Kitabının bir kopyasını gönderdiğin için sağol. Onu okumakla hiç zaman yitirmeyeceğim. -Moses Hadas |
|
||||||||||
|
Küçük, müstakil evlerle çevrili, oldukça dar ama yemyeşil bir alandı. Sanki özellikle yerleştirilmiş gibi alanın iki yanındaki kocamış dev iki ağaç, bu yeşil örtüye daha gizemli bir hava veriyor, insanda farklı bir ferahlık hissi uyandırıyordu. Serin bir bahar sabahının henüz ilk saatleriydi. Ortalarda ikisinden başka bir canlı görünmüyordu. Kızın üstünde, aslında günün bu saatine göre oldukça ince sayılabilecek beyaz, kolsuz bir bluz ve altında da turunculu, yeşilli kısa bir ekose etek vardı. Eskimiş sayılabilecek taba renkli bir çift sandalet de çorapsız, küçük ayaklarında hiç de fena durmuyordu. Oğlan ise açık mavi bir tişört ve lacivertli, beyazlı bir bermuda giymişti. Onun ayaklarında da çorap yoktu ve o da koyu kahverengi bir sandalet giymişti. İkisi de bu güzel, sakin doğa parçasının bir ucundaki ağacın altında kafa, kafaya vermiş fısıldaşarak konuşuyorlardı. Kız, gözlerini kırpıştırarak uzun uzun oğlana baktı, anlamlı bir yüzü vardı. Nasıl da sevecen bir ifadeyle bakıyordu ona. Onun elini tuttu. Diğeri ona bakmaksızın hatta hiç tepki vermeksizin, elindeki tahta parçasıyla önündeki ot ve yabani çiçeklerden oluşan bir kümeciği dürtüklüyordu. Arada da hafif, hafif vuruyordu sopayla otların üzerine. “İnan ki kocaman bir yaşlı kurbağa” dedi, kıza. “İnandım sanki, orada kurbağa olsa sen böyle sakin sakin sopayla onu aramazsın” diye yanıtladı ve ekledi: “Belki de kötülükler prensidir bu ya da kötü kalpli bir cadının kasten dev bir kurbağaya dönüştürdüğü, yakışıklı bir prenstir.” Oğlan, bozulmuştu... “Haa, anladım; demek bir prens bulsan, benimle arkadaşlık etmeyeceksin” “Hiç de değil” dedi kız, “hem seni seviyorum ben.” Dikkatle karşısındaki kıza baktı. “Öyleyse, öp bakalım beni” diye yanıtladı ve elinden sopayı bırakıp, kızı iki omzundan sıkıca tuttu. “Gerçekten güzel bir kız” diye aklından geçiriyordu arkadaşına bakarken. Kız, oturduğu yerden kalkıp; “Ne?” dedi. Seni öpmemi mi istiyorsun?” “Terbiyesiz seni!” Oğlan hiç oralı değildi, ciddi bir yüz ifadesiyle yanıtladı: “Niye terbiyesizlik olsun ki? Hem belki de kurbağa güzel bir prensestir. Bir cadının kıskanıp, kurbağaya dönüştürdüğü uzun saçlı, güzel mi güzel bir kız...” “Eh, beni o öper belki...” “Aaaa” dedi kız, “şuna bak hele..” “Niye ki?” “Benden güzel olamaz bir kere, saçlarım da uzun, evet, ben daha güzelim.” Çocuk bu kez yanıtlamadı. Tüm dikkati, tam önünde hareketsiz duran kurbağadaydı. “Bak, bak! İşte burada... Demedim mi?” Gerçekten de oradaydı. Kız, kocaman bir kurbağayı karşısında görünce yerinden fırlayıp, koşmaya başladı. Ardından da arkadaşı... Beklenmeyen bu koşu, yeşil alanın öteki ucuna kadar sürdü. İkisi de nefes, nefeseydi. “Ben artık bir daha asla orada oturmam.” “Gördün mü, prensinden vazgeçtin bile” dedi oğlan gülerek.... “Hiç de değil” dedi kız, “sadece şimdilik istemiyorum.” “Eh, o zaman benimle olursun, sen de, değil mi?” Bu kez kız, kıkırdayarak “evet” dedi; “hadi gel” her zamanki yerimize gidelim, görecekler bizi... “Niçin, burası çok güzel, hem de kimseler yok işte” ve olduğu yere oturdu. Kız ürkek davrandıysa da ilkin, “tamam” dedi. İkisi de yan yana, sessizce uzandılar yer, yer çiçeklerle bezenmiş yemyeşil otların üstüne. Söyleyecek çok şeyleri vardı ama şimdilik birbirleriyle bakışıp, kır çiçeklerini toplamayı sürdürüyorlardı oturdukları yerden. Çocuk birden kıza dönüp; “Bak, işte senin sevdiğin eflatun çiçek!” Kızın pek hoşuna gitmişti bu, “sevdiğin çiçek” sözü... Uzatıp elini, çiçeğini aldı. Şimdi onu, dünyanın en baha biçilmez bir objesi gibi tutuyordu. Aslında gerçekten iyi bir arkadaştı bu çocuk ve onu sevdiğini hissediyordu. Ne güzel vakit geçiriyorlardı. Arada bir kavga ettikleri olmuyor değildi ama, çok da önemli değildi bu. Diğerlerine göre hem konuşkan ve anlayışlı, hem de arkadaş canlısıydı. Örneğin, evvelsi hafta üzüldüğünü anlayınca onu güldürmek için doğrusu, bir hayli uğraşmıştı. Tabii onu bırakıp, gittiği de oluyordu. Geçenlerde, çok istemesine karşın onunla sinemaya gelmemiş, pek de hoşlanmadığı, o diğer iki oğlanla bütün gün ortadan yok olmuştu. “Neyse” diye düşündü kız, “gene de, iyi ki o vardı işte...” Kır çiçeklerinin yeşil zemindeki eşsiz doğallığıyla birlikte, ne denli güzel bir tablo oluşturduklarını asla farkında değildiler. Issız bir adada çaresiz kalmış bir çift gibi öylesine yan yana uzanmışlardı, sakince. Sonra ona, dün gece TV’deki filmi izleyip, izlemediğini sordu. Oğlan da ona, dün gece erkenden yattığını söyledi. Umulmadık bir çeviklikle kız, yerinden ok gibi fırlayıp, bağırmaya başladı: “Uykucu, uykucu, uykucu....” Bir yandan da çocuğun etrafında daireler çiziyordu. İşte tam o an irkildiler. Bir patırtıyla, ikisinin de anneleri koşarak kendilerine doğru geliyordu. Seliiiiin, Muraaaat!’ “Görüyor musun, yaptıklarını sabah, sabah?” dedi, Selin’in annesi. “ Ne zaman geldiniz buraya, böyle çıplacık? Şunların haline bak... Daha kahvaltı bile etmediniz!” Son noktayı Murat’ın annesi koydu: “Bugün ikiniz de cezalısınız!” “Hadi, çabuk eve....”
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mehmet Yusuf Yahyagil, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |