Dünyada insandan çok aptal var. -Heinrich Heine |
|
||||||||||
|
Rudolf Otto Wiemer Günün birinde –büyük babam böyle anlatıyordu ve özellikle güzel bir gün olmalıymış diye de ilave ediyordu– şosede bir adam gidiyordu. Bir komşusunu dava etmek için şehirdeki mahkemeye gitmek istiyordu. Kuşlar ötüyor, güneş parlıyordu, yalnız, adam –galiba ismi Maier’di, fakat büyük babam bunu tam olarak bilmiyordu- suratını asmıştı, çünkü öfkeli ve keyifsizdi. Yolda giderken defalarca yüksek sesle: “Onu dava edeceğim! Dava edeceğim!” diyordu. O sırada, bahsettiği kimseyle, komşusuyla karşılaştı. Komşusu durdu ve: “Günaydın! Yolun ne tarafa?” diye seslendi. Maier başını kaşıdı. Bir süre düşündü. Daha sonra şaşkın şaşkın diğerine baktı ve: “Bu, bunu ben, ben, az önce unuttum” dedi, kekeleyerek. “Öyle mi?” dedi komşusu, “Peki orada bari ne yapacağını biliyor musun?” “Bunu nasıl bilebilirim?” diye karşılık verdi Maier, “nereye gittiğimi unuttuysam!” Bunda haklıydı. Ancak, komşusu soru sormaya devam ediyordu: “Geçenlerde yumruğunla beni tehdit etmenden ne haber?” Maier omuzlarını silkti. Hayır, onu hiç de hatırlayamadı. Bunun üzerine ikisi de güldüler, el sıkıştılar ve kucaklaştılar. Öyle bir gündü. O gün, daha çok şeyler oldu. Örneğin, öğretmen ceza ödevlerini vermeyi unuttu. Şayet o vermiş olsaydı, o zaman çocuklar onu yazmayı unutacaklardı. Zaten çocuklar taş atmayı ve birbirlerinin saçlarını yolmayı unuttular. Avcı tavşanı vurmayı unuttu. Tilki sevimli, küçük fareleri yemeyi unuttu. Hırsız çalmayı unuttu. Haydut tüccarı soymayı, kaçak avcı, ormancının evinin arkasındaki ormanı kundaklayacağını unuttu. Askerler savaşı unuttu; silahlarını atıp, evlerine gittiler. Bütün caddelerde gülen ve birbirini kucaklayan, küçük-büyük, fakir-zengin, siyah ve beyaz tenli insanlar görülüyordu. İnsanlar, birbirleriyle daha hiç kucaklaşmadıklarını ve aslında birbirlerine kızgın olduklarını unutmuşlardı. Garip, tuhaf bir gün. Güzel bir gün. Ne yazık ki, çok çabuk sona erdi. Zira ertesi gün Maier, ki hikaye onunla başlamıştı, ansızın nereye gideceğini ve orada kimi dava edeceğini tekrar hatırladı. O zamandan bu yana da gülmüyor artık. Ve öğretmen ceza ödevlerini veriyor. Çocuklar taş atıyor ve birbirlerinin saçlarını yoluyorlar. Avcı tavşanı vuruyor. Tilki sevimli, küçük fareleri yiyor. Hırsız çalıyor. Haydut kundaklıyor. Askerler savaşa gidiyor. Hiç kimse bir başkasını kucaklamıyor; hiçbir zengin bir fakiri, hiçbir beyaz bir siyahı. Çünkü hiç biri, biraz olsun unutamıyor. Her halde, herkesin zihnindeki kötülükleri unuttuğu gün olmuş olmalı. Aksi halde büyük babam, bu hikayeyi anlatamazdı. Şurası muhakkak ki, büyük babam yaşadığı sürece, ki çok yaşadı, bu hikayeyi unutmadı. Fakat o genellikle hikayeyi şu sözlerle bitiriyordu: “Belki de unutmak, yalnız başına yeterli olmuyor. Galiba daha başka şeyler de olmalı. Bu “Başka”nın ne olduğunu söylemedi. Çeviren: Ayhan SELÇUK
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ayhan SELÇUK, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |