Hiçbir şey yaşam kadar tatlı değildir. -Euripides |
|
||||||||||
|
İnsanoğlu prehistorik(tarihöncesi) çağların en uzun dönemi olan paleolitik(eskitaş) çağda (M.Ö.1.000 000-15.000) avcılık ve toplayıcılıkla geçimini sağlamaktaydı. Bir milyon yıl öncesinden 15 bin yıl öncesine kadar hayvanları avlayarak, bitki ve meyveleri toplayarak, mağara ve ağaç kovuklarında barınan insan; 15 bin yıl önce bu barınaklardan çıkmaya başlamış ve açık alanlarda kerpiçten evler yapmaya ve köyler kurmaya başlamıştır. Bir süre, yaklaşık iki bin yıl, bu köylerde "avcı ve toplayıcılık" geleneğini sürdürmüştür. Günümüzden 10 bin yıl kadar önce yabani buğdayı ıslah ederek ekime almayı başarmış ve ziraat yapmaya başlamıştır. Gordon Childe'a göre asalıklık evresinden üretimcilik evresine geçen insan "knt devrimi" ni başlatmıştır. Uygarlığın önemli bir aşaması olan ziraatin başladığı bu evrede, karbonhidratlı yiyeceklerin etkisiyle diş çürükleri gibi uygarlığın bahşettiği hastalıklar görülmeye başlar. Bütün bu gelişmelere rağmen dünyanın çeşitli yerlerinde avcı ve toplayıcı kültürler devam etmektedir. Ülkemizde ise üretimcilikle birlikte toplayıcı kültürlerin sürdüğü yörelerimiz vardır. Şahsımın doğup büyüdüğü Toroslar da bu yörelerden biridir. 1960’lı yıllarda geçen çocukluğumda “dükkan” (bakkal) sadece evimizin ışıklandırılmasında kullandığımız gazyağı; ocaktaki odun ateşini yakmada kullandığımız “ispirte” dediğimiz kibrit; yemekte kullandığımız tuz ve daha o sırada şehir şemata görüp değişen ve “mamurlaşma”(memur)olarak gördüğümüz kimi evlerde yeni piyasaya çıkmış margarin yağlar alınırdı. Giyim eşyası olarak da, uzun düz çizgili “tırıl” denilen, siyah beyaz renkli pamuklu kumaşlarla beyaz kaput bezi alınırdı. Bizim evde olduğu gibi bazı evlerde kıyıda köşede kırık dökük “çulhalık” denilen dokuma tezgahları; “teşşe”(teşi) denilen çıkrıkları ile terk edilmeye yüz tutmuş bir geleneği yansıtıyorlardı. Bizim “Ebe” olarak hitap ettiğimiz, nenelerimizden dinlediğimiz anılarından, sanki bu geleneğin o günlerde bırakıldığı hissini verirdi. O neneler bu tezgahlarda kilim, çul, pamuklu kumaşla, dastar(eşarp), heybe ve çuval dokumuşlardı. Zaten, o sırada bu dokumaların bir çoğu kullanılıyordu da. Koyun yününden dokunmuş şalvarlık kumaşlar; karşılıklı iki ikişinin çıplak ayaklarının tabanı birbirine dayayıp, iki tarafı açık oluk şeklindeki tahta bir tekneye uzanıp ayakları ezmeye çalışılır ve sıkışması için, kazanlarda kaynatılan sıcak su dökülürdü. Saatlerce tepilen bu yün kumaş, düz damlı evlerin “doma” denilen çatı köşelerine ucuuna bağlandığı ağır taş ve kütüklerle sarkıtılarak bir kaç gün kurumaya ve bu şekilde ütülemeye tabi tutulurdu. Bu tür giyecek ve döşemelik kumaşların dışında sepet ve testi gibi insan sırtına alınabilecek yükleri taşımada kullanmak üzere kolan tezgahları kurulurdu. Kuşkusuz değişik genişlik, uzunluk renkli desen ve motifleri ile güneyin Aliyya (Alanya)'dan yörüklerin patates ve fasülye karşılığı değiş tokuş yaptığı yünden dokunma yörük kolonlarının yerini tutmasa da; kara keçi kılından yapılan bu dağlı işi kıl kolanlar da bir hayli güçlü dayanaklı olurdu. Bu kolanların tezgahları ya da istarları o kadar ahım şahım büyük aletler değildi. 10 m.lik mesafede çakılı iki kazık arasında kurulu kolan tezgahları görülürdü. Bahçe sulamak için beklenen “su keşik”lerinde boş durulmaz dere kenarından kesilen söğüt filizlerinden sepet örülürdü. Dağların kayalık zirvelerinde yetişen şimşir ağacından kaşıklar yapılırdı. Kış günlerinde yaptığımız şimşir topaçlar ne güzel buzlar üzerinde çevirirdik. Teknolojiye yenik düşen bu geleneklerin ötesinde yeme içme kültürümüzün 1 milyon yıl öncesi kültürlerine ne kadar yakın olduğunu düşünüyorum. İlk baharda deve kolanı, at kuyruğu, tavşan ekmeği, teke sakalı, sakızcık ve karamık yaprağı gibi bitkileri toplarken sonbahar da çiğdem kökleri, iletir, it burnu(kuş burnu), alıç, dağ eriği(deli erik), yaban elması, boz armut(ahlat) ve kızılcık gibi meyveleri toplardık. Hele ilkbaharda karların erimesi ile toplanan yılanbıçağı (yılanpancarı) denilen sadece insanların yiyebildiği acı geniş yapraklı bıçak renginde eflatun göbekli marul görünüşlü ot sadece yöremize aitti. Bu ince bir şekilde kıyılır kurutulur kış günleri, tarhana çorbası içine atılırdı. Kış için bu hazırlığın yanında kekik ve çeşitli dağ çayları da olurdu. Bunlar unutuldu mu?... Geçen hafta sonu 18 Mayıs günü Toroslardaydım. Bu bitkileri gördüm. Bir tutam teke sakalı yedim, bir tutam tavşan ekmeği… Midem ekşimeye başladı… Çeyrek asırdır koptuğum bu dağlar bana küsmüşmüydü… Barışmak için bir karamık dalı tuttum yeşil taze yapraklarını sıyırdım; karamık dikenleri içinden bu yaprakları alabilmek de marifettir. Mideme rağmen ağzıma götürdüm bu yaprakları. Bir süre sonra yabani “kuzu kulakları”nı buldum. Onlardan yedim. Yanımdaki oğlum bir bahçeden geçerken, –Baba buraya soğan ekmişler, dedi. –Hayır oğlum, onlar yabani soğan…yaşlı bir teyzenle çocukluğumda sığır güderken onunla toplar yerdik, O bunlara “körmeni” derdi,dedim. İçimde hayalimden otlattığımız Toroslar süzülüp geçti, bir türküyü hatırladım “Bahçalarda kör meni, verem ettin sen beni”. Her bir yiyecek doğadan gelirdi. Yağmur mevsimlerinde değişik mantarlar. Kuşların yumurta dönemlerinde keklik ve bıldırcın yumurtaları. Doğa cömertti… Doktora giden çok azdı. Tansiyon, kolestrol, şeker…vs., bilinmezdi. Çam ve köknar ağaçları ile kaplı olan Toroslarda şimdilerde hummalı bir çalışma var. Ormanlık alanlar arasındaki boşluklar kiraz çiçekleri ile dolmuş bembeyaz. Napolyon kirazları üretiliyor. Türkiye’nin diğer bölgelerinde kiraz mevsimi bitince burada başlıyor. Dayanaklı kirazlarmış ayrıca. Köylü iyi paraya bu kirazı satıyor. Söylenceye göre İngiltere Kraliyet ailesi kirazını buradan alıyormuş. Hepsi ihracata gidiyormuş. Yani, eski çamlar bardak olmuş!… Kar sularının aktığı Toroslardan geçerken geçmişten bir gün yaşadığım için mutluydum. Ancak akşamın alacakaranlığında sisli dumanlar arasında ışıldayan kent çağırıyordu. “- Buraya gel, etinle kemiğinle benimsin. Eski çamlar bardak oldu!...”.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Hasan Bahar, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |