Doğaüstü henüz anlayamadığımız doğal şeylerin adı. -Elbert Hubbard |
|
||||||||||
|
Harcanmış hayatlar, saplanmış kırık oklar ve ölümüne ayrılıklar biriktirdim bedenimde. Plastik çiçek kokularını, ihanetlerin gölgeli akıl almaz oyunlarını, meleklerin korku dolu kabuslarını takip ettim. Kendi cinayetimi çözüyordum şiirlerimde. Ama hayatımın gerçek karanlığıyla yüzleşmekten ve kendi kaderimle mücadele etmekten de korkmuyordum. Sevginin ne olduğunu anlayabilmek için defalarca sevmek ve sevdiklerin tarafından defalarca öldürülmek gerek. Ben öldürülmeyi bekliyordum sende. Böylece aşkı anlayabilme şansımı arttırmak ve bu şansla nefes almak, hayatta kalmak istiyordum. Mutluluk çoğu zaman, bir kurşun gibi yaralayıp geçer sol yanımızdan. O kurşuna yetişmek mümkün olmasa da, benim gibi soyu tükenmiş birkaç deli yine de koşar ardından. Saplandığı yeri bulmak, oradan çıkarmak ve bağrımıza basmak isteriz o kurşunu, her şeye rağmen ve asla bunun böyle olmayacağını bile bile. Onun için deli derler ya benim gibilere… Bak, gecenin bu metalik, bu metodik ve bu melodik tadında dolaşıyorsun yine dilimde. Gecenin bu sarhoş, bu mayhoş ve bu başıboş saatlerinde fal bakıyorum, eski bir şairin daha da eski şiirleriyle. Katalitik sadece ayaklarımı ısıtıyor, televizyonsa susmuş yoğun kar nedeniyle. Her sabah bir adam doğuyor içimde. Denize düşen yağmur sesi gibi, Anadolu’da aşk gibi. Her sabah bir adam doğuyor içimde . Seviyor, yaşıyor ve ölüyor, sonra yine doğuyor. Dilinde heceler, dudaklarında toprak… Yağmurun kızı, sahiden deniz neyi hatırlatır sana geceleri ? Ya zifiri karanlıktaki gülüşmeler, iyot kokulu kayaların keskinliği, topuk kırdıran kaldırım taşları, vitrinler ve peşimizdeki sokak çocukları ? Biliyor musun, bir zamanlar seni hatırlatırdı eski bir iskele ve kırdığım biblolar, oysa şimdi sanki çocuklar için yazılmış bir masalı anımsatıyorlar. Hatırlıyor musun ? Adapazarı’ndaki ilkokulumdan yazıyordum, Sakarya’da balık tutarken, Zonguldak’ta üniversite bahçesinden, İstanbul’da babaannemden yazıyordum, Galata, Beyoğlu ve Haliçten. Konya ovasında takır takır takırdayarak ilerleyen tozlu trenlerden yazıyordum, Antalya ve Antep’e giden askeri otobüslerden. Ve ölü olmaları önemsiz olan insanların zirvesinden bakabileceği Cudi’den, içimden, kendimden. Yıldızların altında ve üstünde, söylenmeyen tüm zamanlarda, gözlerine bakarak ve yanardağ olup içine akarak, doyasıya keşfetmek istedim seni. Yalnızlığının örgüsü bir bir çözülürken avuçlarımda, ruhunun derinliklerinde sakladığın yaralarını severek saracaktım ruhuma… Eflatun bir gecede kan çiçekleri sundun bana. Ritmik bir gitar ve utangaç bir keman sesi çınlasın kulaklarında. Nasıl da kullandın beni, sevdin mi bilmiyorum ama direnmedin. Çöl rüzgarları kırdı, kırılmaz sandığım dallarımı. Karartma geceleriydi yüzün. Gizledin, benliğinin tüm labirentlerini. Savaştaki kentler gibi kuşatılmıştım, vazgeçmedim özgürlüğümüzden. Kabuk bağlamaz yaralar açıyordu geriye attığın her adım ve ardına bile bakmadan kaçıyordun yaşama sevincinden, kendinden. Yokluğumda dinledin, bilinen ve bilinmeyen tüm aşk öykülerini. Lodos esiyordu ve cam yalnızlığı. Oysa sen örtmüştün beraberliğimizi, aşık olamayacak kadar kurşunlanmış bedenime. Tenini yırttığında sevebilirdin belki beni, tenini yırtmadın. Biliyordun, granitleşmişti ruhun. Mum eriyiği sokaklar, caddeler yangın, aşkım karanlık çatlatan metal bilye. Her sabah bir adam doğuyor yine içimde. Her sabah bir adam doğuyor, seviyor, sevdikçe kanıyor, kanadıkça yazıyor işte. Şimdi kapat gözlerimi, ay karışsın saçlarıma. Acıların belki de ilk defa anlam kazanacak yokluğumla... İlk gördüğümde, aynı anda ve aynı bedende gördüm tüm sevdiklerimi. O kadar tanıdık bir yüzün vardı ki, sanki yıllarca aynalarda gizlemiştim suretini. Ay, yıllar sonra ilk defa portakal dilimi gibiydi o akşam gökyüzünde ve ne zaman portakal dilimi gibi görünse gözüme, aşık olurdum istemeden. Aşık olmak; bir kadına yada bir çocuğun gözlerine aşık olmak değil, buluta, kaldırım taşlarına , deniz köpüğüne, unutulmaz anılara, toprağa ve suya, bildiğim ama kelimelerin yetmeyeceği bütün anlamlara aşık olmaktı benim için. Hissettiklerimin basit bir arkadaşlıktan yada sonsuz bir dostluktan çok öte olduğunu ilk baştan beri biliyordum ve ilk baştan beri biliyordum ki, bu da bundan önceki tüm aşklar gibi kaybolacaktı hayatın karanlığında. G e r e k l i y d i bize, sis ölüm ve pusu G e r e k l i y d i gece Yeniden doğarken ben, sen kayıt yaptırıyordun Eski sevgililer otelinin, rezervasyon defterine. M.Evrensel BİLGİN
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Murat Evrensel Bilgin, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |