Roman yazmanın üç kuralı vardır. Ne yazık kimse bu kuralların neler olduğunu bilmiyor. -Somerset Maugham |
|
||||||||||
|
Gece, Yağmuru katmış önüne, Tutam tutam düşleri yerlere döke döke, Rüzgarın yaprakları koparan şiddetiyle, Götürüyordu sessizliğin, Salkım salkım huzurlu kollarında. Bu gecenin ayaz getiren poyraz karanlığında Sarp dağın doruğuna yol olan Kuzey yamaçtaki yarı kayalık patikaya Kol kol büyüklüğünde kopan dal parçaları düşüyor... Yağmur dövüyordu yıldırımların desti desti inmeleriyle Ağaçları, toprakları Bu puslu karanlıkta üç metre ilerisi bile görünmüyordu Önce tanrı, Sonra tabiat anaydı, Koca heybetli dağların hakimi, Sis kaplamıştı yağmurla birlikte geceyi Nem kaplamıştı Sanki gökyüzü, Bardaktan boşanırcasına ağlıyor da Kimse görmesin diye Sisin içinde gözyaşlarını saklıyordu Yılanlar, akrepler bile Dans ediyordu uykunun en derin koynunda Böyle ıslak, serin ayaz bir gecede İçi köz köz yanan, şiir yüklü bir adam Dizeleriyle Bir başına Tek başına Fırtınanın ortasındaki gecenin, iki otuzunda Sırt çantasına yüklediği yalnızlığıyla beraber Walkman'i, su, ekmek ve aşının yanında Katık ettiği umudu, hasreti, sevdasıyla Yol alıyordu dağın doruğuna çıkan çalılık patikada Tanrıların dünyaya bahşettiği öylesine gecelerden biriydi Ne son geceydi Ne de sondan bir önceki İşte her yıl hayata konuk olan bir eylül gecesiydi Yirmibirinci yüz yıl olmasına rağmen İnsan oğlunun birbiriyle savaşıp ta Teknolojinin doğayla hala savaşamadığı İki ülkeyi birbirinden sadece Hudut taşıyla ayıran sınırı geçti Şimdi bir başka ülkedeydi Lepiska lepiska çiçeklerin açmadığı Çocukların ağladığı Anaların Allah'a yalvardığı bir ülkeydi Gidiyordu şiir yüklü adam Geceydi arkadaşı Yağmurdu yoldaşı Yalnız değildi o aslında Kuşlar, ağaçlar, yapraklar Hatta kayalar bile komşuydu ona Yağmur da bu puslu gecede Yoldaşını yanlız bırakmamakta Başından yanaklarına döküle döküle Damla damla içine fısıldamaktaydı İçindeki ter, yağmurun gözyaşlarıyla beraber Bedeninde sarmaş dolaş olup İliklerine kadar ıslatarak konuşmaktaydı Şiir yüklü adam Yağmur Gece ve soğukla birlikte İlerliyordu sarp dağın doruğuna çıkan patikada Üşümüştü yağmurun fısıldadığı elleri Pançosunun altına biraz daha çekti Yağmur fısıltılarıyla karışan teri Üşütüyordu şiir yüklü adamın içini Yaş otuzbeşti Hiçbirşey eskisi gibi değildi Eskiden kemikleri bu kadar üşümezdi Ve eskiden sarp dağlar onu bu kadar yoramaz, engelleyemezdi Kabul etmese de yaşlanıyordu içten içe Şimdi bak nefes nefeseydi Sevmiyordu patikalarda yürümeyi Doğayla sevişirken Dağlarla ilişkiye girerken Sınırsız olmalıydı adım atacağı topraklar Özgür olmalıydı adımlarında Ancak o , Göz gözü görmeyen karanlıkta Kaybetmemek için yönünü Yürümek zorundaydı patikada Tehlikeliydi patikalar Azrail ve ölüm kol geziyordu Çakallar yol gözlüyor Ve şiir yüklü adam bunu çok iyi biliyordu Azrail de, ölüm de onun dostuydu Zaman zaman... üçü birlikte oynuyor En son oynadıkları oyun gibi Şu ana kadar hep şiir yüklü adam galip geliyordu O, seviyordu bu iki kadim dostuyla oynamayı Şimdi bir başka oyun ne zamandı? Nerede ve nasıl olacaktı? Bunu tanrıdan başka kimse bilmiyordu... Geçmiş yıllar... Çok şeyini alıp götürmüştü şiir yüklü adamın Ancak bıkmak bilmeyen hırsında Yaşam gücünde zayıflamanın eseri yoktu İşte gidiyordu şiir yüklü adam Geceyi boynuna dolaya dolaya patikada Bir yanı kendisinin Öte yanı bal gözlüsünündü aşk'ı yüklendiği Vurgundu o gözlere Gidiyordu şiir yüklü adam Vurgun olduğu bal gözlerin gölgesinde Yorulmuştu Bir vadinin yamacında, mola verdiği bir kaynağın başında Su doldurdu matarasına kaynakta Kaderi içti Hüznü içti Alın yazısını içti Mutluluğu içti yudum yudum Oturdu bir ceviz ağacının altına Sırt çantasından ekmeğini çıkardı Peynirini, tuzunu, biberini çıkardı Özlemini, hasretini çıkardı Tutkusunu, sevdasını, kaderini çıkardı Bal gözlüsü şerefine açtığı sofrasına Bir lokma ekmek aldı ağzına Bir tutam hasret attı ardından Biberi ısırdı tuza bana bana Ardından bir bardak sıcak özlem yudumladı Bir parça peynirle, bir lokma ekmeği Tutkuyla, kadere banıp ağzına attı Ekmeği böldü ikiye Sofrasındakileri bal gözlüsüyle paylaştı birlikte Sevdasıysa bu sofrada tatlının yerini aldı Kebaplar, biftekler, kurabiyeler yoktu belki sofrasında ama Helaldi Türk ulusunun kursağından keserek verdiği bu nimetler Onun damak tadında, sağanak yağmurun altında Göz şerbetiyle tatlandırdığı umutları vardı bu aşın ardında Bir tek anasının kurabiyeleri rakipti Ulusunun bu bal göz şerbeti tadındaki nimet umutlarına Memleketi geldi aklına Gözlerinin önüne İstanbul geldi Adana Konya geldi, vatanı geldi Türkiye geldi Toprağını, taşını, dağlarını, ovalarını şimdiden O kadar çok özlemişti ki İşte ancak gözpınarlarından akan ırmaklar kadar olur Umutları geldi gözlerinin önüne Hasret damlaları yüklendiği Özlemi Tutkuları Sevdası geldi Doya doya bakamadığı bal gözler geldi Döküldü gözpınarları Aktı üşümüş yanaklarından aşağı Çoook özlemişti... Em-onaltısı elinde Her zaman bir adım önünde giden bastonu diğerinde Yaslandı ceviz ağacına Beş dakika geçmişti Teri soğumuş üşümüştü bedeni Ürperdi Ayağa kalkıp tekrar Önünde her zaman diz çöken dağlara yöneldi Su geçirmişti ayaklarının içine Üşüdü ayak parmakları ayazda Yürüdü hasrete, özleme, umuda Uzaklardan, Çoook uzaklardan...aşağıdan Kendi ülkesindeki beş-on haneli bir mezradan Gazyağı lambalarının ışıkları giriyordu Yeşil gözlerinden içeriye İnsan sesiyle karışık köpek ulumaları getiriyordu rüzgar Baykuş sesleri, yağmurun gözyaşıyla karışıp Anonim bir halk ezgisi oluşturuyordu Türkü türkü ANADOLU kokan Aniden çalılar hışırdadı Diz çöktü şiir yüklü adam Dondu öylece, kaldı sessizce Alt tarafındaki dere yatağından geliyordu sesler Gittikçe de kendine yaklaşmaktaydı Kimdi bu ya da kimlerdi? Ya da yeni bir oyun ve azrail miydi? Aklından kare kare binbir film geçti El bombasını hazırladı soğuktan, yağmurdan üşümüş ellerine Sesler ve gelenler dimdik kendisine gelmekteydi Düşündü ve karar verdi İnsan bu eğimde bu şartlarda dimdik kendisine gelemezdi Öyleyse bu insan değildi Bekledi ve göz göze geldi Karşısına çıkanlar düğün alayı edasıyla gelen Bir domuz ailesiydi Yavrular mini mini ve sevimliydi Anne domuz şiir yüklü adamı görünce homurdandı Rahatsız olmuştu besbelli Yavrularını teker teker koklayıp eksik olmadığını hissedince Ailesiyle birlikte gerisin geriye yöneldi Gülümsedi için için şiir yüklü adam Gözleri güldü Bulutlar güldü katıla katıla Yağmur güldü Ayaz rüzgar güldü O bu dağların hakimiydi Birden dostu ayı, yıldızları göremediğini farketti Bulutlar bu dostluğu kıskanmış Bu gece aralarına bir perde germişti ''Hain bulutlar'' dedi içinden Yoluna devam ederken Cebinden bir çikolata çıkarıp Yemeğe başladı dağlara yeniden tırmanırken Fıstıklıydı çikolata, o çok severdi Fıstığın rengi, bal gözlüsünün gözleri gibiydi Onun gözlerini içtiğini bir an için geçirdi içinden ))) Gülümsedi neşeli neşeli Nereden de aklına gelmişti 'Oğlum Kibar, ne zaman aklından çıktı ki, Nereden aklıma geldi diyorsun'' diye söylenerek Kızdı kendine, bir an için boşluğun içinde Önemsizmiş gibi davranmıştı bal gözlüsüne İçinden yüze kadar sayıp her adımda Sonra da özür diledi dudaklarını kıpırdatarak sessizce Ter kokuyordu, artık yağlı bir pehlivana dönmüştü Alnından damla damla dökülen ter Gözlerinin içine giriyor ve tatlı tatlı yakıyordu gözlerini Burnuna düşen damlaları üfleyerek oynuyordu giderken Her tarafı vıcık vıcık ıslaktı Kasları gerilmiş bedeni ısınmıştı artık Hiç birşey hissetmiyor Konsantre oluyordu, beyniyle hedefine kilitlenirken Yüz kasları gerilmiş, ter damlaları basamak basamak iniyordu Aşağı boynundan içeri girerken Yağmurla sarmaş dolaş olup Geceyi, ayazı, rüzgarı yanına alarak Gidiyor alaca sabahlara şiir yüklü adam Hasreti Özlemi Sevdayı çeke çeke Bıkmadan Korkmadan Yılmadan Gidiyordu işte sisi yara yara Yağmurun sabaha kadar bedenini kusursuz dokunuşlarla Öpüp okşadığı bir gecede Sarp dağların doruklarına gizlenen bal gözlerin içine Sırt çantasında aşk'ı götürüyordu Sevdayı Hasreti Özlemi Umudu götürüyordu Yüreğinde beste beste dokuduğu Aşk kokan şarkıları Şiirleri götürüyordu giderken yanında BEŞ SAKALI BEYAZLAMIŞ ŞİİR YÜKLÜ ADAM! ... Kibar Tavasav
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Kibar TAVASAV, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |