..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Sanatçının işlevsel tanımı bilinci neşelendirmektir. -Max Eastman
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Modern > BURAK ÖRKÜN




23 Mart 2004
Metafizik Bahçelerime Papatyalar Ektim  
BURAK ÖRKÜN
Doğada her şey birbirine benzemek zorunda mı diye düşündü ve bıraktı kendini gerçeğin kollarına...


:CEJJ:
METAFİZİK BAHÇELERİME PAPATYALAR EKTİM

Yüreğin mi? Diye sordum kendime. Evet dedi kendim. İstediğim kadar çok düşünebilirim, hem daha doktorların gelmesine epeyce zaman var. Yatağımdan kalktım. Uzun koridorların loşluğunda beyaz önlüklü adamlar gördüm. Doktorlar...

Gelecekler yine, yine sorular soracaklar. Yine resimler, yine kağıtlar üzerinde yabancı mürekkepler gösterecekler. Bu neye benziyor diyecekler. Bu neye benziyor?.. oysa hayatta hiçbir şey hiçbir şeye benzemiyor. Niye bunu anlamıyorlar bilmiyorum. Her şey birbirine benzesin istiyorlar. Zaten beni de bu yüzden buraya kapadılar. Diğer insanlara benzemediğim için... yine sordu bir doktor:
-     “Bu şekil neye benziyor?” dedi.

Kağıttaki şekli zihnimde ve izleğimde mevcut olan herhangi bir şeye benzetemeyen ruhum cevap vermek zorundaydı. Aslında bir şeye benzemiyordu. Ama o köşedeki karartı; anneannemin gözaltında oluşmuş çirkin rengi anımsatıyordu.
-     “Sana söylüyorum evladım neye benziyor?” dedi

Doktorun birazda sinirden büyümüş gözleri, hep saçlarının döküldüğü geniş alnı ve biraz komik duran topak burnu; yani garip yüzünü oluşturan her şey bana odaklanmıştı.
-     “Yok. Hiçbir şeye benzetemedim. Yani benziyor da... Ya ne bileyim?.. Öf be hass...tirin her şey bir boka benzemek zorunda mı?” dedim

Birden çenem kasıldı. Kendimi tutamıyordum. Kontrol edemediğim bedenim kendini sağa sola vurmaya ve duvarlara saldırmaya başlamıştı. Bana ömrümü bile kalıp olarak vermek isteyen o beyaz önlüklü sorgucuları öldürmeye çalışıyordum. Sonra beyaz ve içinden çıkılması mümkün olmayan bir gömlek giydirdiler bana. Üşümüş biçimsiz çıplak ayaklarımla yatağımın üstünde öylece duruyordum. Düşünüyordum: yani şimdi ben burada senelerce böyle duracak mıydım?.. Bu düşünce bile beni çıldırtıyordu. Ne zamandır burada olduğumu bilmiyordum. Tek bildiğim buraya neden geldiğimdi. Ve hala neden bir cam aynayı kırdığım için buraya getirildiğimi anlayamam. Oysa ayna kendi içinde kaybediyordu kirlenmiş suretimi ben de kırdım. O gün hala aklımdadır.

Bir gün bir alışveriş merkezinde; kirli sakalım, uzamış saçım, mavi-beyaz yün kazağımla geziyor, anlamsız duruşum ve ifadem ile insanları izliyordum. Neden bilmem gözlerim doldu. İçim üşümeye başladı. Kendimi bir mağazanın içinde buldum. Karşımda dev bir ayna.. Kendime yabancı yabancı baktım ve birden kayboldum aynanın içinde. Tekrar geri geldi görüntüm sonra. Uzamış saçlarıma parmak uçlarımla dokundum. Biçimsiz saçlarım beni çirkin kıldığından; başımı iki elimin arasına aldım. Aynada bana yabancılaşan yüzüm gittikçe büyüyordu. Büyüdükçe ben korkuyordum. Korkan ruhum, göz yaşlarımın akmasına müsaade ediyordu. Dudaklarım titriyordu. Erkek olan bedenim bu reaksiyonlarla bir kadına evrimleşiyordu. “Ben kimim? “Ben kimim?” diye bağırıyordum mağazanın içinde... Bütün vücudum titriyordu. Çünkü anlamsız bir üşüme kaplamıştı içimi. Var sesimle bağırıyordum: “Ben kimim?” “Ben kimim?” Oradan bir tezgahtar:

-     “Beyefendi sakin olun” dedi.
Tezgahtarın siyah gözlerini korku işgal etmiş, herhangi bir hareketime karşı tetikte duruyordu. Geriye doğru taradığı jöleli saçları mağazanın beyaz ışıkları altında parlıyor ve sinirimi bozuyordu.

-     “Sen kimsin? Ben kimim? O aynadaki çirkin yüz kim? Kimdi söyle” dedim..
-     “Beyefendi lütfen kendinize gelin... güvenliği çağıracağım”. dedi

Tanrım ne çok kendinden habersiz insan var. Kendime gelecekmişim. Benim kendime yolculuğum kaç asır sürer biliyor mu? Kendi içimdeki o son durağa hala bir otobüs kalkmadığını? Ben nasıl kendime geleyim! Bir insan nasıl kendine gelir! Kolay bir şey mi bu?..
Oradan bir ses:

-     “Bu mu bağıran adam?” dedi bir güvenlik görevlisi.
-     “Evet bu” dedi

Güvenlik görevlileri lacivert elbiseleri ve solgun yüzleriyle üstüme üstüme geliyorlardı. Tüm duygularım kilitlenmişti. Çilingire telefon etmek istedim, şehirdeki bütün telefon kulübeleri yok olmuştu. Güvenlik görevlileri kollarıma girip, beni apar topar dışarı attılar. Alışveriş merkezinden çıkanlar, alışveriş merkezine girenler, dışarıda gezenler, arabasını park edenler... Hepsi bana bakıyordu. Onlarca yüzlerce yüz ve bir o kadar göz ve korkak ifadeleri... Herkesin yakasına yapışıp: ben bir şey yapmadım, aynayı büyük yapmışlar, içinde kayboldum. Tezgahtarlara kendimin anlamını sordum, beni dışarı attılar dedim. İnanın böyle oldu. Bana öyle bakmayın. Bakmayın ulan öyle... Diz üstü yere çökmüş, ellerimi başımın arkasına kenetlemiş göğü izliyordum. Kamaştığı için kıstığım gözlerim her yeri sarı görüyordu. Birden yere yığıldım. Gerisi karanlık, gerisi vehamet...

Gidip arkadaşlarıma sormuşlar beni. Biraz bozuk ruhlu demişler benim için. Arkadaşlarım benim için bozuk ruhlu demişler! Gerçekten haklıymışım, gerçekten yüreğim mi derken haklıymışım... Bir cam aynadan daha dayanıklıymış yüreğim... Şimdi ise dayanamıyor bu kapalı odada oturmaya. Her gece odama vuran ay ışığıyla beslediğim umutlarım hesap soruyor benden, küsüyorlar bana. Hani bizim özgürlüğümüz diyorlar. Onların da dışarıyı isteyen, taksileri izlemek, sokak çizgilerine basmadan yürümek isteyen sıradan düşleri var. Ama onların özgürlük düşleri, her sabah koridorda yankılanan ayak sesleriyle odama giren ve garip sorular soran doktorların bana gösterdikleri şekilleri bir şeye benzetemeyişimle ve sırf bu yüzden burada kalışımla son buluyor...

Ne garipti bu yaşam. Önüme sunulan kağıttaki anlamsız şekilleri, yine anlamsız yüzümü, ifadesiz duruşumu, büyük aynaların içinde yok oluşumu herhangi başka bir şeye benzetemediğim veya kendimce anlamlandıramadığım için beni ufacık bir odaya hapsediyordu. Yeter doktor yeter bak nasıl ağlıyor yüreğim. Yeter doktor, zaten ona karşı vicdan azabı çekiyorum. Sus yeter... Sustu doktor. Oturduğu sandalyeden arkasına dönüp hemşireye başıyla bir işaret yaptı. Hemşire yanımdaki soğuk sehpadan enjektörü aldı ve iğne vurulmaktan mosmor olmuş koluma sapladı. Uyumak istemiyordum. Çünkü uyandığımda hiçbir şey değişmiyordu. Değişeceğini, düzeleceğini sandığın hiçbir şey... Bunları düşünürken gözlerimi kapadım rüyama. Anneannemi gördüm rüyamda.hani gözaltı torbaları mürekkep karartılarına benzeyen. Kiraz bahçesinin ortasında kuzenlerim oynarken yanıma gelip neden oynamadığımı soruyor... Ben oyun oynamam diyorum. Ben annemi istiyorum. Ben babamı istiyorum. Uyanacak gibi oluyorum; ama göz kapaklarıma kilolarca yük bağlanmış gibi devam ediyorum uykuma. Başka bir rüya daha görüyorum. Evimizin önü polis arabası dolu. Telsiz sesleri beni ürkütüyor. Hava buz kesmiş... Babam korkma diyor. Şimdi o üstünde mavi-kırmızı ışık yanan arabalara beni bu amcalar bindirip götürecek ben de onlarla oyun oynayacağım diyor. Ama annem de beni terk etti diyorum. Dedim ya oğlum ben geleceğim, oyun oynamaya gidiyorum diyor ve gidiyor babam. Ve ben o günden sonra hiç oyun oynayamıyorum...

-     “Bu adam iyice kötü” dedi.
-     “Öyle mi dersiniz doktor bey?”dedi
-     “Öyle hemşire hanım. Baksanıza uyumasa ne bedeninin ne ruhunun dinleneceği var.”dedi.

Ben bu sesli konuşmalardan dolayı uykumdan uyanıyorum. Bunu gören doktor beni dikkatle izliyordu.

-     “Doktor sigara içebilir miyim?” diye sordum.
-     “Bahçede iç”dedi
-     Sağ ol. dedim

Bahçede her yer yeşil, çiçekler gerçek, renkler gerçek; hastaneye sırtımı döndüğüm an görebiliyorum gerçekleri. Hiç değilse gerçek kalabilenleri. İşte doğa bu; “gerçek’ten” ibaret... Yani hiçbir şey başka bir şeye denk düşmüyor. Yani bir menekşenin toprağına gül dikemiyorsunuz. Hiçbir yok oluşun üstünden var edemiyorsunuz sevgiyi, güzelliği... Ne aynalarda kayboluyor yüzünüz, ne de terk edip gidiyor sizi, size ait olanlar. Toprağınız size ait oluyor. Yağmur yağarken o toprağa, büyümeye başlıyorsunuz. Acıları tadıyorsunuz. Ve o günden sonra hiç eksik olmuyor sofranızdan acı...

-     “Yemek saati” dedi bakıcı.
-     “Soframda acı var mı?” dedim. “Ben bu gün rüyamda tattım da onsuz yapamıyorum artık.”
-     “Bilmem doktor beye sorarım” dedi
-     “Niye doktor beye?” “Senin aklına hükümdar tanrı o mu?” dedim.
-     “Ne diyorsun kardeşim hadi yemeğe”dedi ve gitti...

Ben gitmedim yemeğe. Bakıcının uzaklaşmasını bekledim. O gidince oturduğum banktan ayağa kalktım. Sırtımı döndüm hastaneye ve hızla çarpan kalbime dokundum elimle. Kalp ile yürek aynı şeyler miydi diye düşündüm. Kalbim bir iç organ... Çarpıyordu.... Yüreğim içimdeki içimin başkaldırısı... Şimdi gitmeye karar vermiştim. Umutlarım, düş(üş)lerim, varlığım... Hepsi güvenle yıkandı o doğanın yağmurunda.

Ellerimi açtım metafiziğime ve koşmaya başladım. Gözlerim kapalı koşuyordum hastanenin başındaki yokuştan aşağı. Her yerim ter içinde, sırılsıklam doğaya koşuyordum. Bir ara gözümü açtım; ne göreyim herkes yüzüne maske takmış, maskelerin yüzüne kimsesizlikler... Aynalarda gördüm kendimi. El aynalarında devleşti bedenim. Sonra tekrar kapadım gözlerimi metafiziğime. Doğa beni kucağına aldı.
Gözlerime baktı ve:

-     “Birazdan gelecek baban” dedi.
-     “Sağ ol” dedim.

Ve anneannemin kiraz bahçesindeki toprağıma bir papatya ektim...



     BURAK ÖRKÜN



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın modern kümesinde bulunan diğer yazıları...
Alkol Ko (R) Kusuyla Uyuyan Şizofren Yürek


BURAK ÖRKÜN kimdir?

xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © BURAK ÖRKÜN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.