İnsan özgür doğar, ama her yanı zincire vurulmuştur. -Rouesseau |
|
||||||||||
|
Hatırlayabildiğim en uzak hatıra ufacık ciğerlerime doldurabildiğim en kocaman nefesle balıkları koşturmaya çalışmamdır. Dudakları mosmor, parmakları buruş buruş olana kadar inatla sudan çıkmayı reddeden bir deniz kızıydım. Annem derdi ki “Yakında kuyruğunda çıkacak, balıklarla birlikte yaşayacaksın” Daha okula yeni başlamıştım galiba, ilk palet ve deniz gözlüğüm alındığında. Bir deniz kızına alınacak en uygun hediyeyi bilivermişti Babam. Her yere onları yanımda taşıma arzum yüzünden boyumun yarısına kadar gelen çantayı yüklenip plaja mı , kayalara mı nereye gidersek gidelim bu ağır yükü sesimi çıkarmadan peşimde sürüklerdim.Çünkü bilirdim ki sonunda büyük ödül beni bekliyor; Sonsuz sualtı dünyası… Denizle uzak yakın ilgisi olan herkesi çok severdim. Balıkçılar, gemi kaptanları, denizciler, dalgıçlar –ki bu noktada her hafta ağzım açık izlediğim Kaptan Cousteau ‘yu unutmamak lazım- en sevdiklerimdi. Ama sadece denizi sevenleri ve hatta adı denizi çağrıştıranları bile tanımadan sevebilirdim. Bu yıllarca hiç değişmedi Yirmili yaşlarımın ve aynı zamanda çalışma hayatımın başlarında tanıştım Deniz’le. Daha adını duyduğumda emindim çok iyi dost olacağımızdan.Benden birkaç ay sonra girmişti işe. Hatırlıyorum, minicik bir odam vardı işyerinde. Patronum odama getirip tanıştırdığında bizi, karşılıklı gülümseyişimizle aydınlandı oda. Daha ilk ayın sonunda haklı çıktığımı anlamıştım.Her yemek molasında uzun sohbetler eder olmuştuk. O yalnız adıyla değil tüm ruhuyla Deniz’di. Benim tutkumu öğrenince hiç scuba yapıp yapmadığımı sormuştu. “Hayır” diyince öyle şaşırmıştı ki “Yani sualtını bu kadar seviyorsun ama orada daha uzun süre kalabilecekken kısa nefeslerle idare ediyorsun, öyle mi ? “ demişti.Ertesi gün, sualtında çektiği fotoğrafları getirmişti bana.Hepsi inanılmaz güzellikteydi. “Yakında” demişti “bröveni alacaksın ve ikimizin resimleri olacak bu albümde” Baharla beraber ben dalış kursuna yazılmıştım bile. Deniz de benimle beraber geliyor ve kurs çıkışı eve kadar uzun sohbetlerle zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorduk. Teorik kursumuz tam üç hafta sürecek, ardından da iki hafta sonu Saros’da dalış yapılacaktı. Sonrasında brövelerimizi almış olacaktık.Teoride öğrendiklerimizi uygulamada başarılı olursak tabii. Bu eğitim programına göre donanımları tek başımıza hazırlayıp, kuşanmamız, dalış amirinin talimatıyla gerekli işaretleri de kullanarak dalışa geçmemiz, su altında olabilecek her sorun için aldığımız bilgileri tek tek uygulamamız gerekliydi. ( Hava biterse ne yaparsın, gözlük kırılırsa veya gözlere basınç uygularsa ne olur, vurgundan ve azot narkozundan nasıl kaçınırsın ? ) Dalış eğitimi öncesi Deniz’in annesi bizi bizi Avşa’daki evlerine davet etmişti. Hiç görmemiştim bu adayı ve sevinçle kabul etmiştim daveti.Çantama demirbaş gözlük ve paletimi ve tabi mayolarımı koyduğum gibi vapurda almıştık soluğu.Çok şirin bir evleri vardı.Duvarları deniz kabukları ve yine denizden çıkmış bir sürü obje ile süslü odasını bana verdi Deniz.Hemen üstümüzü değişip sahile koştuk tabii. Evet, insanların pek çok tutkusu olabilir, yapmaktan haz aldıkları çok şey olabilir. Ama en güzeli tutkuyu paylaşmaktır.Yaşanan en keyifli an bile paylaşılmazsa çoğaltılamaz. Halbuki paylaşılan şey çoğalır, anlam kazanır ve asla unutulmaz. Şimdi bile gözleri kapadığımda kendimi orada hissedebiliyorum. Henüz baharın son günlerinin serinliğini taşıyan pırıl pırıl deniz, çok sevdiğim kayalık bir sahil, bizi görür görmez tabana kuvvet kaçan kocaman vatos, hayatımda ilk kez canlı olarak gördüğüm denizatı ve hissettiğim muhteşem mutluluk duygusu… Sonrasında gece evin ilerisindeki tahta iskelede, ayışığında, gitar ve şiir keyfi… Dön, dönebilirsen İstanbul’un kaosuna … Neyse ki bir hafta sonra Saros’a gidiyorduk. O hafta iş günleri heyecanla geçti bizim için. Cuma gecesi kiraladığımız minibüse yükleyip eşyaları çıkarken yola, artık heyecan son safhadaydı. Yüklemek dersem, öyle böyle değildi dalış malzemeleri… Her dalıcı başına iki tüp (15-18 kg) dalış ceketleri (bc) , dalış elbiseleri, paletler, gözlükler, bir gitar vs… Yani biz kursiyerlere zor yer var arabanın içinde. Bu kadar eziyet neden çekilir, birazdan anlatacağım : Saros’da ilk dalışım tam anlamıyla fiyasko oldu. Suyun altında nefes almaya başlar başlamaz, kalbim deli gibi atmaya başladı çünkü. Aslında tamamen sevinçten ve heyecandan kaynaklanan bu durum, sonuçta hipoksiye neden oldu bende. Deli gibi nefes alıp veriyor, bir türlü sakinleşemiyordum Hocamız yukarı çıkardı beni, gözlerim Deniz’i arıyordu. Hemen anladı, yüzerek geldi yanımıza. “Korkma “ dedi. “Yukarıdan seni izliyorum,sakin olmaya çalış” Varlığı kendime güvenmemi sağlamıştı, tekrar daldık. Bu sefer gerekli tüm hareketleri tek tek yaparak ilk sınavı başarıyla atlattım. Bu ilk günün stresiyle pek bir şey anlayamamıştım ama ertesi gün grupla yaptığımız ikinci dalışta işin keyfine varmıştım bile. Sanki kocaman bir akvaryumda yüzen minik bir balıktım.Deniz de hemen yanıbaşımdaydı, bana güven telkin eden gözleriyle… Başımızın üstünde yüzlerce baloncuk oluşuyordu, nefes alıp verdikçe. Kayaların etrafında dolanıyor, balıkları gerçekten kovalıyor, kahkaha atıp su yutmamak için kendimi zor tutuyordum.Hocamız saatini işaret edip yukarıyı gösterdiğinde öyle üzülmüştüm ki anlatamam. Bröveyi aldıktan sonra, o yazın birçok hafta sonunu Saros’da geçirdik.Her seferi bir öncekinden daha güzel geçen bu yolcuklardan bedenimiz yorgun ama zihnimiz pırıl pırıl ve dinlenmiş olarak dönüyorduk. “ Çinliler ne der biliyor musun ? “ diyordu Deniz. “Dalmak ölümün de ötesinde bir abartı taşırmış” Çok haklıydı. Hocamız elimize bir torba ekmek vermişti bir seferinde. Dalış apiko yapılıyordu, yani 18-20 metreye direkt iniş şeklinde. Teknenin demirine tutunarak ve dalış ceketindeki havayı boşaltarak yavaş yavaş inmiştik. Aşağıda birkaç balık vardı. Hocamız ekmek torbasının ağzını açıp bir parça ekmek çıkardı ve balıklara uzattı. En irilerinden bir tanesi ekmeği kapıp kaçtı. Aynısını yapmamızı işaret etti bize de.İnanılmazdı ama kedi besler gibi balık beslemeye başlamıştık. Birazdan etrafımızı ufak bir sürü sarmıştı bile. Ekmekleri bitirip dolaşmaya başladık. Güneş yukarıdan ışıklarını yolluyor, denizin dibini mavinin tüm tonlarına boyuyordu. Mutlak bir sessizlik vardı ben boşlukta asılı kalmış gibiydim.Kanımın vücudumun her zerresine taşıdığı azot ve oksijen karışımı ile sarhoş olmuştum. Yüzümde aptal bir sırıtışla aşağı , daha aşağı gitmek istiyordum. Hayatımda daha mutlu olduğum bir an yok diye düşünüyordum ki Deniz hızla kolumdan yakalı beni.Yukarı doğru çekiliyordum. Halbuki beni bıraksa ne kadar iyi olacaktı… Bunun aslında gerçek bir sarhoşluk olduğunu öğrendim yukarı çıkınca. Benden daha hızlı inen birinin aşağıda gökdelenleri gördüğünü sanıp “Binalar üstüme geliyordu abi” dediğini ciddi bir yüz ifadesiyle , biraz da beni korkutmaya çalışarak anlatmıştı Hocamız .Bense gülümseyerek dinlemiştim. Her mutluluğun içinde biraz da tehlike ve acı gizli değil miydi ? Bu hayatın kendisi gibiydi… Her dalış yüzlerce anı getirdi beraberinde. İlk gördüğüm camgöz karşısında tüm sualtı dilini unutup abuk subuk hareketler yapışım, Marmaris’te yaptığımız bir mağara dalışında, mağaranın çıkışında gördüğüm ve bir daha asla aynı tonu hiçbiryerde yakalayamadığım mavilik, dalış sonrası Deniz’in meşhur elma çayları ve her ne sebeple olursa olsun ayrı düştüğümüz sevgili dost, Deniz… Bana açtığı bu dünya hala onunla aramda bir kapı benim için. Yaşamım boyunca böyle kalacak. Ve o gece ayışığında , tahta bir iskelede yazılan bir şiir asla unutulmayacak ; Laciverdin daha derin uçurumlarına düştüğümüz an, Seni daha çok sevdiğimi düşünebilirsin. Çılgınlığın doruk noktasıyla buluştuğunda, Saçlarından yakalayıp seni en zorlu anında Güneşe çıkaracağımı bilmelisin. Böylesine inanarak, O yumuşak, o hain, o güzelim O uçuk aşıklar gibi sevdiğim Akdeniz laciverdine, Hissederken özgürlüğü benimle Ve düşerken güneş ışıltısından masmavi bir geceye Yeşil yosun Gri kaya Bitmeyen uçurum Derinliklerdeki siyah mağara Kanımdaki azot Beynimdeki fosfor Ve sarhoşluğun en kopuğuyla Sonsuzluk İnmelisin…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Sara Avşar, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |