Ben bir öğretmen değil, bir uyandırıcıyım. -Robert Frost |
|
||||||||||
|
İsmi Mecnun’du. Herkes onu tanır, kimisi onu bir efsane, bir kahraman olarak görürken bazıları da onun bir sahtekâr olduğunu söylerdi. Çünkü çağlar öncesine, yüzyıllar öncesindeki efsane Mecnun’a meydan okurcasına bir hayat yaşamış ve kendisine masallara yakışır bir yol seçmişti. Mecnun’a inat aşkı reddetmiş ve bir gün aşkın onu da tutsak edeceği korkusuyla kendisini bir kuleye hapsetmişti. Aynı masallarda Kız Kulesine hapsedilen prenses gibi…. Ama onun inşa ettiği kule, elle tutulur cinsten değildi ve gözle görülecek bir kule de değildi. Yine de en az kız kulesi kadar insanlara uzak, en az onun kadar müstahkem, en az kız kulesi kadar emniyetliydi. Prenses, ölümden kaçmış; Mecnun, aşktan kaçıyordu, Prenses, yılanın zehrinin ulaşamayacağı denizin ortasında taştan bir kuleye sığınmış; Mecnun, âşık olma ihtimalinden bile ürkerek tüm insanlardan kaçıp yalnızlık kulesine hapsetmişti kendisini. O bir isyankârdı, bir asi… Önce ona ismiyle müsemma olsun diye Mecnun ismini veren babasına isyan etmişti, sonra tüm içgüdülerine, sonra seçtiği yolun delice olduğunu söyleyen kendi aklına… Her yerde onun hikâyesi anlatılır olmuştu. Neredeyse eski Mecnun hikâyeleri unutulmuş, yerine aşktan kaçan, yalnız Mecnun hikâyeleri anlatılmaya başlamıştı. Artık kimse Mecnun gibi aşığım demiyordu “Mecnun kadar yalnızım” demeye başlamıştı insanlar. Arada sırada onu bilerek ya da bilmeyerek rahatsız etmeye çalışanlarda oluyordu. Kimisi onu kulesinden, sevgili hücresinden kurtarmaya çalıştıklarını söylüyor, ona mutlu bir yaşam vaat ediyorlardı. İsimlerini sorduğunda ise Leyla diyorlardı.“Ben Leyla’yım. Gel vazgeç Mecnun “ diyorlardı. Ama tabii ki boşuna uğraştıklarını anlayınca yüz geri ediyorlardı. Bazıları ise sırf efsaneyi korumak, âşıkları korumak uğruna hileli yollara başvuruyor onu kandırmaya çalışıyorlardı. Yalnızlığın kulesinden ne kadar komik göründüklerini bilseler yapmazlardı. Oradan insanların içyüzünün, maskelerinin altının ne kadar net göründüğünün farkına varsalar böyle gereksiz denemelerde bulunmazlardı. Bazıları da ona katılmak istiyor “ Ey yalnızların üstadı beni de al yanına, öğret bana öğrencin olmak istiyorum” diye yalvarıyorlardı. Ama cevabı karşısında hiçbir şey söylemeden dönüp gidiyorlardı: - Burada başka kimseye yer yok, bu kule tek kişilik. Ne öğrenci, ne öğretmen, ne yoldaş, ne arkadaş, ne anne, ne de baba. Buraya kimse sığamaz. - Gidin, gidin ve kendi kulelerinizi inşa edin çok meraklıysanız. Ama şunu unutmayın ki kolay değildir, seçtiğiniz yol. Kapkara, zifiri karanlık günler ve geceler bekliyor sizi. Şimdi gidin ve bir daha düşünün. Onlar giderken ise arkalarından gülümseyerek izliyordu onları. “Sizi şöhret budalası çıkarcılar sizi “ diyordu alayla. Kulesini o kadar sağlam inşa etmişti ki, esaretini hissettiği ender zamanlarda, bir an kurtulmaya çırpınmaya çalıştığı anlarda bile kuleyi yıkamıyordu. Kendi eseri olan kulesini yıkamıyordu. Bazı geceler bu duygu o kadar artıyordu ki eline balyozunu alıyor , kimseye hissettirmeden sabaha kadar hayali taşları kırmaya çalışıyor ve kendisine geldiğinde mutluluk ve gururla kulesini seyrediyordu., iyi ki sağlamdı. İyi ki tek bir taşına bile zarar verememişti… Ve kulesinde geçirdiği her an kule biraz daha sağlamlaşıyor, Mecnun ise insanlardan biraz daha fazla uzaklaşıyordu. Artık onu bu yoldan geri çevirmeye çalışan kimse kalmamıştı. Artık Mecnun efsanesini yıkmış, yerine Mecnun’un kulesini, Mecnun’un yalnızlığını inşa etmişti. Bir gün, her zaman ki günlerden bir gün gibi görünen hatta dünkünden biraz daha yüksekte olduğunu hissettiği sıradan bir gün, kulesinden etrafı seyrederken ve aşağıdakilerle alay ederken her zamanki gibi… Her zamanki gibi insanların gerçek yüzlerini gördüğünü göstermek ister gibi dikkatle yüzlerine bakarken… Etrafından geçen talihsizlerin sahteliklerini yüzüne vururken, gözlerinin içine içine bakarken, aynı dikkatle ona bakan bir çift göz fark etti ve bakışlarına karşılık verdi maskesini düşürmek için. O anda o gözler de takılı kaldı. Bir türlü anlam veremiyordu. Ne maske, ne gerçek , ne yalan, hiçbir şeyi ayırt edemiyordu. Sadece gözler… bir de çatırtı sesleri… Kendini kaybetmiş şuurunu yitirmişti sanki o gözler kendi gözlerinin içine içine bakarken çatırtı sesleri ise artarak devam ediyordu. Bir an bir düşme hissi uyandı sanki ufacık bir an farkına varmaya başladı sesler taşlardan geliyordu. Kulesinden geliyordu sesler, yıkılan kulesinden. Bir an kurtulmaya çalıştı, karşı koymayı denedi “Yılan , Kuleye giren yılan” dedi hınçla. Ve tam o sırada gözlerde bir gülümse belirdi. Gözlerle birlikte dudaklarında hafif bir tebessüm beliriverdi Leyla’nın. Leyla’nın dudaklarından birkaç kelime döküldü, birkaç inci döküldü bir sesle, bir şakımayla birlikte. O anda ne Mecnun kaldı, ne kulesi, ne yalnızlığı hepsi yerle bir oldu. O andan sonra hiçbir şeyi hatırlayamadı Mecnun, Leyla’dan başka… Ve yıllar sonra Mecnun kadar yalnız deyimi unutulmuş yeniden Leyla ile Mecnun hikâyeleri anlatılır olmuştu. Hem de eskilerin bilmediği yeni hikâyeler…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Alperen, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |