Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim. -Cervantes |
|
||||||||||
|
Geçmişin izlerini, geleceğe dairlerimizi biriktirmeye başlıyoruz sonra ve gün geliyor elimizde kalanlara bakıyoruz usulca. İşte burda başlıyor hayatı kurcalama ve sorgulama isteği galiba.. Neyi nasıl yaptık, neler kazandık, neler aldı hayat bizden, neler verdi karşılığında.. Pişmanlıklarımız, sınırlarımız, korkularımız, kaygılarımız ne kadar etki etti hayatlarımıza.. Kimler, nerelere sürükledi bizi, ne hayatlar gördük, neler neler öğrendik insanları tanımaya çalışırken, herşeyimizi ortaya koyarken, herşeyimizle ortadayken.. Hayatın, aşkın, dostluğun sınırlarını çizmeye çalışırken sessizce yeri geldi kimseleri dinlemedik bencilce. Kendi doğrularımız, kendi inançlarımız için savaşırken var gücümüzle, şaşırdık kaldık insanların gerçek yüzlerini görünce.. Oysa herşey ne kadar da toz pembeydi çocukluk günlerimizde. Peri padişahının kızıyla fakir köylünün aşkı ne kadar da gerçek duruyordu o günlerde, nasıl hayretler içinde dinliyorduk o masalları, nasıl bir hevesle, nasıl bir istekle.. Sonra birgün uyandık masallardan, uyandırıldık. Ne peri padişahının kızı vardı ortalıklarda ne de fakir köylü. Hele aralarındaki aşk, o zaten çoktaaan ölmüştü.. Masallarla büyüdük yıllarca ve inandık büyükannesini kurdun elinden kurtaran kırmızı başlıklı kızın varlığına. Uçmak istedik kuşlarla, kaf dağına çıkmak, bulutlarla arkadaş olmak, ağaçlarla konuşmak..Herşey mümkündü ne de olsa, tutkularımız, önyargılarımız, hırslarımız yoktu ki o yıllarda..Herşey çok karmaşık, bir o kadar da basitti aslında.. Ve gün geldi, farkında olmadan, anlamadan, tadına varamadan, içimizdeki zincirleri kıramadan büyüdük..Sorumluluklarımız arttıkça, yalnız kaldıkça daha da büyüdük.. Önceleri herkesi kendimiz gibi sandık, sonra yanıldığımızı anladık, hazmetmeye çalıştık.. İnsanları tanıdıkça hayretler içinde kaldık, hayalkırıklığına uğradık, gördüklerimize inanamadık.. Sonra aşık olduk, kanatlandık, ayaklandık, delirdik, özledik, çok sevdik, terk ettik, ihanet ettik, inat ettik, bitsin dedik, yenildik, denedik, denedik, denedik.. Her biri farklı izler, farklı tatlar, farklı hayatlar bıraktı bize ama hiçbiri gölgesini bırakmadı giderken, bırakamadı geride.. İmla kurallarına uymayan bir cümle gibi olsun istedik aşkımız, anlatmaya, açıklamaya çalıştık, ama yapamadık, insanların kafalarındakileri yıkamadık.. Sonra öyle yalan, öyle sıradan ilişkilere tanık olduk ki çevremizde sahip çıkmayı öğrendik sevgimize..Elimizden geleni yaptık gücümüz yettiğince ve kendi değerimizi bilmenin ne kadar önemli olduğunu öğrendik, bizi hak etmediğini fark ettiğimizde.. Ve büyümek zor gelmeye başladı haliyle bunları görünce. Çocukluğumuzu özlemeye başladık, masalları, oyunları, sokağa çıkmayı, dönme dolapla atlı karıncayı.. Kollarımızı koccaman açıp babamızın kucağına atlamayı.. Her tarafımızı pespembe yapan rengine inat vazgeçemediğimiz pamuk şekerinin verdiği tadı.. Yağmurlu gecelerde annemize sarılıp uyumayı.. Karne telaşını, tatil heyecanını, ninja kaplumbağaların maceralarını.. Büyüdükçe reddettik sonra önceden belirlenmiş sınırlar içinde, başkalarının kalıplarında yaşamayı hayatı ve saçma bulduk insanların ortalama olma, ortalama yaşama telaşlarını.. Özgürlüğümüzün peşinden koşmayı öğretirken hayat bize, özgürlük ve yalnızlık arasındaki çizginin ne kadar ince olduğunu gördük birdenbire..Özgür olmak, kısıtlanmamak, yasaklanmamak, sınırsız, kuralsız olmak istedikçe kafamız karışmaya başladı aslında gitgide..Özgür müyüm yalnız mı sorusunun cevabını veremeyince kendimize, bir şeyleri değiştirme vaktinin geldiğini düşündük günden güne.. Ve hayatın her zaman gülen yüzünü göstermediğini anlayınca bir parçamız kopup gittiğinde, geri gelemeyeceğini bildiğimizde, içimizdeki boşluğu doldurmanın ne kadar zor olduğunu fark ettik sessizce..Oysa güçlü olmak, cesur olmak, ayakta kalmak gerekiyordu istesek de istemesek de.. Ama alışmayı öğretti sonunda hayat bize. Kabul etmeyi, çekip gitmeyi, karşılık beklememeyi, insanları olduğu gibi kabul etmeyi, isyan etmemeyi öğrendik kendimizce ve yine kendimiz iyileştirdik kanayan dizlerimizi her düştüğümüzde..Hayat bu değil miydi zaten özünde??
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Özlem Dendeş, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |