Paranız varsa toprak alın. Artık üretmiyorlar. -Mark Twain |
|
||||||||||
|
Hele seni hiç.. Ben en çok, bizi sevdim... Bütün şiirlerimi sana yazmışım görmeden. Nerden bilecektim ki, nerden bilecektin ki ben bile bilmezken. Kalbimin güneyi, yağmur çiçeğim, kelimelerin rüzgarına kapılıyor yüreğim. Nerden bilecektin ki, nerden bilecektim ki seni böyle seveceğim. Kalp gözü, iksir, safir ve tılsım ve belki de biraz şiir yeter mi dersin, bu sevgiyi toprak altından çıkarmaya. Şarabi iklimlerden kaçırılmış çocukluğumu sana rehin bırakıyorum. Karşılığında gözyaşlarını dolduruyorum matarama. Kadife tenlim, sen de bilirsin ya; sevdiğin kadar sevilmezsin ve bunun aşkın sonunu getireceğini bilmezsin. Şimdi gel de, yaşadığımız asra inat tüketmeyelim sevdayı. Tüketmezsek, belki gitmezsin... Kaç kelime çöpe atıldı, kaç fotoğraf ateşte yakıldı. Ve kim bilir kaç aşk gerçekten hak edene ulaştı. Aşk dediğimiz hileli bir zar. Oyun bittiğinde kim kime, hangi gözle, nasıl edecek nazar. Muska dillim, alnımdaki mührünle tarihin tüm kilitlerini kırarak geldim. Dokunulmamış ormanlarımı, sürülmemiş topraklarımı, içilmemiş pınarlarımı sana verdim. Ve sadece ruhumu istedim. Hani o sakladığım, yaralanmayan, parçalanmayan, aşık olabilen ruhumu... Dikine yüzdüğümde, çamurlu şelalelerin kaynağını görmek istedim. Boğulmak istedim belki de içinde, o tertemiz berrak gözlerinin. Sana yaralı bir yürek vaat ediyorum şimdi, yanında ömrümü. Unutulmuş sözcükler, kayıp kentler, saplanmış bıçaklar ve hep ikinciliklerle dolu ömrümü... Biraz gülüşünü istiyorum, biraz da acıyla pişmiş tenini. Unutmak istediğin anıları, gözyaşlarını ve korkularını saklamaya geldim. Sevgiyi tanrı, dürüstlüğü din bildim. Ne tanrımı ne dinimi değiştirdim. Gözlerim neşter oldu yardı geceyi. Artık ölçü tutmuyor şiirim başak kokulum, Kızıldeniz saçlarını ikiye ayırdığından beri... Sana seninle geldim. Yüzünün aynası, bilincinin dağılması kadar sendim. Hafızamdaki tüm harfler eridi. Sanki kıyamet koptu da bir ben ölmedim. Tek bir kibritle kundakladım benliğimi, geride bıraktığım sentetik limanlara bir daha dönmemek için. Uçurumlar kadar derindi geçmişim, ama ben seninle düşmeden yürümeyi öğrenmiştim. Sımsıkı tutundum yapraklarına ve sildim kervanların izlerini gövdemin çöllerinden... Sana kor kadar sıcak, kumlar kadar dağılmış ve bir o kadar yalnız geldim. Öfke, ihanet ve gün batımlarından, sevgi, şefkat ve yakamozlara geçtim. Seninleydim, sana alnımda bin okla geldim... Uzun zaman alır, kısa bir anı canlandırmak. Düştüğünde, tutunacak bir yer bulamadığın pencere olur aşk aniden. Ayrılırsak kırık camlar bırakırsın kalbimde, biliyorum. Ve her atışında kan olur içim. Ellerimi bıraktığında, anlamaktan korkuyorum bulunduğun yerin çok yüksek olduğunu... Derin, dar bir dehliz olurum bazen. Sana seslenirken, sesimin yankısında yanar kaybolurum. Hayatım geçer seni arayarak, camlar batar ayaklarıma, ben yinede yalınayak yürürüm geceleri. Diskolar ve barlar sokağından geçerim siyah bir kentin. Martıların ağzında balık olurum, parçalanır hiç olur, içimdeki seni kendimden önce vururum... Ağzında gül olanım. Bütün imlerimi senin için yaktığımda ve küllerini savurduğumda, şehirler sallandı, utandı bütün dünya. İçimdeki şairi yavaş yavaş tüketiyorum sana yazmakla... Her gece, bir öncekinden daha karanlık şimdi. Siyah beyaz filmlerle geçen çocukluğumda, sarhoş olduğum antik tiyatroların soğuk taşlarında, ölümle tanıştırıldığım yetim yurdu dağlarda, eve dönüş heyecanında, gizli özleminde bir annenin, bir babanın sıcaklığında, hayatta kalma umudunda, fırtınalı her akşamda, yalnızlığa isyanımda, her korku anımda sen varsın şimdi... Buz kıracağı ile parçalanan ruhumu arıyorum. Dört duvar bir oda içinde kül grisi özgürlük, kül gibi içime dağılıyorum. Oysa yaralanmayan, yalan olmayan bir aşktı istediğim, yok oluşların çoğulluğunda çoğaltabilmeliydi kendini... Şimdi sensizlik ölüm, şimdi sensizlik soğuk. Ama ay batmamış henüz üzerimizde, suya değmemiş ayaklarımız hiç. Acı dolu rüzgarlar gibi esen, sen, sen, sen, sen... Dört kez yazdım adını, kalbimin kutsal tapınağının kapısına, silinmesin diye. Dört kez çağır beni geleyim. Bir kıvılcım, bir titreme gibiydin içimde, bir alışkanlık. Bir anlık. Kadınım. Hiç bulamadığım anlamısın hayatımın...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Murat Evrensel Bilgin, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |