyle cebinden çıkardı. “Sakın bağırma!” dedi önündekine, herkimse. Diğerlerinin uyanmasını istemezdi. Hemen ışığı aradı. Bulması uzun sürmedi.

Etraf aydınlığında artık sadece şaşkındı. Sanırım insanın en büyüleyici yanı doğallığı ve bu doğallık, en çok uyku halimizde açığa çıkıyor. Genç adamın bıçağının ucunda bir kadın vardı ve kadının güzelliği kahramanımızı etkilemişti. O an, kadının gözlerindeki korkuyu fark etti ve kendinden utandı. Kadını sakinleştirmek istedi. Ona bir zararının dokunmayacağını, bağırmamasını söyledi. Genç kadın sadece “Tamam.” diyebilmişti.

Evde başkası olsa, çoktan çığlığı basmıştı diye düşündü kahramanımız. Kadını dikkatlice süzdü. Gerçekten etkileyici bir güzelliği vardı. “Acaba evli mi?”, diye düşündü ve gözleri kadının yüzük parmağına takıldı. Evli olamazdı. Kadının “Kocam içeride” tehdidi, onu sadece içten içe güldürdü. Artık çok daha rahattı. Her zamanki gibi, her şeyi bir oyun gibi kabul etti. Çevresine göz gezdirdi. Saatlerdir sokaklardaydı. O yorgunlukla, hemen yanındaki koltuğa yığıldı.

“Adın ne senin?”, diye sordu karşısındakine genç adam. Ancak aldığı cevap, “ne istiyorsan al ve git!” oldu kahramanımızın. Kendini gerçekten hırsız gibi hissetti ve bu hiç hoş bir duygu değildi onun için.
—Ben sana adını sordum?
—Hayat.
—Korkmana gerek yok, otursana!

Kadın itiraz etmemişti. Bir müddet sessizce oturdular. Genç kadın biraz daha sakinleşmiş gibiydi. Dağınık bir evdeydi şu an. Özellikle masanın dağınıklığı dikkatini çekti. Masanın her köşesi evrak doluydu. Çalışan bir kadın olmalıydı karşısındaki ve ev kendi evleri düşünüldüğünde son derece lükstü.
Genç kadın merakla sordu:
—Kimsin sen?
—Hırsız, peki ya sen kimsin?
Sorusuna bir cevap alamadı. Kadının moralinin bozulduğu belliydi. Bu durum, genç adamı sadece güldürebilirdi. Dediğim gibi, oyun gibi geliyordu şu an yaşadıkları.
— Nasıl girdin buraya?
— İkinci kata çıkmak biraz zor oldu ama, işte buradayım. Bence pencerelerini daha sıkı kapamalısın.
—Peki, ne istiyorsan al ve git.
Bu hırsız muamelesi sıkmıştı genç adamı. Evet, gidecekti; ama biraz daha zaman geçirmek istedi evde. O an acıktığını fark etti.
—Merak etme, gideceğim. Ama ben açım, ne var mutfakta?

Salonun karşısındaki mutfağa yöneldi. Ev sahibi pek hamarat sayılmazdı. Mutfakta pek bir şey bulamadı. Genç kadın ise, mutfağın bir köşesinde endişeli gözlerle bakıyordu genç adama. Korkmasına gerek olmadığını, hırsız olmadığını anlatmaya çalıştı. Ama, bunun şu durumda anlamsız olduğunu o da biliyordu.
“Bir çayını içtikten sonra gideceğim, merak etme!”, dedi genç adam. Kadının şaşkınlığı her halinden belliydi. Haklıydı. Şu an bir hırsız için çay yapıyordu, diye düşündü gülümseyerek.

Bir an kadının gözlerinin, yakınında duran bıçağa yöneldiğini gördü.
“Aptalca bir şey yapmazsın değil mi? Hadi otur, korkma”, dedi adam.
— Ne iş yaparsın sen Hayatım? Böyle bir evin olduğuna göre iyi kazanıyorsundur.
—Bankacıyım. Ya sen? Senin bir işin var mı?
Bu soru kahramanımız için son derece anlamsızdı.
— Hayır. Hiç öyle rutin işlerle aram olmadı.
— Ailen yok mu senin, niye yalnızsın? Yani şu hayali kocandan başka…
—…
Kesinlikle yalnız yaşayan bir kadın diye düşündü genç adam.
— Kaç yaşındasın?
— 32.

Şu an karşısındaki kadın, onun hep nefret ettiği, berbat bir hayat yaşıyordu. Sürekli, sıkıcı bir iş; rutin, yalnız bir hayat… O an sadece acıyan gözlerle bakabildi kadına. Belki de tüm hayatı bu şekilde geçecekti karşısındaki kadının.

Ancak kahramanımızı şaşırtan, genç kadının acıyan gözlerle kendisine yardım teklif etmesiydi. Zaten insanlar hayatı boyunca, kendisine hep bu şekilde yaklaşmıştı. O ise, en çok bundan nefret ederdi.
— Hayatım bence sen ve senin gibiler, benden çok daha fazla yardıma muhtaçsınız.
“Nedenmiş o?”, diye sordu genç kadın. Ancak bu kez alaylı gözlerle bakan, kadındı. Gözlerindeki kendine olan güveni ve genç adamı alaya alışı, kahramanımızı sinirlendirmişti. Bu kadına gerçekleri hatırlatmalıydı.
—Muhtemelen yarın erkenden işe gideceksin ve yine büyük bir ihtimalle dur durak bilmeden çalışıp, geç saatte yorgun argın eve geleceksin. Baksana! Üst katında oturan kim biliyor musun? Ya da en son ne zaman bir dostunla dertleştin?

Artık bu konuşma bir düelloya dönüşmüştü. Bu sefer sinirlenen taraf, genç kadındı. Genç adam ise, içini dökmüş olmanın rahatlığındaydı.
—Bunlarla uğraşacak vaktim yok.
—Doğru haklısın. Senin için önemli olan şu an için, kariyer denen şey galiba. Nasıl olsa o her şeye yeter, değil mi? Bence sen hiç evlenmedin. Boş ver, ne önemi var? Kimse mükemmeli aradığı için suçlu olamaz. Bir şey daha sorabilir miyim? 20’ler nasıl geçti? Güzel günler için çalışarak mı? Ya da umduğun gibi güzel mi her şey? Sahi, Hiç aşık oldun mu?
Genç kadını sinirlendirmeyi başarmıştı. Ama suçlu kendisi değildi. Birileri bu kadına neyin ne olduğunu anlatması gerekirdi, diye düşündü genç adam.
—Yeter artık, kes sesini! Çay hazır, iç şunu ve git artık.

Artık burada bir işi olmadığını anlamıştı kahramanımız. Kadına baktı. Birbirlerinden ne kadarda farklıydılar! Sürekli kaçtığı hayat, aslında şu an karşısındaydı.

—Gördüğün gibi hepimiz bir şeyler için kurban veriyoruz. Kimimiz geleceğimizi, kimimizse geçmişimizi. Bana yardım etmek istedin ama bence sadece benim değil, hepimizin yardıma ihtiyacı var. Hepimizin! Hepimiz bir şekilde ruhlarımızı feda ediyoruz bir şeyler uğruna. Sen benden de zor durumdasın. En azından ben yarın ne olacağını bilmiyorum… Çay kalsın. Hoşçakal.

***

Diğer ikili uzun zamandır bekliyordu genç adamı. Sonunda görünmüştü kahramanımız. Hemen çalınan eşya istendi genç adamdan. Ancak sadece, “Başaramadım.” diyebildi. Gecenin geriye kalanında çok sessizdi genç adam. Pek az konuştu. Hep az önce yaşadıkları düşündürmüştü onu. O kadın hiç çıkmadı aklından gece boyunca.

     Saatler sabahı çoktan geçmiş, öğleye yaklaşmıştı. Üç dost çoğu zaman olduğu gibi, bir parkta uyuklarken bulmuşlardı kendilerini. Bir geceyi daha arkalarında bırakmışlardı. Yavaş yavaş mahallelerinin yolunu tuttular. Kahramanımız artık dostlarından ayrılmış, eve yaklaşıyordu. Hala uykuluydu. Ancak evlerinin önündeki kalabalığı, çok geçmeden fark edebildi. Ne olabilirdi bu kalabalık?

     Hızlıca bahçeye girdi. Hiç kimse konuşmuyordu. Garip bir sessizlik her yanı sarmıştı. Yine insanların acıyan bakışları üzerindeydi. Gerçeği öğrenmesi çok uzun sürmedi. Annesini kaybetmişti…

     Şu ana kadar hiç aklına getirmediği, hiç düşünmediği başına gelmişti. Artık annesi yoktu. Bu bir oyun değildi. Konuşamadı.Taş kesilmişti sanki. İlk kez tüm içini boşaltırcasına ağlamak istedi. Ama ağlayamadı da. Onu asıl yıkansa, annesinin son sözleriydi: “Oğluma iyi bakın.”

     Ne demekti bu? Neydi o sözün anlamı?

Evet! Hiçbir zaman annesinin istediği gibi biri olamamıştı. O hep oğlunu düşünmüştü; ama, kahramanımız hep kendisi için yaşamıştı ve şimdi… Yaşlı kadın son nefesinde bile oğlu için endişeliydi.

     Şu an evinden çok uzaktaydı. Sessiz ve amaçsızca yürüyordu. Bir an cebindeki kül tablasını fark etti. O gece söyledikleri aklına geldi:

“Gördüğün gibi hepimiz bir şeyler için kurban veriyoruz. Kimimiz geleceğimizi, kimimizse geçmişimizi.”

Hep aklına estiği gibi yaşamıştı; yarını düşünmeden, umarsızca. Ama belki de karşılığında, o da bir şeyler feda etmişti: Annesinin umutlarını.. Şu an elinde hiçbir şey yoktu; en çok da geleceği…

Yine karşısındaydı İstanbul Boğazı. Derin bir nefes aldı. Şimdi ne olacaktı? Geri getiremezdi yarınları. Peki artık ne için yaşayacaktı? Nasıl devam edecekti?

O an karar verdi. Yeniden başlayacaktı. Tıpkı annesinin istediği gibi ve ilk önce tıp fakültesinden. Hala bir şansı vardı. Hala bir umut olmalıydı her şey için. Kaybettiklerini yeniden kazanabilir, en azından annesine olan borcunu ödeyebilirdi. Artık her şey çok farklı olacaktı. Annesine söz verdi. Başaracaktı.

Yanılmışım. Sanırım daha önce düşündüğüm kadar güçsüz biri değildi o.




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın toplumcu kümesinde bulunan diğer yazıları...
Kiralık Hayat


Kemal AK kimdir?

Sokaktaki adam. . .

Etkilendiği Yazarlar:
Dostoyevski ve diğer rus kardeşlerimiz...


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Kemal AK, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.