Biliyorum doğru olan senin söylediklerindi. Ayrılmalıydık. Doğrusu buydu. Sen doğru olanı, mantıklı olanı söylüyordun. Ben sana destek olamıyor aksine zaten zorla yapmaya çalıştığın şeyin önüne köstek oluyordum. Her defasında başa dönüyorduk. Aslında sen söylemek isteyip de söyleyemediklerini bir şekilde bana hissettiriyordun. Ve benden bir umut, bir ışık bekliyordun. Ama ben sana bu ışığı hiç yakmadım. Sen benim, senin için nereye kadar neleri göze alıp, neleri yapabileceğimi, sana duyduğum sevginin kavuşabilmemiz için hangi fedakarlıkları göze alabileceğini merak edip durdun. Ben bu konuda ketumdum, sırdım. Sen bu cevapsızlığımla çıkmazlara giriyordun. Sana içimden geçenleri, senin uğruna yapabileceklerimi gerçekten neleri göze alabileceğimi söyleseydim çok iyi biliyorum dünyayı umursamaz, bana koşarak gelir ve beni asla bırakmazdın. Ama bunları sana söylemedim. Söyleyemedim demiyorum. Söylemedim… Çünkü nasıl senin korkuların varsa benimde vardı. Çünkü o durumda sadece sen ve ben bu koca dünyada yapayalnız kalacaktık. Yalnız sen ve ben kalacaktık. Bütün dünya ile çok zor, çok uzun ve çok meşakkatli bir hesaplaşmaya ve mücadeleye girecektik. Ben bu mücadelede kendime güveniyordum ama, ya sen. İşte sana kıyamıyordum gülüm. Sana kıyamıyordum. Ya bu mücadeleden yorulursan. Ya bu mücadeleye dayanamaz da pes edersen. İşte biz o zaman biterdik, yıkılırdık, biz yok olurduk be gülüm. Sonunun böyle olma ihtimali olan bir bilinmeyene seni nasıl sürüklerdim be gülüm. Sana nasıl kıyardım. O zaman kendimi nasıl affederdim. İşte bu düşüncelerle mücadele etmeye çalışırken senin akıllıca, mantıklıca, ikimiz içinde en doğru olanı yaptığında da sana destek olamadım.
Bizim durumumuzu neye benzetmiştim biliyor musun bitanem? Hani düello sahneleri vardır ya. Düello yapacak kişiler arkalarını birbirlerine dönerler ve 10 adım ilerleyip sonra dönerek birbirlerine ateş ederler ve aralarındaki sorun halledilir. İşte bizde aynı öyle yapıyorduk. Birbirimize arkamızı dönüyor, birbirimizden uzaklaşıyor, sonra ateş etmek için birbirimize dönüyorduk. Ama her defasında silahlarımız değil gözlerimiz çakışıyor ve silahlarımız yere düşerken biz koşup sımsıkı birbirimize sarılıyorduk. Bu kısır döngü her defasında böyle dönüyordu. Ve sen ne yaptın biliyor musun? Düelloya başlarken yine sırtımızı birbirimize dayamıştık. Birbirimizden uzaklaşıp ateş etmemiz gerekiyordu. Ama sen bir adım bile atmadan bana döndün ve KAFAMA SIKTIN, BEYNİME SIKTIN, SEVGİME SIKTIN. BENİ HİÇ BEKLEMEDİĞİM BİÇİMDE ARKAMDAN VURDUN. Oysa ben bunu hak etmemiştim be gülüm. Beni eğer yapabiliyorsan dürüstçe, mertçe, delikanlıca vurmalıydın. O zaman titrersem namerdim. O zaman üzülürsem namerdim. Senin elinden ölebilmek bana onurdur, gururdur. O zaman acı duymam. Duysam da hissetmem. Hissetsem de canım acımazdı. Ama şimdi içim acıyor be gülüm. Canım yanıyor. Ölemiyorum. Yıkıldım, yerlerdeyim, sürünüyorum ama ölemiyorum be gülüm. Hadi yarım bıraktığın işi tamamla. Beni can çekişmekten kurtar. Sık son kurşunu da kalbime ÖLDÜR BENİ. Ya da…………………………………….