|
Anasayfa |
Son
Eklenenler |
Forumlar |
Üyelik |
Yazar
Katılımı |
Yazar Kütüphaneleri |
|
|
25 Ocak 2002
Asos'ta Yalnız Bir Balıkçı
Yeşim Şahin
Dipsiz kuyu sevdam. Çıkmaya çalıştıkça boğuluyorum. Sevmeyi ertelemek istedikçe, nefret ediyorum dedikçe geriye gidiyorum. Çok sevmiştim
çok, bana keşke dedirtme demiştim sevdiğime. Bilemezdim böyle olacağınıi . Kim bilebilir ki zaten...Tüm sevgiler mutl |
|
Asos'ta Yalnız Bir Balıkçı Yetiş köpek hiç durmadan havlıyordu. Gecenin karanlığında köpeğin haykırışları uzaklardan ona eklenen cevap veren havlamalarla bir karabasana dönüşüyor, zifiri karanlığın yasandığı gecede tepedeki dolunay biraz bolsun etrafı aydınlatmaya çalışıyordu. Balıkçı Musa, kaldığı barakadan dışarı çıkarak köpeğe söylendi. -- Sus be ya; durmadan ulur durursun. Tam da şurada iki kadeh içmişken keyfimi bozarsın.Sabaha da az kaldı, azıcık türkü dinleyip keyfimi bulucam sonrasında da balığa çıkıcam sus be ya... Köpek sahibinin sözünden mi; buluta giren ayın görünmezliğinden mi bilinmez kuyruğunu ayaklarının altına alarak yere uzandı. Gecenin karanlığında cam gibi parlayan gözleri, bir karış dışarı sarkan diliyle köpekten çok bir kediyi andırıyordu o an. Her an yakalayacağı fareyi arayan, etrafı tırmalayan sarman bir kedi. Hırıltıları da sessizleşti. Kulaklarını dikerek, geceyi dinlemeye başladi. Zaten sahibinden başka da bekleyeceği kimse yoktu. Balıkçı Musa kurduğu çilingir sofrasında küçük yudumlarla demleniyordu. Oradan buradan toplanmış marangoz artığı tahtalarla Kadırga Koyu'nda taş duvarın önünde kulübesini yapmıştıi. Dışarıdan bakan oranın yaşanan bir yer olduğundan çok depo sanırdı. Oysa Balıkçı Musa bir gün oraya gelivermiş, bir günde barakasını inşa etmiş ve orada yaşamaya başlamıştı. Behramkale Köyü' nde Musa için kimi çok okumus, en iyi mertebeye gelmiş, bir gün aklını yitirmiş buraya gelmiş derdi. Kimi köylü de Musa' nın hiç bir şey bilmeyen ömrü boyunca denizde yasamış sonra huzuru burada buldugu için köyde o koyda yaşamaya karar verdiğini söylerdi. Hikayeler, söylentiler farklı farklı dolaşır dururdu. Birisi bir şey söyler, sonra kendi söylediğine inanır hale gelir Musa konuşulurdu. Sonuçta kimseler Musa'nın dert yandığını ya da hayatından bir anı anlattığını görmemişti. Tek yaptığı sabahın erken saatlerinde balığa çıktığı, tuttuğu güzel balıkları koydaki küçük otellere sattığıydı. O da çok para için değildi. Ne verseler razı olur, elimdeki parayla akşam için rakımı peynirimi alayım yeter derdi. Kimse onun bulduğu balıkları tutamaz, onun gibi bol balıkla dönemezdi. Musa' nın gözü ters çevirdigi domates kasasından yaptığıi masanın üzerine serdiği gazeteye takıldı. (Oysa ne bir gazete okuduğu ne de onun okuma yazma bildiği bile bilinmezdi). Yazılar kaydı, puntolar büyüdü, yüzünü ateş bastı, ensesine kramplar girdi, kalbi deli gibi çarpmaya basladı, elleri ayakları titriyordu, içkiden olamazdı her gece aynı ölçüde içerdi. Musa kendine gelmeye çaliştı. " Kahretsin, kahretsin, lanet olsun" diye bağırdı. Masayı bir ayak darbesiyle devirdi. Yetiş köpek havlamaya başladı. Barakanın kapısından içeriye Musa'nın yanına gitti. kesik kesik havliyordu. Sahibine soru soran gözlerle bakar gibiydi. Musa küçücük yerde çırpınıyor, yattığı divandan başka eşya olmayan barakada bulduğu ne olursa firlatıyordu. Köpek sahibine iyice yaklaştı, onu sakinleştirmeye çalışır gibi etrafinda dolandı. Musa susmuştu, hırçınlığı kabaran deniz gibi öfkesi kalmamıştı. Koca adam ağlamaya basladı. Sarsıla sarsıla , hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Nereden gelmişti lanet gazete, kimden almiştı. Hatırladı, köydeki Eda Nine o sabah tarladan kopardığı domatesleri koymak için yer ararken orada duran sararmış gazeteye koyuvermiştı. O da domatesleri yıkadıktan sonra gazeteyi masasına sermişti. Kaç yıl olmuştu, kaç zaman geçmişti. Burada bu bozulmamış yerde karşısına çıkacağını nereden bilirdi. Ayşe, sevgisi, hayali, kabusu, ölümü herşeyiydi. Uğruna can vereceği, dünya yıkılsa vazgeçmeyeceği tek kişiydi. Geçmişini feda ettiği, yaşamında bilinmeze sürüklendiği tek sevgi.. Ne olmuştu, neden vazgeçmişti sevgisinden neden bu koya sıgınmıştı? İç geçirdi, yaşadıkları gördüğü anda aşık olduğu tek geceyi düşündü. Ayse' yi gördüğü anda aşık olmuştu. O geceyi bunu yasadığı mutluluğu ve sevgiyi anımsadı. Ayşe tatil için geldiği Gölköy'de Musa'nın pansiyonuna yerleşmişti. İstanbul'daki bir arkadaşı tavsiye etmişti. Zaten o dönemde şimd iki gibi tüm sahil beton motellerle dolu değildi. Şirin mi şirin bir pansiyondu. Kalacak 4 odası olan evden bozma bir yerdi. Bahçesinde maymunu, köpeği, horozu, tavuğu hepsi bir aradaydı. Asmanın altına iki tane masa atılmış, hemen yanında da bir mangal duruyordu. Masaları mumlar aydınlatıyor, gece çırçır böceklerinin sesi dışında, pansiyondaki kişilerin mutlu kahkahaları dışında ses-seda çıkmıyordu. İşte böyle bir gece Ayşe sırtında çantasıyla bahçeden içeri girmiş, elindeki kağıda tekrar bakarak "Musa Bey' i arıyorum" demişti. Musa oturduğu masada doğrulmuş, sırtı dönük olduğu için suretini görememiş, ama billur gibi akan seste bir heyecan hissetmişti. Kendini toparlamaya çalışarak: - Musa benim diyebilmişti. Sonrasında Ayse cıvıl cıvıl cıvıldamaya devam etmiş, bir çırpıda tüm işlerini olduğu gibi bırakıp hayatından kaçmak istediğini ve soluğu burada aldığını, arkadaşlarının ne iyi yapıp böyle güzel bir yere gönderdikleri için onlara ne kadar teşekkür etse az olduğunu tekrarlayıp durmuştu. Musa ise o anda Ayşe'den başka ne bir şey görüyor ne de anlattığı bir şeyi duyuyordu. Her yerde Ayşe varolmustu. Oysa daha yarım saat öncesine kadar o yoktu, onun varlığını bilr bilmiyordu. Ama Ayşe bomba gibi dünyasına düşmüştü. Ayşe yorgunluğunu bahane ederek odaya geçmek istediğini söylediğinde kalması, biraz daha benliğini doldurması için herşeyini yapmaya razıydi. En güzel odayı Ayşe'ye verdi. Zaten tüm odaları adına göre hazırlanmıştı. Mavi-Beyaz tüm mavilerle hayalleri, beyazla saflığı toplamıştı. Güz Bahçesi Bodrum'un sarı Eylül'ünü anlatırdı. Zakkum pembenin tüm tonlarını ilkbaharı yaşardı. Ateş dansı ise kırmızıydı, ihtirasti. Ayşe odasına geçtikten sonra aşağıdaki misafirleriyle sohbete devam etmeye çalıştı. Yapamıyordu, hayatına dolan harika kızı düşünmeden yapamıyordu. İIlerleyen saatlerde etraf sessizleşti. Musa'da sabah için hazırlıkları tamamlayıp, odasına çekilmeyi planlıyordu ki bir ses: - Bana iyi bir söz söyler misiniz? Musa Ayşe'yi karşısında bulunca şaşkınlıkla; - Sorun nedir? Yoksa odanızda küçük misafirler mi var? diye espri yapmaya çalışmıştı. Ayşe' nin hali ve ciddiyeti onda tedirginlik yaratmıştı. Az önceki neşeli küçük kız gitmiş, olgun bir kadın belirmişti. Ayşe ağlamaya başlamıştı. Hem ağlıyor hem de olmuyor, yapamıyorum, yapamayacağım diye boğuk sesler çıkarıyordu. Musa, - Hayatıma giren en güzel ansın Ayse. Hani iyi bir söz söylememi istedin ya. Ayşe ağlıyor, bir yandan da gülmeye çalışıyordu. Musa'nın sözüne zaten inanmamıştı. Karşısında babası yaşında, saçları açılmış, ince bacaklı, kalın göbekli, güneşten iyice kararmış, yüz hatları katılaşmış bir adam vardı. Böyle bir adamdan ince bir laf o anda aklına gelen son şey olurdu. Babalar zaten küçük kızlarnı severdi, onlar üzülmesin diye onu mutlu etmek için her sözü söylerlerdi. - Mutsuzum ; hem de çok mutsuz. Tüm düsüncelerimi İstanbul' da bıraktığımı sanıyordum. Orada kalan onlar değil ben olmuşum. Musa tedirgin bakışlarla Ayşe'ye yakınlaşarak omuzuna dokundu. Kocaman elleri, pürüzsüz, pembe bebek gibi cilde değdiginde tüm vücudu titreyerek alev almıştı. İlginçti, Musa ilk kez bu duyguyu yaşıyordu. Kendisine kızdı, çaresiz kız o haldeyken kendi düşüncelerine şasırıyor ve toparlanmaya çalışıyordu. - Küçük kız, nasıl yardımcı olabilirim? Bazen hiç tanımadığımız birilerine anlatmak iyi gelir. Biliriz ki o yargısız tarafsızdır. Anlatmak istersen iyi bir dinleyiciyimdir. Ne dersin? İstemiyorsan senin istediğini yapmaya hazırım Ayşe ağlamaktan şişmiş gözlerini kocaman açarak, kızarmış burnunu gürültüyle silerek gülümsemeye çalıştı. Musa hayranlıkla bakarak kıza gülümsemenin ne kadar yakıştığını tekrar gördü. Gülümsemesinde sihir taşıyor, güldüğü anda etraf ışıkla doluyor, tüm mutluluklar o ana sığıyordu. Musa, gözleri güldükçe yüregi gülen küçük kız diye mırıldandı. Ayse fısıltı halinde konuşmaya basladı. - Mutsuzluk zamanla kazanılıyor, ne tuhaf şimdi bunu anlamaya çalışıyorum da sanki hiç yaşamamışım bu geçmiş size anlamsız gelen sözler ben de geçmişten günüme kalan hatıralar. Musa anlamaya çalışıyordu. Ayşe'nin söylemek istediğinden hiç bir sey anlamamıştı. Sessizce beklemeliydi, elbette Ayse konuşmaya devam edecekti. - Dipsiz kuyu sevdam. Çıkmaya çalıştıkça boğuluyorum. Sevmeyi ertelemek istedikçe, nefret ediyorum dedikçe geriye gidiyorum. Çok sevmiştim çok, bana keşke dedirtme demiştim sevdiğime. Bilemezdim böyle olacağınıi . Kim bilebilir ki zaten...Tüm sevgiler mutlu başlar, bazıları mutlu biter bazıları mutsuz. Ben ikisini de beceremedim. Ne mutlu olabildim ne mutsuz. Hala gel-gitlerdeyim. Onu tanıdığımdan beri başka ben oldum çıktım ortaya. Oysa aşık olmuştum ona. Gördüğüm andan sonra hayatım onun etrafında dönmeye baslamış, içimdeki ben hep onu yaşar olmuştu. Kısıtlı zamanlarda gözümüz saatte geçti aşk dolu dakikalarımız. Gençlik işte, gözlerim sadece onu görüyor ahmak kafam çalışmıyordu. Beni aramadığı zamanlarda, kaybolduğu akşamlarda, onsuz geçen anlarda bir başka kollarda olacağını hiç bilmiyordum. Deli sevdam da onun hayallerinde kayboluyor , gözlerinde yaşıyordum düne kadar. Akşam buluşacaktık sözde. Son anda çalan bir telefonla işinin çıktığını ve gelemeyeceğini söyleyince içim sızlamış ama üzerinde durmamıştım. Nereden bilecektim ki son telefonumuz olduğunu. Moralim bozuk halde çıktığım eve hayalleri kayıp biri olarak döneceğimi. Rahatlamak , sıkıntımı atmak için çıktığım gezintide ayaklarım istemeden onun işyerine doğru sürüklenmişti. Bir yandan da yorgun halinde onu mutlu etmek süpriz yapmak düşüncesi. Komik değil mi? Hayatının süprizi. Hayallerine vurulan damga, kötü bir kabus. İsyerinde olmayan sevgili.Sonrasında korku. Tam kapıdan çıkarken rastlanılan arkadaşı. "Ooo küçük yeğen ne arıyorsun burada" Hoppala o da kim derken" hadi durma git hastaneye. Küçük kuzenini görmeye, hem de küçük bir kız kuzen" Bir anda sevgiliden yeğenlige, oradan da yokluğa düşüş. Gerisi çorap söküğü gibi geldi zaten. Bir buket çiçek alıp hastaneye gidiş. Yeni anne-babayı o halde görmek ve susmak kaybolmak kahrolmak. Ertesi günde işte buradayım. Orada hayallerimi garip yalnızlığımı bıraktım. Buraya kendimden kaçmaya geldim. Nafile kaçmak hiç bir seyi değiştirmediği gibi yaşananlara da örtü örtmüyor. Gerçekler büyüyor büyüyor gecede yalnızlığımda kabustan beter üzerime çöküyor işte... Musa Ayse'yi kollarının arasına alarak saçını okşamaya baslamıştı. Bir yandan da; - Küçük kız, üzülme. Geçecek hayat işte... Hayatta olmaz hiç bir zaman yok. Acılar geleceğimize yansır, bizi akıllandırır, sil gözlerini. Hem sen benim hayatıma giren en güzel ansın diyerek sözlerini tekrarlamıştı. Ayşe Musa'nın kollarında hıçkıra hıçkıra ağlamış, zaman zaman anlatmaya çalışmış sonrasında da küçük dudaklarını sonsuza kadar susmak istercesine kapatmış ve bir daha konuşmamıştı. Musa Ayşe'yi odasına bırakmış, yatağına yatırmış, uyuyuncaya kadar ona masal anlatmaya çalışmış, rahatlaması için elinden geleni yapmıştı. Uyuduğuna iyice emin olduktan sonra odasından sessizce çıkmış alt kattaki odasına çekilmişti. Ayse; Musa'nın odadan çıktığını ve odasına girdiğini gördükten sonra oradan uzaklaşmış, ayın aydınlattığı sahilde yürümüş yürümüş kimselerin olmadığına inandığı bir noktada bir kayanın üzerinde oturmuş sevgisini aşkını son kez gözlerinin önünden geçirmişti. Bir cana kıymak bu olmalı işte diye söyleniyordu. Yıldızlara baktı bakti kayan bir yıldız aradı. Son kez dilek dilemek istiyordu, yeni yaşamına yeni bir dilekle başlamayı düşünüyordu. Çantasından metal soğukluğu çıkardı, "Bende ki seni öldürdüm" diyerek tetigi çekti. Sabah Musa hala uyuyor olmalı diye düşünürken, etraftaki pansiyon sahiplerinden biri içeriye girdi. Musa' ya " Sahilde genç bir kadın cesedi var. İntihar etmiş, kim olduğunu bulmaya çalışıyorlar. Çantasından mavi-beyaz oda anahtarı çıkmış. Bir baksana..." Musa ; Ayşe'nin cansız bedenini gördüğünde anlamsızlaşti. Geceyi, konuşmalarını, tekrar tekrar geçirdi gözlerinden. "Küçük kız hayatıma giren en güzel andın" diye tekrarladı durdu. Ayşe'nin intiharı gazetelere "Bodrum' da intihar" diye geçti. Musa hep o geceyi düsündü. küçük kızı söylediklerini. Gitmeliydi oralardan onu hatırlatan mekandan uzaklaşmalı kaçmalıydı. Unutmamak için küçük kızı yeni bir hayat onun istediği gibi yeni bir yaşama başlamalıydı. İşte bu duygularla uzaklaştı. Kimsenin onu bulamayacağı kim olduğunu neden yasadığını anlamayacaği bir yaşama başlamalıydı. Amaçsızca çıktığı yollar onu Asos'a getirmişi. Aş tanrıalarının aşk mekanında yaşamaya karar vermişti. Balıkçı Musa " Hayat işte..." dedi. Soğuk ayazda üşümüş bedenini yıkık barakasına sokmaya çalışıp Yetiş köpeğin sımsıcak bedenine sarıldı. "HAYATIMA GİREN EN GÜZEL ANDIN KÜÇÜK KIZ" diyerek derin bir uykuya daldı. Yeşim ŞAHİN 19/11/2000
:: HÜSEYİN KAYA |
Gönderen: BEHRAM / , Türkiye
|
23 Haziran 2008 |
|
| Yok böyle bir yorum.. okdummu okumadım valla.. |
:: Bukadar mı? |
Gönderen: Hüseyin kaya / İzmir/Türkiye
|
14 Eylül 2004 |
|
| Merhaba.Bir şiirin en can alıcı kafiyesinden önce sana şunu söylemek isterim,bu canı kolay almadık ki bir kafiye zıpkınının ucuna asalım.Bir melodi yakmadı ki biz yaralarımızdan nameler sızdıralım.Bir göz ucuyla resmedelim bunalımımızın fırça darbelerini,efkare bir yitiklikti bizimkisi ve birbirimize sarıldık uçurum öncesi.Hangi dostane el uzanmamıştır ki, aşağıda kuru yosunlar ile bezenmiş keskin kayalıkların soluğunda ve uçurumun tepesinde yüzümüzü sıvazlayan rüzgar gerçekten hayatın nefesimiydi,hayat zalim bir yar gibi bize acılar çektirip sonrada tam kapıya varıp gideceğimiz sırada,uçurumun ucunda iken arkamızdan seslenip ’Aaaa aşk olsun,ben o kadar kötü müyüm? ‘der gibi cilvekar bir fısıltıyla seslenir gibi.Eğer ben hala uçurumun kenarında uçmaya akıl erdirememiş bir fizikci gibi çakılı kalmışsam,bu hayatın seslenişinden değil,dost elleri yüzünden.
Sana diyecek sözüm yoktur,varsa kendimedir sözüm.yangınım yüreğimde nahoş bir diyarı barındırır ve ben umutlar içinde bir damla seninle süzülürüm yanaklarından.Avuçlarında bir ter vardır,sevdanda bir aşinalık,genzimde bir buruk tat vardır,sigaramda bir nefes vardır.işte beni ışığın oyunlarında ara,gölgelerin simasından,dumanın efkarından sor.Ben sen diye feryadı figanın peşine saldım,efkarı umudun peşine saldım ve yüreğimi senin avuçlarında küllendirdim.Bir çığlığa bürünürüm,bakışlarının altında bir suçlu edasıyla içime bürünürüm, günahlarımı tek tek sahiplenirim,senin cennet yüreğinde günahkar edasıyla pişmanlık çarşafına sarınırım.Karanlık bu akşam gözlerime çöktü,odama değil.Sen yüreğime çöktün,hayallerime değil.Ben bu dünyada göçtüm,ahrette değil ve beni yıkan özlemin oldu,sevdan değil.Yüreğimin teline vur ve dinle sana bestelediğim yalnızlığımı,vur ki titresin bu bedenim,yansın alev menekşelerim,sarmaşıklarıyla sarsın ana rahminde kimsesiz kalabilmiş bu bedenimi,vur yüzüme sevdamı ki utanayım bu sana olan zaafımdan,ben unuttum cehennemi,senin cennetinde yanmaya başladığımdan beri.Sonsuza dek susmayı yeğledim,sana sevdamı söyleyemediğimden beri ve ben,kemanın sanat tacirlerinin elinde nasıl can verdiklerini dinledim çığlıklarla.Canı nasıl yanıyordu bilemezsin bir sevda notasına.Yüz sürdüm senin ağlanası ellerine,af buldum ellerinde günahlarıma layık,çünkü ben tevbelerimi günahlarıma emanet edecek kadar acemi bir kullum.Yüreğimi sana emanet edecek kadar acemi bir aşık olduğum gibi.Artık emanet değil yüreğim sana,çünkü artık benim değil,senin yüreğin,istediğini yap ona,yakınmayacağım,karışmayacağım ,söylenmiyeceğim ,yani hiç umursamıyacağım kadar senin oldu bu yürek.Ona bir şey yaparsan sen acı çekeceksin,çünkü sen o kadar benim oldun,benim yüreğimin o kadar senin olduğu gibi.Tek sihirli fasulye olmak isterim kimi zaman avuçlarında.Parmaklarının arasından kayıp,ayaklarının dibine düşsem ve bir anda büyüyüp senin her yerini sarsam,bulutların üstünde sevsem isterim seni,çünkü bulutlar bile örtemez artık sevgimi.Ben içime atarım,kalemim kazar çıkarır sevdanın,ben inkar ederim,kalemim itiraf eder her gece sevgimi.Artık kalemimin siyah çizgilerinde soluklanıyor bu yürek müptelası ve kenevir tohumlarında çimlenir oldu kaçış molaları.Oysa hiç esrar içmedim ben senden gayrı.Hayal mayal hatırlıyorum,huzurlu ve deliksiz uykularım vardı benim bir zamanlar,senin geride bıraktığın,sinekler gibi beni uyutmayan hatıralarından önce. Nasıl seviyorsun böyle,kırıntılarını dökerek ve sevda sofrasını bile toplamadan kayboluveriyorsun.Her işi yine bana bırakıyorsun,kelime kelime toplamak gördüğün gibi yine bana kalıyor.Yarım kalmış sevdayı kemirmek,ondan yeni sevdalar üretmek yine beni buluyor.Ben ise hala seni arıyorum.
Altın sarısı kurumuş bir tütünü sarar gibi,hayatı bir parça beyaz kağıtta parmaklarımın arasında sıkıştırıp kurumuş dudaklarımın arasına aldım ve kederimle yaktım.Derin bir nefes çaktim ve duman duman hayat içime daldı.Ciğerlerimin şekline bürünen bu hayatı benim hayatım diye benimsedim.Çünki hayatın belli bir şekli yoktu,herkes hayatı kendi kalıpları içinde yaşıyordu.Eğer bir insan 'Ben bu hayattan sıkıldım' diyorsa o kendi kalıplarından sıkılmıştır aslında.Çünki sen çeşmeden suyu yalnızca bidonunun büyüklüğü kadar alabilirsin.Belkide benim bir bidonum yoktu,avuç avuç içiyorum hayat pnarından suyu.Bazan sen diyorum içim içime sığmıyor,bazan sen diyorum ve öyle bir esiyorsun ki,bir anda yıkılıyorum.Belkide ne sen varsın nede ben varım desemde,ortada bir sevda var,bunu inkar edemiyorum.Hayal mayal hatırlar gibiyim yüzünü, fakat bıraktığın yara hala ilk günkü gibi taptaze,dokunuversen hafifce,hala parmağının ucuna kan bulaşacak,belki oradan avucuna sızasızacak,yalnızca bir damla kan seni bana bağlayacak,yanımdan hiç ayırmayacak,tüm zamansız aksi olaylara baş kaldırıp,tüm tatlı tesadüfleri birbirine ulayacak.Bir yüzüm ak,bir yüzüm kara çıkacağım karşına. Umursamıyacaksın,yüzünü yüzümün karasına süreceksin,çünki beni orada bulacaksın,yüzümün akı hikaye,sadece bir vitrin o.Kaç insanın yüzü ak ki?Seni gördüğümde karşımda belki bir an konuşmayacağım,çünki ben o anı anlatabilecek bir alfabeyi daha bulamadım.Aslında anlatılacak pek fazla birşey olacağınıda sanmıyorum zaten, o an herhalde seni doyasıya seyretmek ve bir anda sarılıp saatlerce tek kelime konuşmadan kollarında demlenmek ile yetinirdim.Belki ölüm suskunluğuna bürünürdüm. Birbirimizin sıcaklığında belki hiç anlamadan bir anda uyuya kalırdık kucak kucağa.İnan bana o uykuyu üzerinde nilüferlerin kolgezdiği küçük bir göletin kıyısındaki, salkım söğütün altında yeşil bir halı gibi tüm kıyıya serilmiş çimlerin üzerinde ve esen her meltem rüzgarında taptaze sümbüllerin kokusunu duyduğun bir cennet bahçesinde bile uyuyamazsın.Terlemiş yüzüne çapraz düşen düz siyah saçlarında sanki bir ilahi güzelliğin kordinatları gizlidir.Tütünün sararttığı hafif nasırlı parmaklarımla yüzünün coğrafyasında gezinmek isterim.Bir ağma misali,seni ellerimle bile tüm güzelliğini tanıyıp kodlamak isterim belleğime.Çünki ben seni altı duyu organımla özlüyorum yokluğunda.Ve işte asıl güzel olan şey,senin yanında uyanmak,sana açmak gözlerimi ve güneşin ışığını o gün ilk senin yüzünden yansıması benim içime.Karşı karşıya bağdaş kuralım kuş seslerinin bezediği,sabahın alaca karanlığına bürünmüş bir bahçede.Ben batıya döneyim,sen doğuya ve ben,tan yerinin ağarmasını,gökyüzünün kızarmasını,bulutların kül renginden vazgeçipte pembeye kaçmasını,bir günün doğuşunu yüzünde seyredeyim,çiçekler sana açsın o sabah tüm güzelliklerini,gözlerindeki aksinde hayranlık duyayım doğanın güzelliğine tekrar.Sende benim yüzümde seyter bir günün batışını,karanlığın örtü örtü sahneyi kapatışını,benim sahnemdir işte burası,güneşin yalancı ışıklarının tükendiği vakit benim gerçek ve ebedi karanlığktır bu ve dikkat et,karanlık ilk önce benim gözlerime düşer,gölgelerin barınamadığı bir dünyadır birtanem benim dünyam,güneşi çevrende arama,güneş yüreğimde,sıcaklığı tenimde,parıltısı zihnimde,ışığı ise karanlığın özüne bürünmüş gözümde.
Yazılarım,mektuplarım senin için,ben senin için sevdim hayatı,umutları senin için besledim hayal kırıntılarıyla.Yağmuru sana damlattım ve ben ıslandım.Gözlerimi sana açtım,yüreğimi,avuçlarımı,efkarımı sana açtım.Bunaldım,dört işlemin gazabıyla karşılaştım ve bucak bucak seni aradım.İstanbul’u solumak istedim kimi zaman,senin soluğuna bürünmek için.Yalnız kalmak istedim,yalnlığın keyfine dalabilmek için.Umutlara inanasım geldi seni sevdiğim vakitlerde.Ölümden korktum,yarını düşündüm,tanrıyla konuştum seni sevdiğim vakitlerde.Sustum konuşulması gereken yerlerde,özledim zamanlarca,unutamadım,bende alıştım yokluğuna.Sen yokken büyük işler yapmayı hiç düşünmedim.Sen yokken bende yoktum,kapımı kimseye açmadım,kendimi bile kapı önüne bıraktım,güneşin ışıklarına bile penceremi açmadım,parmaklarıma bile kalem sürmedim,kendime hiç acı vermedim.Aç kaldım,beslenmedim.
BİR KADIN SEVDİM
Bir kadın tanıdım,kızıl kısa saçlarından tutunamamış hayatın çirkefi,baharını yitirmemiş besbelli ve çıldırım çiçek açmış umutları,soldurmamış onları,rüyalara destan olası bir sır gizliydi sanki yanında.Satırlarına birer kafiye iliştirmiş,buğulu gözleriyle hayatın seyir aleminde girdaplara kürek çeker gibiydi. Hangi vaktin içinde bir serabın kederine bürünse,hep aynı boşluğun sızısını yadeder.İçim dolu fırtınalarla,gözlerim dolu,yüreğim seninle dolu,avuçlarım düş kırıklıklarıyla dolu.Sanki sarhoşum,beynim bulanık efeklerin izlerini taşıyor,hiçbir şeyi seçemiyorum,gözlerim kapanıyor,karanlığıma bürünesim geliyor yine,sana bürünmek varken. Düş üstüne düş görmekten bunaldım,fakat yinede uyandırma sen beni,gel yinede en güzel düşüm ol.Sevda yalancısının en tatlı perisi ol,gözlerin gafletle sarsın beni,en tembel bezginliğim ol.Avuçlarında bir serce olsaydım,kanatlarım kanser olsaydı,çırpınacak halim olmasaydı,sen içimde çırpınmaya gerek duymayacağım kadar umut olsaydın,ben susasaydım ve sen su olsaydın.Ben elimi uzatacak kadar cesur,sende elini verecek kadar cömert olsaydın..Bir kadına sığındım ben İzmir’in taze deniz kokusunda,başımı göğsüne yaslayıp ona sığındığımda annem oldu,şefkati içimi doldurdu ve gözlerini hiç kırpmadan umut umut sevdi beni, sanki bir zamanlar en huzurlu uykuyu rahminde tatmışım gibi,belki bunun içindi ona sığınışım,dönüşü yasaklanmış bir çıkışın ardından yeniden yuvama sığınma çabalarım. Sen beni seyrederken,ben kısık gözlerinde define avcılarının telaşına düşüyorum.Hilal kaşlarına bıraktığım düşlerimin düşmemesi için dualara inanıyorum.Gözlerini her kırpışında damla damla kalıyorum.Gürleyerek,kükreyerek akamıyorum.Ne olur eğme boynunu,Ölüm bile olsam,sarıl boynuma. Nereye bakıyorsun öyle dalgın dalgın.Yanımdan nereye uzaklaşıyorsun ,fikrini hangi diyarlarda arayayım, seni yanımda görenlere ne diyeyim.Söyle bitanem,yüreğini ser işporta tezgahına karşımda.Sen yanımdasın ama ben fikrini okul sıralarının hangi sevda yazılarında bulayım,hangi rüzgarı kovalayayım aklının takıldığı diyarlara varabilmek için..Bir kadın sevdim akşam üstünün kızılca kıyamet deminde, başını göğsüme yaslayıp bana sığındığında onu tanrılardan bile korumaya kalkışımla doğdu bu yüce cesaretim,ona cennetten en ışıltılı huzuru koparmak istedim,karım oldu,sevgilim oldu ,kardeşim oldu ve kendisini onun güvenliğine adamış bir savaşcı,ona huzuru getiren bir peygamber, sevdasıyla okşayan ve için için yanan bir aşık oldum. Yalnızca susuyorum... Seni soluyor... Senin sesini hisediyorum gırtlagımda...Gücümün yettiği kadar,tüm çabamla savunmasız bırakıyorum kendimi sana karşı...
Senin oklarını,hançerlerini yüreğimde istiyorum... Sana diyecek sözüm yoktur,varsa kendimedir sözüm.yangınım yüreğimde nahoş bir diyarı barındırır ve ben umutlar içinde bir damla seninle süzülürüm yanaklarından.Avuçlarında bir ter vardır,sevdanda bir aşinalık,genzimde bir buruk tat vardır,sigaramda bir nefes vardır.işte beni ışığın oyunlarında ara,gölgelerin simasından,dumanın efkarından sor.Ben sen diye feryadı figanın peşine saldım,efkarı umudun peşine saldım ve yüreğimi senin avuçlarında küllendirdim.Bir çığlığa bürünürüm,bakışlarının altında bir suçlu edasıyla içime bürünürüm, günahlarımı tek tek sahiplenirim,senin cennet yüreğinde günahkar edasıyla pişmanlık çarşafına sarınırım.Karanlık bu akşam gözlerime çöktü,odama değil.Sen yüreğime çöktün,hayallerime değil.Ben bu dünyada göçtüm,ahrette değil ve beni yıkan özlemin oldu,sevdan değil.Yüreğimin teline vur ve dinle sana bestelediğim yalnızlığımı,vur ki titresin bu bedenim,yansın alev menekşelerim,sarmaşıklarıyla sarsın ana rahminde kimsesiz kalabilmiş bu bedenimi,vur yüzüme sevdamı ki utanayım bu sana olan zaafımdan,ben unuttum cehennemi,senin cennetinde yanmaya başladığımdan beri.Kemanın sanat tacirlerinin elinde nasıl can verdiklerini dinledim çığlıklarla.Canı nasıl yanıyordu bilemezsin bir sevda notasına.Yüz sürdüm senin ağlanası ellerine,af buldum ellerinde günahlarıma layık,çünkü ben tevbelerimi günahlarıma emanet edecek kadar acemi bir kullum.Yüreğimi sana emanet edecek kadar acemi bir aşık olduğum gibi. .Bir kadına verdim dostluğumu,güvenin karaborsada bile yok sattığı bir zamanda,yaşamın en rezil olasılık sayıldığı bir zamanda ve toprağı kendine en yakın bulduğun anda ben bir kadına güvendim.Ablam kadar dosttu bana,bir sigaranın dumanını paylaştığımızda anladım ki,zaten her şey çoktan paylaşılmıştı,bizimkisi bir ekmeği ikiye bölmek gibi değildi,bir ekmeğin iki sahibi olması gibiydi,sanki kişi iki değil de,dert ikiz di.Bir diken batsa senin parmağına,benimki kanar.Artık kalemimin siyah çizgilerinde soluklanıyor bu yürek müptelası ve kenevir tohumlarında çimlenir oldu kaçış molaları.Oysa hiç esrar içmedim ben senden gayrı. .Bir kadınım vardı benim,İzmir’in anason kokan akşamında.Muhabbet tellallığı yapardı kırlangıçlar,bardaklar bembeyaz efkar kokardı bir mey sofrasında ve iki ses hep aynı türkülerin hicran notalarında buluşurdu,etraf sanki cam buğusu,ayyaş tebessümlerdi başımızı döndüren.Birbirimizin koynunda sızıp kalmamız dertten,kederden değil,masum çocukluğumuzdandı.Bir kadın vardı İzmir’in en kutu,karanlık köşelerinde unuttuğu ruhu şeytanın avuçlarında kıvranırdı.Yatağı alev alev yanardı,hiç bitmeyen bir bahara dalmıştı,elleri,dudakları,teni,bedeni cehennemden bir kor parçasıydı.Şeytan fısıltı fısıltı,birbirimize kenetlenmiş bedenlerimizi sarardı.Kaygısını unuttuğum,ışıklarının karardığı,çekiciliğini yitirmiş bir yerdi artık cennet. Bir kadına ,bir kadınla yandım ben İzmir günahında.
( bu yazımda diğer yazılarımdan alıntı vardır)
Hangi vaktin içinde bir serabın kederine bürünsem,hep aynı boşluğun sızısını yadederim.içim dolu fırtınalarla,gözlerim dolu,yüreğim seninle dolu,avuçlarım düş kırıklıklarıyla dolu.Sanki sarhoşum,beynim bulanık efeklerin izlerini taşıyor,hiçbir şeyi seçemiyorum,gözlerim kapanıyor,karanlığıma bürünesim geliyor yine.Uyuşturucu daha fazla uyuşturamaz beynimi, boşluğumun acısının uyuşturduğundan başka.Kaşlarımın üzerine sanki bir cin oturmuş,keşke bilse ne yapmak istediğini,benim şu halimle nasıl dalga geçebileceğini keşke bilse.Eliyle kafa tasımı sardığını hiseder gibiyim,belki hafiften sıkıyorduda.Belki saçlarım gibi,ayaklarını enseme dayayıp,kollarıyla alnımı sarar gibi.Düş üstüne düş görmekten bunaldım,fakat yinede uyandırma sen beni,gel yinede en güzel düşüm ol.Sevda yalancısının en tatlı perisi ol,gözlerin gafletle sarsın beni,en tembel bezginliğim ol.Avuçlarında bir serce olsaydım,kanatlarım kanser olsaydı,çırpınacak halim olmasaydı,sen içimde çırpınmaya gerek duymayacağım kadar umut olsaydın,ben susasaydım ve sen su olsaydın.Ben elimi uzatacak kadar cesur,sende elini verecek kadar cömert olsaydın.Tek istemediğim şey,hayatın daha yumuşak davranması olacaktı bana veya bize.Hayatın sertliği duygularımı güçlendiriyor ve beni şimdi sen değil,o duygularım ayakta tutuyor.İşin en güzel yönü,sen olmasanda ben seni gerine gerine sevebilmem.İçimde sıkışmış bir hava,su,duygu veya düşünce var,bilmiyorum.Fakat bunu harf harf kağıtlara aktarıyorum.Sen beni seyrederken,ben kısık gözlerinde define avcılerının telaşına düşüyorum.Hilal kaşlarına bıraktığım düşlerimin düşmemesi için dualara inanıyorum.Gözlerini her kırpışında damla damla kalıyorum.Gürleyerek,kükreyerek akamıyorum.Ne olur eğme boynunu,Ölüm bile olsam,sarıl boynuma. Nereye bakıyorsun öyle dalgın dalgın.Yanımdan nereye uzaklaşıyorsun,fikrini hangi diyarlarda arayayım, seni yanımda görenlere ne diyeyim.Söyle bitanem,yüreğini ser işporta tezgahına karşımda.Sen yanımdasın ama ben fikrini okul sıralarının hangi sevda yazılarında bulayım,hangi rüzgaraı kovalayayım aklının takıldığı diyarlara varabilmek için.Karşımda elini yüzüne yaslayıpta beni tatlı tatlı seyretmen yok mu, işte ben cenneti ilk zamanlar o sanırdım,bundan daha uçuk bir hayal olduğunu öğrenmeden önce.Ben cehennemi yokluğun sanırdım,devasa bir ocak gibi,ateşler ülkesi olduğunu bilmeden önce.Neyse ki artık cehennem tüylerimi ürpertmiyor ve senin yanındayken cennet telaşına düşmüyorum.
Yalnızca susuyorum... Seni soluyor... Senin sesini hisediyorum gırtlagımda...
Gücümün yettiği kadar,tüm çabamla savunmasız bırakıyorum kendimi sana karşı...
Senin oklarını,hançerlerini yüreğimde istiyorum...
Sana söylemiştim,ben birisini sevmeye ilk önce kusurlarından başlarım...
Sen diyorum ve susuyorum, çünkü söyleyecek başka bir şeyim kalmıyor,bende olan her şey bu kadar ve benim olmayan tek şey.Sen diyorum ve yeni cümlelere temel atıyorum,çünkü sensiz hiçbir şeyim yok,seni bulaştırmadığım tekbir konu kalmamış belleğimde,gözlerinde yelken açmadığım tek bir rüzgar esintisi yok,seni sevmediğim tekbir gün bile yok, seni unuttuğum biran bile yok, yok üstüne yok,sen bile yoksun,belki ben bile yokum sensiz.Karnaval havasında geçiyor senin yokluğunu anlatan acılar,işte senin en çok bu yönünü seviyorum, acılarında bile,yokluğunda bile bir başka ahenk var.İçinde senin olduğun acı,tatlı her şey güzel.Korkuyorum bazen sana olan sevdamdan şüphe etmekten,çünkü yokluğunu sevmek tuhaf geliyor bana,fakat olmayan kişi bile sen olunca bir başka oluyor,sen yanımdayken de güzelsin,bensiz başka bir yerde de güzelsin.Yani seni güzel yapan şey ben değilim,yanımda olman veya benimle olman değil,sen her yerde güzelsin.
Gök yüzü gibi parlayan yüzünden yağan yağmurlarla çalkalanan umutlarım,türkü kokar başaklar gibi yaldızlı saçların.Bense gülüm,sana layık bir diken olmakla yetiniyorum şu fani bedenimde,iyi ki yoksun,yoksa çok acı çekerdin benim yanımda,ben ki başarısızlıklarımı başarı bilen,onlara bin bir lakaplar takan ve belki buna kendini de inandıran bir hiçliğin hükümdarı,sen ise suların akışkanlığı kadar berrak güzelliklerin sultanı.Senin varlığın mı iyi olurdu,yoksa yokluğun mu daha iyi,hiçbir fikrim yok.Elbette ki bu iyilik kavramı görecelidir, senin açından mı,benim açımdan mı,yoksa beraberliğimiz veya aramızdaki bu sönmek kavramından bihaber sevda bozuntusu,alevler hükümdarlığın acısından mı iyi olurdu bilemem.Tek bildiğim,şu an senin olmadığın. ‘Sen olsaydın’ diye başlıyorum tüm sözlerime, daha sonrada cümlelerimin bel kemiğini inşa ediyorum ‘belki’ tuğlalarından.Dedim ya,şu an sen olmadığın için daha cesur konuşuyor olabilirim, tüm umutlarımı küllükteki artık izmarit gibi söndürmeyi ihmal etmiş,kor halinde bırakmış olabilirim,belki hiç umulmadık bir anda sen karşıma çıkıverirsin de,o umutlarımın izmariti bitip tükenmeden külünü silkip,kor alevler içinde sönmeye yüz tutmuş umutlarımdan birkaç nefes daha çekerim fikriyle beklemede kaldım.Bilmiyorum şimdide yanımda olsan dünyamı yine bu kadar çok kaplayacak mıydın, yoksa bu dünyamı kaplayan sen değil de senden arta kalan karanlık boşluğun mu? Ben senden geride kalan kırıntılardan bir dünya yaptım sen geri dönünceye kadar kendime,tek kişilik bir dünya tasarısıydı lakin şimdi tek kişi için büyük,iki kişi için küçük oldu bu dünya,senden arta kalanlarda var yanımda,şimdi ne yalnız kalabiliyorum bu dünyamda,nede bir başkasıyla paylaşabiliyorum. Sen den arta kalanları da karantinaya aldığımda,ikinci kişiye pek fazla bir şey kalmıyor dünyamda.
Bir insan yazarken ne hisedebilir ki? Veya daha gerilere gidelim,bir insan neden yazar? Biz hırsız bir varlığız,lakin ilk tanrı yazmıştır kaderlerimizi ve biz ondan kopya çekiyoruz,yani oyunu ilk tanrı başlattı.Tanrının yazdıkları bizim kaderimiz olabiliyorsa,iyi yazabildiğimiz taktirde bizim yazılarımız da birilerin kaderi olabilir mi? Artı düzeltme konusunda sana katılıyorum,çünki düzeltmediğim kadar o benden,yazımda düzeltilmesi gereken birşey varsa bu benim.Fakat bu konudada bıkkınlık var üstümde,değişmekten bıktım,Yanlış anlamayın,kendimi yenilemekten bahsetmiyorum,bulunduğum,girip çıktığım ortamlardan bahsediyorum,neden sanki herkes beni değiştirmek ister ki? Pek az kişi kendini yeterince tanıyor,belki kendisinide sevmiyor fakat seni kendisine benzetmeye çabalıyor,maksat ortak noktaların artması,aynı fikir ve zevklere sahip olarak daha iyi vakit geçireceğini sanan insanlar acaba kendilerini nekadar tanıyorlar,kendi kopyaları olsa nekadar anlaşabilirler,eğer anlaşabiliyorlarsa kendileriyle,neden birbaşına kalmıyorlar.Önce seni değiştirip,sonrada nefret edilecek bir halde bırakıp gidiyorlar.Sana kalan iş ise,seni değiştirmek için boyamaktan palyaçoya çeviren insanların arkasından aynanın karşısında birbaşına ıslak pamukla,kendini netleştirinceye kadar temizlemek,o boyalardan kurtulmak.
Aşkı yanlış yaşadığımızı düşünüyorum veya yanlış tanıdığımızı.Çünki önce seviyoruz,sonrada değiştirmeye çalışıyoruz,değişincede sevmemeye başlıyoruz yani sevdiğimiz kişinin birkaç küçük huylarına takılıyoruz ve onu sevmediğimiz bir kişiye benzetiyoruz.Belkide kendimize benzetmeye çalışıyoruz,onu olduğu gibi sevip,ona hiç dokunmadan bir aşkı yeşertmeyi beceremiyoruz.Teoman'ın dediği gibi daha sonrada üstümüze olmuyor güzeli çirkin yapmakta.Belkide o büyük güzellikler,küçük çirkinliklerden besleniyordur.Neden herkesi kendimize benzetmeye çalışırız ki? Belkide kendimizide pek sevmiyoruz,karşımızdaki insan bize ayak uydurmaya çalışırken sevmediğimiz bir insana dönüşecek,hangimiz yaptığımız hataları irdeleyipte kendisine sacmaladığını,aptalca davrandığını söylemedi.Yani kendimizle olmak istediğimiz kişi,beğendiğimiz kişilikler aslında çok farklı birbirinden,neden sanki bunu anlamak istemiyoruz? İşte bir körpe sevdalarımızı bu şekilde seveceğim derken kanatlarımızının altında boğarak öldürüyoruz.
Bu sadece bir deneme yazısıdır,hazırlıksız oturdum bilgisayarın başına,ne yazacağımı bilmiyorum,aslında herşey bundan beşyıl önce başladı,bunu size anlatamam,yüreklere sıgmayan bir dizi yanık lekesi bu,damarımdan enjektör ile kan çekip divit uçlu kalemimle sayfalara yazmak istediğim vakitti kaderimi,yangınımı yazmaya başladığım vakit,aşık olduğum vakit.Hayatı hep uç noktalarda yaşamak gerek,düşmekten korkmamak gerek,çünki sevmek gerek.Çırılçıplak bir kadının bedenini,sayfa sayfa tenini şiirlerle motiflendirimek gerek,mürekkebin yapışkanlığına bürünmek gerek.çırıl çıplak dakdilonun başına oturup yazmak gerek herşeyi.Bembeyaz sayfaları kefenim bildiğim zamanlarda,mezar taşı gibi diktim kalemi baş ucuma.Ben bu hayata o dilberin güzel saçlarından tutunuyorum.Ona şimdi diyorum ki; ne seni unuturum,nede bu acılardan bıkarım.Biz yaralarımızdan yakınmayız,sızan kan damlalarınıda baş tacı yaparız.Şafak ağacından dökülür takvimin,üşümüş eller bir baraka içerisinde tutuşur,efkar ekilir bu tarlalara,suskunluk içerisinde bir çığlık çiçek açar ve biz türkülerin nakaratlarında,cam buğusunda yitirilen sevdaları yadederiz.Benim cennetim,senin olduğun yerdir dilberim.Keskin uçlu çam ağaçlarının gölgelediği çimenlerin üzerinde adım adım cennetin kapısına uzanır yolum.Ne ihanetim oldu can alıcı sevdalarıma,nede can verdim yaralarımın pençesinde.Bir sürgündür benim ızdırabım,süresiz kafes himayesinde,unutkan bir örtüdür gökyüzü efsanesinde,oysa bilmezler beton üzerinde beyaz kağıtlara karalanan mürekkep kokulu umutlar,ezber gücüne dayanır tüm hatıralar.Ard arda basar toprağa ayaklar,lakin hiçbir yere götüremez bedenim kasaba altyapılı yaralarımı,çünki nüfusu milyon olsada,kentleşemez acılar.Bir yosun gibi hayatın azgın dalgalarından kaçıp,senin kayalıklarına tutundum.Senin için ölmek sevdama hakarettir,senin için sensiz bir ömür daha çekerim bu hayat denilen zulmü.Kayıplarda dolaşan dolgunluğu göz yakan güzellik misali,karanlıkta bir bilinmezim aslında.Sigara dumanına boğulmuş,çay sıcaklığında ıslanmış,gece erkarımda ay ışığını yüzüme tutup soruyorlar birbiri ardına tüm suvalleri.Sevda gibi oldu biraz,Öyle değilmidir sevdalar; hep biryerlere sıkıştırılmazlar mı? Mesela kaşla göz arasına.Çıldırmanın anaforunda yakalıyor bu tutkuya dönüşen kelimeler.Ki her ardıma
bakışımda,bir başkalaşımın izlerini görüyorum,o izlere gömülüyorum.Görüş alanımı aşıyor,boyumdan büyük sevdalar.Küçüğüde zaten beni açmıyor,açılan yaraları kapatmıyor.Ne bileyim ben,Böyle birşey dir herhalde bir duyguyu kelimelere sığdırmak,yada yada sığası bir duygu bulmak.
|
:: etkileyici.... |
Gönderen: koray_ / istanbul
|
21 Şubat 2004 |
|
| akıcı ve çok etkileyici.... tabi bi de Assos olunca daha da güzel... |
:: assos! |
Gönderen: pelin / izmir
|
10 Aralık 2002 |
|
| çok hoş bir yazı..öncelikle yürekten tebrik ederim..ve..assos tabiki..assos yüreğimdeki en güzel balıkçı kasabası..beni yeniden götürdünüz oralara..assos\'a ve aşk\'a..kutlarım sizi.. |
|
Söyleyeceklerim var!
Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?
Yazıları
yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz
ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız,
yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.
Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.
|
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
|
Yaşamı gülümseyerek yaşayan ve her zaman her şeye rağmen yaşamayı çok seven bir deli kız.
Etkilendiği Yazarlar:
Murathan Mungan, Cezmi Ersöz, Herman Hesse, Nietchze,İrvin Yalom.
|
|
bu
yazının yer aldığı
kütüphaneler |
|
|
|