"Gülün dikene katlanması onu güzel kokulu yaptı." -Mevlana |
|
||||||||||
|
Derin bir nefes çekti. Yalan yok, O da korkuyordu ölümden. Hep anlattıklarıyla çelişmiyor değildi. Ölümün ne güzel bir şey olduğundan, Sevgili’ye vuslatın kötü olamayacağından bahisler açardı. Ama şimdi bu korku! Aman Yarabbi !! Üşüyordu. Bir an evvel yatağın altına girmek, yorganını bütün korkularının üzerine çekmek ve kurtulmak istiyordu. Gece geç saatlere kadar ayakta kalan bi tek kendisi olurdu çoğu zaman. İşte herkesin uyuduğu bu vakitlerde daha çok hayâl görürdü. Kaç zamandır özenli gözlerle izlediği bir şey vardı: İnsanlar korktukları şeylere önce yön atfediyorlar, daha sonra da o yöne bakmak istemiyorlardı. Bundandır ki mezarlıklar hep şehrin dışına atılmaya çalışılıyordu. Allah’la irtibat bundandır ki kavî değildi. Çünkü korkulmuş, yön atfedilmiş, tekrar korkulmuş ve kaçılmıştı O’ndan !!! Az önce vasiyet yazmak gelmişti aklına. Durup dururken ne vasiyetiydi bu? Bir anlamı olmalı (mı) ? “Gece dalından düşen elmayı KİM görür?” Cevaptan kendine imâlar çıkardı. - Sus. Konuşma. Sabah ezânını dinleyelim. - Bu kulaklarla mı? Tiksindiricisin vesselâm. - Onu biliyorum ama gidecek başka kapım mı var? - Allahaşkına. Niçin her sürçmende böyle yapıyorsun? Neden bildiğin hâlde düşüyorsun? - Lütfen yine başlamayalım. Nefsini susturabilmiş miydi? Bunu tam olarak bilemezdi. Ama bildiği bir şey varsa o da dua etmek istiyordu. Gözünü kapatıp dua etmek. Önce Resûlüne selâm; yoksa “asılı kalıyordu semâda” dualar! “Dilekçenin en tumturaklısını yazarsın da başta nüfûzu kuvvetli birisini anmazsan o dilekçen boş lakırdıya dönüşür” demişti arkadaşı. Evet, o zaman Resûle selâm. Ee, şimdi ne yapmalı, nereden başlamalı? ..::Settâr ::.. Güzel tercih ama önce ..::Sübhân::.. Sübhânsın Ya Râb! Settârsın Ya Râb! Nasıl demişti Cahit Zarifoğlu edîbimiz: “Sana zorsa bırak yanayım…” Ah! Gene unuttum devamını. Azrâil (a.s.) nasıl görünecek acaba? Ya şimdi gelirse! Biliyorum, peygamberlere bile ikinci bir gelişi yoktu. Belki bir iki istisnâ. Yani gelirse gideceğiz eli mahkûm. İtiraf et! Her seste, her nefeste ölümün soluklarını hissetmek senin gibi günahkâr biri için çok ağırmış!! İnkâr daha mı kolay?! Kahretsin. Bir şeye gözünü kapatırsan yok mu olur?! Ahmâkça. Ama “hesap” olmalı. Hani “zalimler için cehennem yaşasın” dı. Gene “yaşasın” ama içinde ben olmak istemiyorum, açık değil mi?! İtiraf ediyorum Cennetin ve de Cehennemin Mutlâk Sahibi, Cehenneminden korkuyorum. Kabirden ürküyorum. İnsanım ben. Sana kavuşmayı istiyorum ama ya azâba müstahaksam? Ötelerin ötesinde Sensizliğin Cehenneminden kaçıyorum. - Sensizliğin Cehennemi ha? (Koca bir kahkaha atar) Güzel laf. - Yine mi sen? - Ben senim,küçüğüm. Sen de benimsin. - Aslâ! - İyi o zaman. Neden dikkatsizsin? - (Baltayı taşa vurmak) Belki de doğrusun. Ben bu işi kıvıramayacağım galiba. - Hangi işi kuzum? - Kul olmayı. Mevlâna demişti, kulaklarımda çınlıyor: “Kul oldum. Kul oldum. Kul oldum” Sevgili Mevlâna Hazretleri ben olamadım işte!! Dua etseniz, himmet etseniz.. - Duayla bu iş olmaz. - Saçma sapan konuşma. Başka ne hâlle hâllenebiliriz ki. Zaten kalkanımız mı var dualı bir dilden başka?! - Kuşandın mı peki zırhını? - Bazı zamanlar, eskiden. - Peki ya şimdi? - Çöreklendi üzerime ülfet belâsı. “Merak” gitti, başımız dertte n’olucak. - İyi işte bak itiraf ettin. Sen de benim gibisin. - Bir farkla. - Neymiş o? - Ben zaman zaman senin gibi olsam da (düşsem de ), dönüş ümidim var. Allah’tan yalnızca Senin gibiler ümidini keser. - Nereden biliyorsun? - Yazıyor. - Nerde? - Ayette. İnanmasan da kabûllenirsin bilirim. - Hadi oradan. Bana direktif veremezsin. - Ne oldu, kızdın mı? - Hayır ama.. - Yalan yok, kızdın. - Evet kızdım. - Ayete mi, hâline mi? - Konuşmayalım artık. - Niye? - İnkâr etmenin cehennemine her gün bin kere batmaktan yoruldum. Artık düşünmek ve düşmek istemiyorum. - Tabi yorulursun. Çünkü hep aklınla hareket ediyordun şimdiye kadar. - “Akla gerek yok” diyorsun, öyle mi? - Çarpıtma. Akıl vasıta. Uçak, uçmalıdır. Pistte dönüp durduktan sonra “uçak olma” nın ne manâsı var! - Eee, ne yapacakmışız? - Muhabbete yönelmeli. Kalbi dinlemeli artık. Akılla alınacak yol mu kaldı kuzum? Sahi sen korkmuyor muydun ölümden? - . . . - Demek ki hakîkât dillenince nefis dâhi gidiyor. O zaman günah bile nimetmiş, habersizmişiz. Affet bizi Allah’ım. Bağışlanma dilerim. Dünyanın bütün günahlarına batmış olsam da, Cehenneminden ürkerim. Ürkek yavruların başını okşayan merhametinle muamele eyle. Nasıl demişti Cahit Zarifoğlu edîbimiz: “Seçkin bir kimse değilim ismimin baş harfleri acz tutuyor Bağışlamanı dilerim Sana zorsa bırak yanayım Kolaysa esirgeme Hayat bir boş rüyaymış Geçen ibadetler özürlü Eski günahlar dipdiri Seçkin bir kimse değilim İsmimin baş harflerinde kimliğim Bağışlanmamı dilerim Sana zorsa bırak yanayım Kolaysa esirgeme Hayat boş geçti Geri kalan korkulu Her adımım dolu olsa İşe yaramaz katında Biliyorum Bağışlanmamı diliyorum” 07.07.2004 saat: 05.15 kahramanmaraş
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Sarper SAĞLAM, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |