Büyükşehirlerde günlük yazmak felsefi yazılar yazmaktan daha zor. Bugün yatağımdan kalktığımda kafamda yirmi gramlık sinir sistemi yerine kızgın buhurdanlık taşıyordum. Bir süre aynaya baktım. Dağınık saçlarımla aynaya baktım. Taranmış saçlarımla aynaya baktım sonra hemen çalışma masama gidip ''Aynaya bakma sanatı'' başlıklı kısa bir deneme yazdım. Tam işe gitmek için İETT durağına varmıştım ki otobüsle beraber işte işten geçmişti. Mağrur olmaktansa mağdur oluruz diyerekten patronuma ithaf ettiğim nam-ı diğer okkalıyı savurdum. Karşıda bir dayı biraz da kabadayı bana eliyle gel yaptı. Ben de ona ben mi yaptım. O da bana sen yaptı. Mesele daha fazla uzamadı, ben boynu bükük, kaderine razı olmuş bir mazide, halde ve istikbalde yürüdüm. Sabahlara kadar benimle uğraşan sivrisinekler helallik istemeye geldi. Son kez İstanbul'un büyük harfli kalabalıklarından nükteler dinledim. Dayının yanına vardım ki –Reklamlar hayatınızdan giden on dakika ve boş emelleriniz...Reklamlar bitti- meğerse dayı durumu anlamış. Ben korkudan kaçan uykuma üzülürken, sivrisinekler sevinçlerinden diş biliyordu.-Altta sinek spreyi reklamı ekranın dörtte biri- Ezan okuyup, çıktık yola. Dayı antik, ben semantik yan yana çok sempatik görünüyorduk. Yolculuğumuz sürerken dayıdan korktuğum an aklıma geldi. Bu ölüm korkusuydu. Gözlerimi kapattım ve fâni olduğunu az evvel bir daha anlayan kulaklarımla İstanbul'u dinledim. Bence şair İstanbul'u dinliyorum şiirini daha büyük harflerle yazmalıymış. Ne yaprak kıpırdadı, ne rüzgar esti. Etrafta ölüm sessizliği. İstanbul'u dinleyemedim. İstanbul evde yoktu.-Biraz daha reklam-
Vardık işyerine. Masamın üstünde akşamdan kalma bir yığın kağıt. Ah, yığılıp kalan bir de ben olaydım. Hiç kimsenin geri vermeyeceği zamanlara oynadım, akşama kadar. Duvara baktım saat yok, saate baktım duvar yok. Gözlerim iş saatlerinde uzun hava çığırıyor. Yeter be! Diyemedim, komünizmden dert yandım sadece. Büyükşehirlerde günlük yazmak zor demiştim. Geldi mi?