Herşeye imgelem karar verir. -Pascal |
|
||||||||||
|
Anılar denizine daldım bu akşam, daldım da kaleme kağıda sarıldım boğulmamak için... Seninle dertleşeyim dedim mektup tadında; Altın Saçlı İstanbul'dan Kınalı İzmir'e doğru savurayım sesimi dedim, bilirim ki beni en iyi sen dinlersin. Hatırlar mısın sen de?... Çocuktuk... İlk gençlik rüzgarlarının sesi kulaklarımızda çınlayalı epey zaman geçmişti ama yine de çocuktuk işte. "Aşk var mıydı?", "Hayatın anlamı neydi?" sorularına yanıt aramaya başladığımız en deli çağımızdı. Evet aşk vardı; ve de hayatın anlamıydı. Eski fotoğraflarımız, dedelerimizin, ninelerimizin o kocaman ahşap kutularındaki fotoğrafları gibi sararmaya yüz tutmadı belki henüz... Orta yaşa bile birkaç sene var daha. Peki nerede şimdi, bir zamanlar objektife bakarken gözlerimizde parlamış o yıldızlar? Aynadaki gözlerimizle fotoğraflardaki gözlerimiz neden aynı değil? Yaşlanmak bu mu? Yaş'lanmak...Alınan her yaş bir avuç yıldız mı söndürüyor yoksa gözlerimizde? Yoksa kirletilmemiş en son kuşak olduğumuzu görmek mi hüzün perdesi indiriyor yıldızlarımızın üstüne?... Neden hiçbir şeyin görüntüsü, kokusu, tadı aynı kalmıyor sanki?... Sorduğumuz sorular bile değişti... Bizler, son sardunyalardık... "TRT ile büyümüş en son kuşak" da derler bize hani.(Okurken başını 'evet' anlamında sallayanlar varsa, en küçüğü 1978 doğumlu olmalı.) Kral TV yoktu o zamanlar; iyi ki de yoktu, her gün yeni bir popçu çıkmıyordu piyasaya... Barış Manço'lar, MFÖ'ler, Sezen Aksu'lar(Sezen 'Minik Serçe' idi o zamanlar, cıvıl cıvıl sesi ile...), Grup Gündoğarken'ler, Fikret Kızılok'lar, Yeni Türkü'ler vardı aşktan ve ilk heyecanlardan yana; yaz geceleri kumsallarda şarkılarını dilimizden düşürmediğimiz... Kimi göçtü gitti, kalanlar da değişti. Harçlıklarımızı biriktirip aldığımız, gözümüz gibi baktığımız kasetlerimiz vardı. DVD player'ımız yoktu ama kocaman videolarımız vardı, haftasonları video kasetçiden kasetler kiralanırdı, kocamandı onlar da... İki gün içinde geri götürmek lazımdı, bu yüzden en az üç defa izlenirdi bütün filmler. Kitaplar daha ucuzdu, bugüne göre çok daha fazla sayıda insan kitap alabiliyor ve okuyabiliyordu. Edebiyat dergileri daha fazla satıyordu. Gençlik dergilerinde ise onüç-onaltı yaş aralığındaki kız çocuklarına 'erkekleri tavlama taktikleri', 'çekici görünmek için yapılması gerekenler', 'gece makyajının(!) on altın kuralı' v.s. anlatılmıyordu şimdikilerde olduğu gibi. Rick Springfield, Madonna, Duran Duran, Modern Talking çıkartmaları verirdi bizim zamanımızdaki 'teenage' dergileri. Şimdilerde ise neredeyse prezervatif dağıtacaklar her sayılarında. Cep telefonumuz yoktu, internetimiz yoktu; e-mail adresimiz yoktu ama mürekkep kokulu mektuplarımız vardı uzaklardaki dostlarımız için... Doğumgünlerimizi mouse'a üç defa tıklayıp da bulduğumuz e-cardlarla savsaklamaz, süslü püslü kartlar satın alıp elimizle yazıp, elimizle postaya verip gönderirdik birbirimize... Bir de yılbaşı kartları vardı, üzerlerindeki çam ağacı resimlerine kar taneleri misali minik pamuk parçaları ve simler yapıştırılmış; hani yazıp da zarfın içine koyarken, bozulmasın diye itina ile yerleştirdiğimiz... Messenger'da, Yahoo'da buluşulmuyordu arkadaşlarla o zamanlar... Hayat, bizleri dünyanın dört bir yanına savurmamıştı henüz. Her akşam teras sohbetlerimiz vardı. Mum ışığında gizlice içilen ama bir türlü bitirilemeyen ilk biralarımız, yakılan ilk sigaralarımız vardı; dumanını içimize çekemeden üflediğimiz... Hayallerimiz de gözlerimizde parlayan yıldızlar kadar çoktu, yapamayacağımız hiçbir şey yoktu sanki. Daha yaratılacak ne çok küçük dağ vardı değil mi?! Birbirimize anlatacak ne çok şeyimiz vardı... Saatler akıp giderdi de sohbet bitmezdi. 'Kim kimden hoşlanıyor' en önemli mevzuydu belki ama; hoşlanılan birinin elini tutabilmiş olmak bile günlerce üzerinde konuşulacak kadar büyük bir olaydı. Onbeş senede ne çok şey değişti! Şu yaşımızda bile birbirimizle konuşmaktan utanacağımız en kişisel, en özel konular şimdilerde küçücük çocukların dillerinde günlük lakırdılar halinde dönüp duruyorlar. Herşeyi erkenden, çabucak keşfedip hemencecik tüketmeye ne de kolay alıştılar, özel televizyonlardaki iki lafı layıkıyla bir araya getiremeyen sunuculara, birbirinden paçoz sözde sanatçılara, mantar gibi biten yerli dizilerdeki basmakalıp karakterlere öykünüyorlar. Erkek olmanın bile sadece iki şekli olduğuna inandırıldılar, yerden yere vurulan 'light' ve göklere çıkarılan 'taşfırın'! Bu şekilde ikiye ayırıyorlar tüm erkekleri; kendilerini bile! Hani nerede Atatürk'ün daima ileri gideceğine inandığı türk gençliği? İleriye değil, geriye gidiyorlar tabii ki. Onların idolleri de bu ucuzluk, basitlik furyasının maşaları oldu tabii ki. Başka ne beklenebilirdi; yeni nesilleri uyutmaya, kandırmaya(yani yönetebilmeye) yönelik, son derece sistematik, planlı bir oyun oynanıyor, oyunun yönetmenleri ise çok "derin"de. Hiçbir şey, hiçbir hayatın hiçbir döneminde mükemmel değildir. Bizim ilk gençlik yıllarımızda da yolunda gitmeyen pek çok şey vardı. Ama bu yıllardaki kadar büyük bir yozlaşma ve yüzeyselleşme yoktu. Şimdiki çocuklar daha mutsuz, daha tatminsizler. Önlerindeki örnekler zehirliyorlar onları, taptaze kanlarını emiyorlar... Beyaz camın ardında, gazetelerin ilave eklerinde gösterilen hayatı "yaşamak" sanarak büyüyen bu gencecik insanların yarınını, öbür gününü düşünebiliyor musun? Ben düşündükçe dehşete düşüyorum! Popülist düzen bu denli zıvanadan çıkmaya başladığında, şimdiki ufalıkların tabiri ile bizler 'yırtmıştık'... Bu yüzden bizden sonraki kuşaklar çok şanssızlar bu anlamda. Onların sünger gibi ne versen emen beyinlerini dolduran saçmalıklar bize gösterildiğinde, kendi çocukluğumuzla bugünkü düzeni kıyaslayabilecek olgunluk seviyesine gelmiştik biz. Çoğumuz da tavrını değişmemekten yana koydu. Her ne kadar hayatın içinde varolabilmek adına hepimiz bir yol tutturduysak da, kendimizi bildik, değerlerimizi yaşattık içimizde... Bu yüzden son sardunyalar; bizlerdik... Küçük şeylerle büyük mutluluklar yakalayabilmiş en son kuşak... Karpuz kabuğu reçelini çok severdin bundan uzun yıllar önce... Seni kızı gibi seven bir komşunuz yapıp getirirmiş sürekli, hem de en ince detayına kadar anlatırmış nasıl yaptığını... İşin püf noktası, kalın kabuklu karpuz seçmekteymiş. Kabukların yeşil kısımları soyulup atılır, kalan beyaz kısımları küp küp doğranıp kirece yatırılır, bir süre kirecin içinde bekletilirmiş bildiğimiz reçel tarifi ile pişirilmeden önce... O zamanlar şöyle demiştin bana; "Öyle farklıdır ki o reçel, ağzına bir kaşık dolusu aldığında ve çıtır çıtır karpuz kabuğu parçalarını çiğnemeye başladığında o kadar keyif alır, o kadar mutlu olursun ki, bir daha başka reçelin yüzüne bile bakmazsın!"... Daha güzel, daha anlamlı bir hayat vardı bir zamanlar, yaşamak daha başka birşeydi sanki, ömrümüzün hiçbir döneminde hissedemeyeceğimiz, ve bir zamanlar onların şimdiki yaşlarında olduğumuz çocuklarımızın da artık -ne yazık ki- hissedemeyeceği kadar özel, farklı bir lezzet vardı yaşamın içinde... O lezzeti alanlar(seninle ben gibi onlar da bilirler kendilerini) bugünlerde aynı tadı hiçbir şeyde bulamıyorlardır kuşkusuz. Şimdi o tadın bize verdiği sayısız küçük mutluluğun hatırına, belleğimizin en berrak köşesine yerleştirmeliyiz onu... Hiç unutmamacasına... Geçenlerde elime geçen bir kavanoz karpuz kabuğu reçelinin anımsattığı anılardır, bana bu mektubu yazdıran... Keramet reçelde değilmiş meğerse, o anıların yaşandığı yıllar, kerametin ta kendisiymiş. Kalemimden dökülen son cümlelerimde anlıyorum bunu... "Gönül ne reçel ister ne reçelhane, gönül anmak ister eski günleri, karpuz kabuğu reçeli bahane..." Esenlikle sevgili dostum...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2025 | © İlke ERSOY, 2025
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |