Öyle yaşamalısın ki ölünce mezarcı bile üzülsün. -Mark Twain |
|
||||||||||
|
Bilim, hastalıkların ve ağır işlerin yükünü hafifletmiş, çevremiz ve rahatımız için yararlı aletler üretmiş olabilir, ama bize gizemsiz bir dünya bıraktı. Günbatımlarımızdan artık dalga boyları ve frekanslarla bahsediliyor. Evrenin karmaşası matematiksel denklemlere indirgendi. Hatta insan olmanın bile kıymeti ucuzlatıldı. Bilim, Dünya Gezegeni ile onun üstünde yaşayanların, evrensel boyutta önemsiz noktacıklar olduğunu söylüyor. Kozmik bir kaza... Bizi birleştirmeyi vaat eden teknoloji bile bizi birbirimizden ayırıyor. Artık her birimiz tüm dünyayla elektronik bağlantı içindeyiz, ama aslında son derece yalnızız. Vahşet, ihtilaf, ayrılık ve ihanet bombardımanına tutulduk. Şüphecilik fazilet oldu. Alaycılık ve kanıt talebi, aydınlanmış düşünce kabul ediliyor. İnsanlığın artık tarihteki herhangi bir dönemden çok daha fazla buhrana sürüklenmesine şaşmamak gerek. Bilimin saydığı herhangi bir şey var mı? Bilim, doğmamış ceninleri inceleyerek cevaplar bulmaya çalışıyor. Hatta bilim kendi DNA’mızı yeniden sıraya dizmeye cüret ediyor. Anlam aramak adına Tanrı’nın dünyasını gitgide daha küçük parçalara ayırıyor... Ve tek bulabildiği aslında daha fazla soru... Bilimle din arasındaki eski savaş sona erdi... Siz kazandınız. Ama hakkınızla değil. Cevaplar sunarak kazanmadınız. Toplumumuzu o kadar radikal değişikliklere uğratarak kazandınız ki, bir zamanlar yön gösterici olarak kabul ettiğimiz gerçekler, şimdi kullanılmaz oldu. Din bununla baş edemez. Bilim katlanarak gelişiyor. Bir virüs gibi kendi kendini besliyor. Her keşif, yeni keşiflere kapı açıyor. İnsanlığın tekerlekten arabaya geçmesi binlerce yıl almıştı. Ama arabadan uzaya geçiş arasında on yıllar var. Artık bilimsel gelişmeleri haftalarla ölçüyoruz. Kontrolden çıkmak üzereyiz. Aramızdaki mesafe giderek açılıyor ve dini dışlayan insanlar kendilerini ruhani bir boşluğun içinde buluyorlar. Anlam bulmak için kendimizi harap ediyoruz. Ve inanın bana, gerçekten harap ediyoruz. UFO’lar görüyoruz, bağlantılar kuruyoruz, ruh çağırıyoruz, beden dışı deneyimler yaşıyoruz, geçmiş hayatlarımızı sorguluyoruz... Tüm bu tuhaf fikirleri bilimsel bir kalıba uyduruyorlar, ama hepsi de düpedüz mantıksız. Yalnız, azap çeken, kendi aydınlanmasının ve teknolojiden bağımsız herhangi bir şeyin olabilirliğini kabul edemeyişinin esiri olmuş modern ruhların çaresiz yakarışları... Bilim bizi kurtaracak diyorsunuz. Ben, bilim bizi mahvetti diyorum. Kilise, Galileo döneminden beri bilimin durmak bilmeyen ilerleyişini yavaşlatmaya çalışıyor, bazen yanlış yöntemlerle ama her zaman iyi niyetle. Böyle olmasına rağmen, insan cazibesine karşı koyamadı. Sizi uyarıyorum, etrafınıza bakın. Bilim verdiği sözleri yerine getirmedi. Verimlilik ve kolaylık vaatleri, kirlilik ve kaostan başka bir şey getirmedi. Bizler yok olma yolunda ilerleyen... Kopuk ve ümitsiz türleriz... Kim bu bilim tanrısı? İnsanlarına, nasıl kullanacağını açıklayacak ahlaka sahip olmadan, güç teklif eden Tanrı kim? Nasıl bir Tanrı çocuğa ateş verip tehlikeleri hakkında onu uyarmaz? Bilim dilinde iyi ya da kötü diye yön göstericiler yok. Bilim kitapları bize nükleer reaksiyonun nasıl oluşturulacağını anlatıyor ama hiçbir bölümde iyi ya da kötü olduğunu sormuyor. Bilime şunu söylüyorum. Kilise yorgun. Sizin yön göstericileriniz olmaktan bitkin düştük. Sizler daha küçük çipler üretip daha fazla kâr etmek arayışınıza devam ederken, denge unsuru olma kampanyamız yüzünden kaynaklarımız kurumaya başladı. Neden kendinizi idare edemediğinizi değil, nasıl edebileceğinizi soruyoruz? Sizin dünyanız o kadar hızlı dönüyor ki, yaptıklarınızın etkilerine bakmak için bir an olsun dursanız, bir başkası önünüze geçerek size toz yutturacak. Bu yüzden ilerlemeye devam ediyorsunuz. Kitle imha silahları üretiyorsunuz, ama liderleri sükûnete davet ederek dünyayı dolaşan kişi Papa. Yaşayan canlıları klonluyorsunuz, ama yaptıklarınızın ahlaki etkilerini düşünmeye davet eden yine kilise. İnsanları telefonla, video ekranlarıyla ve bilgisayarlarla haberleşmeye teşvik ediyorsunuz, ama kapılarını açıp insanlarla olması gerektiği gibi yüz yüze iletişim kurmayı hatırlatan yine kilise. Hayat kurtaracak araştırmalar adına doğmamış bebekleri öldürüyorsunuz. Bu mantığın kusurlarını ortaya koyan yine kilise. Ve tüm bunlar olurken, kilisenin cahil olduğunu iddia ediyorsunuz. Ama cahil kim? Yıldırımı açıklayamayan mı, yoksa onun korku veren gücüne saygı duymayan mı? Kilise size elini uzatıyor. Herkese elini uzatıyor. Ama biz uzattıkça siz bizi o kadar uzağa itiyorsunuz. Bana Tanrı’nın var olduğuna dair kanıt göster diyorsunuz. Cennete bakmak için teleskoplarınız kullanın ve bana Tanrı’nın nasıl olmadığını söyleyin diyorum!... Tanrı’nın neye benzediğini soruyorsunuz. Ben bu sorunun nereden geldiğini soruyorum. Cevaplar birbirinin aynı ve tek bir cevap var. Bilimde Tanrı’yı görmüyor musunuz? Nasıl oldu da onu atladınız! Yerçekimindeki ya da atom ağırlığındaki en ufak bir değişikliğin, evreni gökcisimleriyle dolu bir deniz yerine, içinde hayat olmayan bir sise çevireceğini iddia ettiğiniz halde, nasıl oluyor da bu işin içinde onun eli olduğunu anlamıyorsunuz? Milyarlarca kağıt arasından doğru kartı çektiğimize inanmak gerçekten de o kadar kolay mı? Bizden daha büyük bir güç yerine, matematiksel imkânsızlıklara inanacak kadar din inancımız tükettik mi? Tanrı’ya ister inanın, ister inanmayın... Ama buna inanmalısınız. Bizden daha büyük bir gücün varlığına olan güvenimizi kaybettiğimiz anda, sorumluluk duygumuzu yitiririz. İnanç... tüm inançlar... anlayamadığımız bir şey olduğunu nasihat eder, sorumlu olduğumuz bir şeyin... İnanç sayesinde, birbirimize, kendimize ve daha büyük bir gerçekliğe karşı sorumluluk duyarız. Din yara aldı ama sadece insan yara aldığı için. Eğer dış dünya bu kiliseyi benim gördüğüm gibi görebilseydi... şu duvarların ardına bakabilseydi... modern bir mucize görürdü... çığırından çıkmış bir dünyada, sadece şefkatin sesi olmak isteyen, basit ve kusurlu ruhların kardeşliğini... Bizim modamız geçti mi? Bu adamlar dinazor mu? Ben öyle miyim? Dünyanın gerçekten fakirin, güçsüzün, eziyet çekenin, doğmamış çocuğun sesi olacak birine ihtiyacı var mı? Gerçekten de mükemmel olmadıkları halde, yolumuzu kaybetmememiz için hayatlarını ahlaki yol göstericiler olmaya adayan adamlara ihtiyacımız var mı?... Bu akşam, bir uçurumun eşiğinde oturuyoruz... Hiçbirimiz duyarsız kalamayız. Bu kötülüğü ister şeytan, ister yozlaşma, ister ahlâksızlık olarak nitelendirin... karanlık güç yaşıyor ve her gün biraz daha büyüyor. Bunu görmezden gelmeyin... Bu kuvvet, güçlü olduğu halde yenilmez değil. İyilik yaşamaya devam edebilir. Kalplerinizi dinleyin. Hep birlikte bu cehennemden uzaklaşabiliriz. ---------------------------- Dan Brown Melekler ve Şeytanlar Sh: 386-390
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Orkun Levent BOYA, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |