Matematiğe, yalnızca yaratıcı bir sanat olduğu sürece ilgi duyarım. -Godfrey Hardy |
|
||||||||||
|
İnsanlar insan olmanın sorumluluğunu kullanabildikleri beyinlerinin yüzde 2’sine bile sığdırabilseler, sorunlar yok olur... Nerede, kaderine ezbercilik iliştirilmeş olan insanoğlu, “Benden sonra tufan”, “Bana değmeyen yılan bin yaşasın”, “Bana mı sordunuz?”, der gibi, kendisinden başkasını pek düşünmemekte ve kendi çıkarlarına ters gelecek durumlarda da, sert kullanmayı kabullenecek bir yapıda geliştiriyor beyin yapısını... Sanki bir yarıştır gidiyor. Birtakım uyanıklar yığınların sırtına basarak yükselebiliyor ve sonra sırtına bastığı yığınları daha da çoğaltabilmek için, başka güçlerden de yararlanmaya bakıyor. Bakıyorsunuz birisi en önde veya sırtına bastığı yığınların en üstünde. Bakıyorsunuz onun da beyni maksimum yüzde 5’e endekslenmiş ve ancak belki ve muhtemelen, tahmin edildiğine göre ancak yüzde 2 buçuk çalışıyordur. Bu çalışmanın yarısı sırf kendi hırsının çıkarları doğrultusunda olduğu için, yüzde bir ve yirmibeşini insanlık ve insan sorumluluğu açısından kullanabilir diye düşünebiliyorsunuz... Bir insan, aklının kullanabildiği oranının yarısını insanlık sorumluluğu açısından kullanabiliyorsa, mutlaka ki, şalter atabilir ve elektriksel iletişim mekanizmalarında kıs devreler meydana gelir ve de bir türlü, iletişim devresi tamamlanamaz ... İnsan beyni, hele ki insanlık açısından bir şey yapmaya kalkar ve beyindeki devre tamamlanamazsa, mazallah o zaman işler karışır. Çünkü sigortalar atmıştır artık o beyin ne yaptığını, neler söylediğini ve söylediklerinin nerelere gideceğini bir türlü kestiremez, kaçın sakının kendinizi! Küreselleşme konusuna Oktay Sinanoğlu gibi de bakılır, bakılabilir ve belki de onun açısından bakmakta yarar vardır. Çünkü benim ortaya koyacağım açıdan bakmak size zarar verebilir, geleceğinizin, sizin değilde torunlarınızın torunlarının belki de onların torunlarının geleceklerinin karacağını bilmeniz belki, şekere, kalbe ve daha başka illetlere yol açabilir bu yüzden iyi hazırlanın ve okurken çok dikkatli olun... Arada bir yanınızda kim varsa sizi kontrol etmesini söyleyin, varsa bir tansiyon aleti de tavsiye ediriz, iyi olur. Şeker ölçme aletinizi de unutmayın sakın... Şimdi ne demiştik? Tamam, Küreselleşme... Yahu siz örneğin bir Kore ile (Güney-Kuzey farketmez ikisi de aynı ..ok) küreselleşebilineceğine inanırmısınız? Bu yörelerde yaşayan insanlar daha bir farklı bencilliğe sahip. Sanki hiç insan sorumluluğundan nasiplerini almamışlar. Amerika icat ediyor, onlar kopyalıyor. Amerika keşfediyor, onlar yerleşiyor... İnsan bu tip bölgeler ile küreselleşmeye kalktığında birbirini yer, kan gövdeyi götürür. Neme lazım, ben bir Ortadoğu ile de küreselleşemeyeceğimi düşünüyorum. Daha şimdiden bir karış topraklar için insanlar kendilerini patlatıyorlar; küreselleşme buradan başlasa ne iyi olur du, kısa zamanda dünya nüfusunda büyük azalmalar yaşanırdı ve gerçek küreselleşme doğardı... Gerçek dedik ama siz yine de şakaya alın. Yani küreselleşme işte ama gerçeği de var. Gerçeği işte, derebeyleri düzeni gibi. Yani küreselleşme=Köleleşme. Hani “Yüzüklerin Efendisi” gibi, “Dünyanın efendileri”. Tüm güçleri parmaklarını kıpırdattığı zaman harekete geçebilecek bir yığın yeni yetme Derebeyi, küresel dünyamızda üstelik sayıları iyice azalmış olan kölelerin ışığında saltanat sürdürecek. Köleleri belkide kölelere yedirecekler ve belki de dünyaya gerçek yamyamlık o zaman gelecek. İnsanın düşününce çıldırası geliyor... siz düşünebiliyormusunuz; yerküredeki bitkiler gün geçtikçe azalıyor... Hayvanların nesilleri giderek tükeniyor. Bugün Bengal kaplarnının bile çok az kaldığı belki de bu çağın sonlarına doğru bu kaplan ve bunun gibi bir çok hayvan neslinin tükenebileceği hesaplanıyor... Sayıları tek artan yaratıklar belki de Hamam böcekleri. Artmalar’ı iyi olabilir, günün birinde “Tanrı eksiklerini vermesin. İyi ki bunlarda kalmış” dedirtebilirler. Bu yüzden evinizin dışında yaşayan bu böceklere pek dokunmamakta yarar vardır.. Bol protein içerirler. Gene “nerede kalmıştım” diyeceğim galiba. İşte bu serbest yazmanın sonucu, bir türlü söylemek istediğin lafa gelemiyorsun. Küreselleşmeydi konumuz ve insanları birbirlerine yedirebilmek için küreselleşmenin kaçınılmaz bir çözüm olduğuna değiniyorduk. Evcet, böyle istendiği için böyle planlanıyor galiba. Çünkü bir Avrupa Birlği kurulacak, Uzak Doğu’da da birlik çabaları başlamış durumda. Dünyanın hemen her kıtasında yaşanacak olan birlikler, klüpler derken, günün birinde bu birlikler kendi içlerinde bir de federasyon oluşturarak, Dünya Birlikleri Federasyonu’nu kuracaklardır. NATO gibi değil. O zaman belki NATO’yu Birleşmiş Milletleri mum ile aramayşa kalkacağız. Bu birliğin aslında gizli adının şöyle teleffuz edilebileceği de düşünülebilir; “Küresel İnsan Avcıları Federasyonu”. Headquarter’i yani merkezi, mutlaka NewYork’ta olabilir ve, Manhattan’ta özel insan eti satan lüks kasaplara da o zaman rastlayabileceksiniz... “Hoppala! Bu da nereden çıktı. Yahu bu adam da serbest yazacak diye, yazmanın canına ediyor vallahi. Sırasımıydı şimdi, yok insan eti kasabı gibi bir saçmalık ortaya atmanın”. Nereden de ağzımdan kaçırdım. İşte 24 yıl Amerika’da yaşamış olmanın özelliği, illede bir şeyleri zamanından önce vurgulayacaksın ki büyüklüğün ortaya çıksın... Patlamazsanız, bu insan eti kasaplarına daha sonra geleceğim ve zaten bu yazılanların hepsi, elinde büyük satırlar bulunan ve koca bıyıkları ile, kesecek insan bekleyen kasaplar ile ilgili şeyler. Yani o zaman, “Kadın budu köfte”, “Karnıyarık”, “Genç kız rüyası” gibi yiyecekler gerçek kimliklerine kavuşacaklar ve böylece bir kimlik meselesi de Küresel dünyamız içinde yerini bulmuş olacak. Ha! O zaman, gerçek kimliğine kavuşacak olan bir başka yemeğin adı da, “İmam bayıldı” olmaz da, “İmam kıyıldı” olabilir... Neyse patlamayalım lütfen, bütün bunlar nasıl olacak? elbetteki sırasıyla, roman yazmanın da bir edebiyatı-uslubu vardır... Romanın giriş kapısı (Bu romanın İtalya Roma'sı ile ilgisi yoktur) Yıl 3299- BU BÖLÜM SÜLEYMAN DEMİREL’İN 139’UNCU KUŞAKTAN TORUNLARININ TORUNLARINDAN XIXV SÜLEYMAN TARAFINDAN, ZAMAN ÖTESİNE SEYAHAT EDEN BİR ARKADAŞIMIZA ANLATILMIŞTIR... Okuduğum zaman, çılgına dönüyordum. Tarihte neler yaşanmış. Bizim yaşadıklarımız geçmiş tarihimizle ilgili olamaz, bu devir bir vahşet, insan diye bir mahluk kalmamış, insanın etini, kemiğini yiyorlar, üstelik bunu biz insanlar yapıyoruz... Ah büyük dedelerimin dedesi muhteşem Süleyman, senin devrinde hiç bunlar olurmuydu... O dönemlerde bankalar hortumlanıyormuş, tarihte okuduğumuza göre bu komik duruma insanlar çok ama çok üzülüyorlarmış. Yaşasalardı da bu günlerde, bırakın bankaları, zaten banka diye bir şey yok ki. İnsanların kanlarının nasıl hortumlandığını, ilikleriyle nasıl çorba pişirildiğini görebilirlerdi. Hollywood denilen o tarihi sinema beldesinde çekilmiş olan ve günümüze kalan filmelere bakıyorum da, korku filmleri diye, bugün yaşamın içinde normal sayılan şeyleri insanlar dehşetle izliyorlarmış... Yahu, şuradan aşağıya inelim, insanların nasıl koyunlar gibi boğazlandıklarını görün. Artık geçmiş devirlerdeki et hayvanları yok ki, eti olan en değerli varlık insan onu da yemeye herkesin gücü yetmiyor... Biraz semizleneni boğazlıyorlar... İnsan çiftliklerimiz var. . Ha sahi size bu duruma nasıl gelindiğini, tarihten bir yaprak olarak aktaracaktım; 21 Yüzyıl’da bir türlü sağlanamayan barış, Avrupa Birliği kurulduktan sonra iyice çıkmaza girmişti. Avrupa Birliği belki de Türkiye’yi almasaydı o derece sağlam kalmayabilirdi, yine de Türklere serbest dolaşım hakkı verdiği için, işler karışınca her zaman olduğu gibi, Avrupa’da Türkler birbirlerini kıyasıya yemeye, yok etmeye çalıştılar. Hani o zamanlar da daha insan eti yenmiyormuş ama, insanlar birbirlerinin etini didik diki edebiliyorlarmış, KIZGINLIKLARINDAN, SİNİRLERİNDEN, BİRBİRLERİNİ ÇOK SEVDİKLERİN DEN DE OLABİLİR... Asıl öğrenmeniz gereken sonradan olanlar; 21 Yüzyıl’ın ortalarına doğru süren savaşlar ve küreselleşme uğruna dizilen yalanlar, uygulamalar sürüp durdu. Bir türlü küreselleşme denilen şey gerçekleşmiyor aslında dünya birbiriyle daha çok çekişiyordu. Bir gün Kuzey Kore Güney Kore’nin tepesine vurunca, bu defa Türkiye nankör Korelilere tek bir askerini bile göndermeyeceğini açıkladı. Çünkü Kore’de savaşan Türkleri Güney Koreliler hiç bir zaman onurlandırmamış hep Amerika’yı hatırlamışlardı... Kuzey_Güney Kore savaşı ile birlikte, zaten o bölgede sayıları tükenmiş olan kedi, köpek gibi hayvanların nesli tükendi. Hindistan-Pakistan birbirine girdi, eski Hayber kalesini andıran savaşlara başvurulmadığı için, iki ülke birbirlerine yağdırdıkları nükleer füzeler ile, bölgenin içine ettiler. Artık o bölgelerde tek bir ot bile yetişmiyor... Siz o tarihleri nereden bileceksiniz, daha yaşamadınız ki. Şans eseri zaman ilerisine gelmeseydin sen de bunları bilmeyecektin. Şimdi tekrar geriye dönebilirsen, insanlara şu mesajı ver; hazırlıklı olsunlar. Öyle enflasyon düştü, artık tünelin ucu gözüktü efendim, güllük bir gülüstanlık dünya bizi bekliyor düşleri biraz da düşbilimden öteye gitmez... Ha nerede kalmıştık; İsrail ile Filistin’in davası hala şimdilerdeki derebeyleri arasında da sürüyor. Bir bakıyorsunuz, Arafat’ın 39’uncu kuşaktanh torunların torunlarından biri liderliğe soyunuyor, İsrail bölgesinden yakalanan esirleri bir güzel kızartıp yiyorlar. İsrail derebeyleri ise yakaladıkları Filistinlileri salamura yapıp iyice kurutarak, ısıra ısıra çerez gibi yemeyi tercih ediyorlar... Hala bir avuç toprağı paylaşamadılar... Biliyorum Türkiye’yi merak ediyorsun, fakat acele etme hemen anlatmam... Derken, savaşlar sonunda dünya atmosferi iyice kirlenmeye başladı. Ozon tabakasındaki delik artık gözükebiliyor, çocuklar ellerindeki uçurtmaları ozon tabakasının deliğinden geçirtme yarışmaları yapıyorlardı... Uzayla daha bir yakınlaşmıştık. Ay’da üsler kuruldu ve Ay, dünya derebeylerinin ana merkezi oldu. Dünyayı idare eden bir avuç küresel derebeyi, zaman zaman Ay’a giderek dinleniyor. Bu arada, Ay’da da insan çiftlikleri kuruldu. Yalnız, bu derebeyleri boğazlarına olduğu gibi keyiflerine de düşkünler, insanların etini yemek için önce onları avlamayı tercih ediyorlar. Nasıl mı?, salıyornlar dağa tepeye sonra peşlerine düşerek avladıkları yerlerde barbeküsünü yapıyorlar... Artık sizin zamanınızdaki “kadın budu köfte” para etmiyor, kadın gerdanına bayılıyor bizim yamyam derebeyleri. Kadınları daha iyi besleyerek, önce onlarla eğleniyor, sonra da kendilerine ziyafet çekiyorlar... Sana garip geliyordur bunları dinlemek fakat, düşün, dünyada yiyecek kaynakları kurumuş durumda, Bir sürü insanı beslemek artık zor fakat insanların uçkurları musluk değil ki kesesin. Durmadan çocuk yapıyorlar, çocuklar büyüyor, adam oluyor ve işe yarayabilenleri aralarından seçiliyor, kalanları ise, dünyadaki nüfusun yaşaması açısından değerlendiriliyor. Aslında yanlış da değil fakat sizin devirlerde yaşayanlara bunları anlatamazsınız bile. Şimdi bunları yazmaya kalkın sizi hemen yamyamlıkla suçlarlar. Aslında sizin devrinizde yapılan canice davranışlar kötüymüş. Cünkü yasakmış canilik yapmak. Şimdilerde canilik yasak değil. Birilerinin yaşayabilmesi için birilerinin bitirilmesi kanunlar ile saptanmış. Yönetimler ne diyorsa onlar uygulanıyor. Yönetimlerin artık nükleer kaygıları yok, zaten nükleer kaygıya da gerek yok. Dunya nüfusu 11 milyardan şu anda 4 milyara düşmüş durumda. Sizin zamanınızdakinden daha az. Giderek insanoğlu azalıyor. Yönetimlerin amacı dünya nüfusunu iki milyar civarına çekmek. O zaman dünyayı yeniden inşa ederek, zaman içinde doğayı temizleyebileceklerini ve, dünya nüfusunu bir buçuk milyara düşürdükleri zaman, keyif edeceklerini planlıyorlar. Ha sahi unuttum, şimdiki zamanda insanın ortalama ömrü 200 yılı buluyor. Et için beslenen insanlar, süt için beslenen insanlar bile var. Bir süt insanının günde beş litre süt verdiği görülebiliyor. Özel olarak sağılıyorlar. 30 yıl beslenen damızlık bir insanı 150 kiloya çıkardıktan sonra işleyebiliyorlar. Eti, kemiği her şeyi değerlendiriliyor. Bu arada bir derebeyine organ mı gerekiyor. Örneğin, kol bacak, kafa bile değiştirilebiliyor günümüzde. Derebeyleri pek kafa değiştirmiyorlar fakat, diğer organları sanki talan ediyorlar. En ufak organı rahatsız olan bu yönetim takımının yakınları, hemen uygun organı bularak naklettiriyor... Bu yüzden 500 yıl bile yaşanabileceğini iddia ediyorlar... Ben her zaman sağlıksız gözükmeyi seviyorum. Gerçi böyyük böyyük dedelerimin sayesinde yönetim sınıfının yakınında tutuluyorum ama, yine de şanssızlığa uğrayabilirim... Bu devirde kriz falan çıkmıyor. En büyük ekonomik kriz insan çiftliklerinde başgösteren ayaklanmalardan kaynaklanıyor. Bir de salgın hastalıklar... KAŞİF OSMAN İLE BAHARATÇI HABİP ZAMAN ÖTESİNDE... (GurGur Bilim dalında Çok özkelam bir roman türü) Kaşif Osman Baharatçı Hapip’in dükkanındaki müşterilerin çıkmasını sabırsızlıkla beklemektedir. Uzun zamandır üzerinde çalıştıkları projeleri ışık vermeye başlamış, Kaşif Osman son denemesinde, başarılı bir sonuç almıştır. Baharatçı Habip’in kimya bilgisinden de yararlandığı için, projeyi ikisinden başkası bilmemekte, Kaşif Osman’in, Lunaparkta çocukların oynayacağı bir oyuncak projesi üzerinde çalıştığı sanılmaktadır... Bu yüzden mahalleliler sürekli Kaşif Osman’ı makaraya sararak, bitirmeye çalıştığı aletin belki uzaya bile uçabileceği ile ilgili espriler yapmaktadırlar. Bazen Kaşif Osman, mahallelilerin bu söylediklerinden kuşkulanarak, tek kelime sır vermemeye çalışmakta ve, “Eh işte, bir oyuncak yapmaya çalışıyorum. Oyuncak şöyle filmlerdeki uzay araçları gibi ses çıkarabilirse, çocukların daha da hoşuna gidebilir. Canım bizimkisi işte zaman geçirmek”... Mahalleli Kaşif Osman alttan aldıkça, “Yok canım senin yapmaya çalıştığın oyuncak, aynen Amerikalıların uzaya attıkları araçlar gibi, bakarsın kendi kendine uçabilir. Aman dikkat et seni alıp yıldızlara götürmesin” diyerek peşine de kahkahalar atmaktadırlar... O gün kaşif Osman yaptığı aletin çalışıp çalışmadığını kontrol ettiğinde, sanki mahalle ayağa kalkmıştı; bir gürültü, komşular Osman’ın evinin bulunduğu bahçeye dalarak, başına bir şey gelip gelmediğini bile araştırmışlardı... Osman Baharatçı Hapip’ih müşterileri savmasını beklerken, mahallenin kahvesinde, Osman ile ilgili şaibe de giderek yayılıyordu... Şavrole İsmet, diline bir konu geçirdi ya, artık durdurabilirsen durdur; kahvede başına topladığı beş altı kişiye sessizce, -Yahu gözlerimle gördüm, Kaşif Osman sanki uzay aracı yapmış. Araç kulakları sağır edercesine bir ses çıkarıyor. Bir anda yerinden fırlayarak uzayı boylayacağını sandım. Osman’ı buralarda göremezsek mutlaka uzaya gitmiş olduğunu düşünebiliriz... -Allah, Allah. Bu oğlan aklınımı kaçırdı ne... Sen gel Afyon’un ortasında uzay aracı yap, ulan burası NASA’mı? Olmaya bunun aklını Amerikalılar çalmış olsun? -Olabilir be Yasin emmi, Hani iki sene önce bir turisti gezdiriyordu ya Kaşif Osman, ne etti yaptı, o gavurun dilini de gonuşmayı becerdi. Olsa olsa ondan bir şeyler öğrenmiştir. Şavrole İsmet lafa karıştı, -Şimdi hiç sesinizi çıkarmayın sessizce neler yapıp ettiğini izleyelim. Bu arada hemi de dikkatli olalım bakarsın yaptığı oyuncak patlayıverir de mahalle havaya uçar. -Töbe de be gardeşim. Olsa olsa o oyuincak Kaşif Osman’ı havaya uçurur. Nihayet Baharatçı Habip son müşterisini de savmıştır. Kaşif Osman onu dükkanın içinde bir köşeye çekerek heyecanla anlatmaya başladı, -İnanamayacaksın. Bizim alet bir çalışıyor ki sorma gitsin. Mahalleyi ayağa kaldırdı. Senin son yaptığın baharak yakıtı müthiş bir şey, aleti on dakika çalıştırdım yakıt hiç azalmadı. Demek ki üç beş kilo katı yakıt ile, Mars’a bile gider geliriz. Baharatçı habip şaşırdığını belli ederek sordu, --Yahu Kaşif Osman, senin uğraştığın alet zaman yolculuğu için değilmiy di. Şimdi Mars’ı nereden çıkardın? -Yav iş olsun diye öyle söylüyorum. Yani katı yakıt bizi zaman ötesine de , gerisine de götürür de getirirde, o derece güçlü bir yakıt yapmışsın. -Elbetteki güçlü, neler katmadım ki içine. Yenisini hazırlar sıkıştırırım, merak etme. Eee, yolculuk ne zaman? -Kısmet olursa iki gün sonra gideriz. -Gideriz mi, benide mi götürmeyi planlıyorsun? -Elbette ya. Hem zaman ötesine gideceğiz. Oradan yeni baharat ilaçları da öğrenebilirsin, döndüğümüzde işe yarar. Eğer bir 300 yıl ötesine gidebilirsek kimbilir ne üstün teknolojiler ile karşılaşacağız... -Ben zaman gerisine gitmeyi daha çok isterim. Belki bir Osmanlı büyüğü ile tanışırdık... --Ulan Bahartçı, yine Osmanlı baharat pazarlarını merak ediyorsun. Oğlum ben seni, 300 yıl ilerisine götürebilirsem, aklına hayaline gelmeyecek şeyler görebilirsin... o gün dükkanı biraz erken kapadı ve soluğu Kaşif Osman’ın, uzay merkezi olarak kullandığı bahçesinde aldı. Kaşif Osman bahçede yaptığı bir barakayı, zaman aracının garajı gibi kullanıyordu. Kaşif Osman’ın zaman aracı, bir kısmı otomobil parçaları ve tekerlekleri, bir kısmı ise, çeşitli hurdaların birleştirilmesinden meydana getirilmiş garip bir biçim ortaya koyuyordu. Fakat alet çalıştığı zaman, bir otomobil gibi de hareket edebiliyordu. Zaman aracının pilot kısmında,eski bir uçağın kumanda tablosunu kullanan Kaşif Osman, kumanda tablosunu, 10 yılını vererek ferçekleştirdiği, bir enerji üretim mekanizmasına bağlamıştı. Zaman aracı çalıştığı zaman, kumanda merkezinden ne tarafa doğru hareket edebileceği bir levye kol sayesinde ayarlanabiliyor, araç dikine de havalanabiliyordu. Aracın her türlü hareket edebildiğini,gündüz yaptığı denemesinde öğrenmiş bulunan Kaşif Osman, ışınlama konusundaki başarısını Baharatçı Habip’e göstermek istiyordu. -Bah hapip kardeşim.Şimdi seninle aracın içinde oturacağız ve ben çok kısa bir seyahat deneyeceğim, sakın korkma.. -Korkmam da pek seyahat edeceğimize de inanamıyorum. _yoo, inan inan.Şimdi söyle zaman ötesine mi, zaman gerisine mi? -Madem ki kısa bir deneme olacak, hiç değilse zaman gerisine gidelim de benim de dediğim olmuş olsun. Zaman gerisine gidersek ben gidip gitmediğimizi anlayabilirim, bana yutturamazsın. -Olur peki hadi zaman gerisine gidiyoruz. Tazminat çağına. -Hayır be kardeşim Tanzimat çağı. -Canım ben ne bileyim. Neyse kemerini de bağla, vardığımızda sarsıntı geçirebiliriz. Hangi yıla ayarlama yapmamı istersin. -Canım yap işte 1700’le falan yap. Kaşif Osman da kemerini bağıladıktan sonra, aleti çalıştırmayı denedi. Sabahki çalıştırmasında çıkan gürültü artık yok olmuştu. Alet sessizce calışmaya başladı çünkü, egzoz kısmına susturucu koymuştu. Araç, normal bir otomobil gürültüsü çıkarıyordu artık. Kaşif Osman bismillah çekerek, kumanda levyesine asıldı. Yavaş yavaş levyeyi, 1712 yılına getirdi ve hareket düğmesine bastı. Aracı bir anda bir elektriklenme sardı ve Baharatçı Hapip daha besmelesini bitirmemişti ki, aracın önünde bir atlının geçtiğini gördü. -Ulan kaşif Osman, bir atlımı geçti önümüzden? -He ya bir atlıydı bak geriye döndü bize doğru geliyor. Atlı da ne atlı, kılıcını çekmiş, bir canavara saldıracakmışcasına araca doğru geliyor. Kaşif Osman Baharatçı Hapip’in yalvarmasına kalmadan levyeyi geriye doğru iterek hareket düğmeasine tekrar bastı ve yine aynı elektriklenme başladığında, atlının kılıcının ucu, aracın ön camını parçaladı. Aynı anda, araç Kaşif Osman’ın bahçesine varmıştı. -Oh be kurtulduk. Yav sana demedim mi zaman ötesine gidelim diye. Zamanın gerisinde tehlikeler çok kardeşim. Az daha senin baharat hayranlığın yüzünden canımızdan oluyorduk, biraz anlayış göster kardeşim. -tamam tamam bir daha ki seffere zaman ötesine gidelim. Yalnız yanımıza da silah almayı unutmayalım, ne olur ne olmaz. -Geine kafan çalışmadı. Be yahu 300 yıl sonrasını yaşayan bir dünyada bizim bugünkü silahlarımız söker mi. Kimbilir neler icad edilmiştir... -Doğru, ne zaman gidiyoruz? -Yarın sen bu akşamdan hazırlan ve dükkanını da oğluna mı teslim edeceksin yoksa birini mi koyacaksın hallet, sonra acele dönelim demeni istemiyorum. Zaman ötesinde, o devrin insanları gibi, bir ay dolaşabiliriz. Bir ayı geçirmeden dönebilirsek, bir şey olmaz. -nedenmiş o. -Çünkü önümüzdeki ay doğum günümü kutlayacağım. 200 yıl sonrasında da doğum günü kutlanmaz ki. Normalde o tarihte ölmüyş olacağım ya... -Doğru be, Yani biz şimdi, çoktan ölmüş olduğumuz bir çağı mı yaşayacağız, ne heyecanlı.. O gece, Kaşif Osman, tüm hazırlığı tamamladı, zaman aracının her tarafını kontrol etti ve uyudu. Rüyasında, çok ileri çağları yaşayan bir dünyayı gördü, o devirden bir kıza aşık olduğunu yaşadı. Baharatçı Habip, aynı gece namaz kılarak, ertesi güne imanlı hazırlanmayı tercih etti. Sabahleyin dükkanı oğluna teslim ettikten sonra, bir markete giderek alış veriş yaptı. Yanlarına bir ay yetecek kadar yiyecek almayı planlamışlardı. Çünkü 300 yıl sonrasındaki insanlar hapla besleniyor olabilirdi... Habip yüklendiği yiyecekleri bir taksi ile götürdü. Osman sigara almayı ihmal ettemelerini hatırlattı. Devam edecek...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Kaşif, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |