Bir insan bir kaplanı öldürmek istediğinde buna spor diyor, kaplan onu öldürmek istediğinde buna vahşet diyor. -Bernard Shaw |
|
||||||||||
|
Markete ya da pazara her gittiğimde gözlerim önce mantarları arar. Bakınırım uzun uzun, mutlaka bulurum sonunda. Öylece dururum karşılarında, gözlerimde çocuk gülüşlerimle, dalarım çocukluk anılarıma. Büyümenin acılarıda büyüteceğini, bizleri birbirimizden uzaklaştıracağını bilmediğimiz yaşlardaydık o zamanlar. Çocukların vazgeçilmeziydi sokaklar. En güzel arkadaşlıklarını, en büyük kavgalarını, ilk icatlarını, düşe-kalka koşuşlarını, avaz avaz bağırışlarını yaşadıkları özgürlük alanıydı orası onlar için. Gördükleri her ağaca salıncaklar kurar, ip atlar, top oynar, yeni oyunlar uydurup kurallar koyar; kendi oyuncaklarını kendileri yaparlardı. Topraktan yaptıkları tabak çanakla arkadaşlarını ağırlarlardı. Minik elleriyle yaptıkları devasa fincanlara su koyup bunu çay sayar, misafiri daha ilk yudumu almadan el çabukluğu ile yoğurdukları topraklardan kurabiyeler yaparlardı. Gelişi güzel yoldukları otları yaptıkları tabaklara özenle yerleştirip küçük misafirlerine ziyafetler hazırlarlardı. Bazen zamansız bastıran yağmurla hepsi evine koşuşurdu. Dışarıda bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyorken, çocuklar pencerenin ardında yağmurun dinmesini, dışarıya oyun oynamak için çıkacakları anı sabırsızlıkla beklerlerdi. Sonunda hiç dinmeyecekmiş gibi yağan yağmur diner ve hepsi sokağa fırlardı. Annelerin, “ sakın çıkmayın, üstünüz başınız çamur olacak” ihtarına kulak asılmazdı. Hep beraber koşup oynanırdı çamur içinde. O yaşlarda her şey mutlu ederdi çocukları, amaçsızca koşmak bile... Derken güneş doğar ve gökkuşağı aniden belirirdi. Bunun ne demek olduğunu hepsi bilir ve sevinçle etrafa bakınırlardı. Hep bu yağmurların ardından, gökkuşağı kendini gösterdiği ilk andan sonra çıkıverirdi mantarlar. Aman Allah’ım! Her yer bir anda bembeyaz olurdu, nasıl da çabucak patlayıverirlerdi topraktan! Önce görenin, önce onu alanın olurdu çıkan her mantar. Tabii kavgalar da olmuyor değildi. “Önce ben gördüm, tam ben alacakken sen beni ittin. O benimdi…” O zamanlar ki tek dertleri hangisinin daha çok mantar topladığı oluyor, ileride başka dertlerinin olacağını düşünemiyordu hiç biri. Toplanan mantarlar eve götürülüyor, pişirilmesi bekleniyordu sabırsızlıkla. Sobanın başında mantarların pişmesini beklerken bir gün büyüyeceklerini, birbirlerinden uzaklaşıp yabancılaşacaklarını ve mantar topladıkları o günleri düşünüp, o zamanlar ne kadar mutlu olduklarını unutacaklarını akıllarının ucundan geçiremiyorlardı. O zamanki tek dertleri büyümekti. Büyüdükçe, yaşça kendilerinden daha büyük arkadaşlarının onları itip kakmasına izin vermeyecek kadar güçlü olacaklarını, en çok mantarı kendilerinin toplayacağını ve bu sayede daha mutlu olacaklarını sanıyorlardı. Tutku ile birbirlerine bağlı olanlar sadece çocuklar değildi. Birinin başı ağrısa, dişini çektirse diğeri bütün mahallenin haberi olurdu. Bir iki saat görünmedi mi komşumuz merakla kapısını tıklatır, başına bir hal mi geldi diye telaşa düşerdik. Hasta olana sıcak bir tas çorba göndermek adettendi. Ölü evinin ne işi, ne de yemekleri bırakılmazdı yas içindekilere. Her gün biri yemeğini yapar, temizlerdi evini ocağını. Komşumuzun yası bizim yasımızdı, sevincini yüreğimizde duyumsar paylaşırdık içtenlikle. Ötekinin çocuğunu çocuğumuz benimser, korur kollardık her durumda. Yaz günleri kapılarımız pencerelerimiz açık uyurduk da korkmazdık biri girecek diye. Çalınmaya değer eşyalarımız olmasa da asla çalınamayacak değerlerimiz vardı o zamanlar. Mahalledeki her hane büyük bir evin odaları gibiydi. Komşuluktan ziyade aile olmanın sıcak atmosferi hüküm sürüyordu sokaklarda. Herkes birbirini tanır, sever, koruyup kollardı. Mahallenin en yaşlı bireyi kocamış pelit ağacıydı. Mahallenin simgesi, ermiş, saygıdeğer bir büyüğüydü adeta Toplanılıp altında kahvaltılar yapılır, genç kızlar işlemelerini alıp, türlü hayaller kurarak işler, çocuklar dallarına salıncak kurarlar, kuşlar neşeyle şakırdı yaprakları arasında. Genç aşıkların, oyun için toplanacak çocukların, içilecek beş çaylarının vazgeçilmez mekanıydı bu ağacın altı. Arada bir mahalleye gelen bohçacılar bu ağacın altında oturup soluklanır, bütün kadınlar oraya toplanırdı. Rengârenk çarşaflar açılıp bakılır, havlular elden ele dolaşırdı. Kadınlar, kollarının altında ya bir havlu ya da çarşafla ayaküstü sohbetlere koyulur, yemekleri yanardı ocakta çoğu zaman. Bunları gören kocalarına göre eşlerinin, birbirlerine olan sevgisi de konuşacak konuları da asla tükenmeyecekmiş gibi gelirdi. Birine kömür gelince el birliği ile kırılıp kömürlüklere taşınır, biri bahçe belleyeceği zaman çapayı, küreği alan koşardı yardıma. Hemen her evin bir kuyusu vardı. Olmayana kuyu kazılır, çıkrıklar dönmeye başlayınca keyif kahvesi içilirdi kuyu başlarında. Bahçelerde yetişen meyve ve sebzelerin ilk olanları komşularla tadılırdı mutlaka. Masalları andıran bu dostluk ve dayanışmanın yaşandığı sokaklarda ansızın büyü bozulmuş, sessiz bir savaş yaşanmaya başlamıştı bir mayıs ayının sonunda. Birbirine gidip gelmeler kesilmiş, ağaçların gölgesinde içilen çayların yerini köşe başlarında birbirini gözetlemeler almıştı. Mahallede gizli bir düşmanlık büyüyordu günden güne. Bundan en çok etkilenende çocuklar olmuştu. En sevdikleri arkadaşlarıyla oynanması yasaklanmıştı artık. Neden diye sordukları soruları cevapsız kalıyor, oynayabileceği arkadaşlarının adı sıralanıyor, diğerleriyle değil oynamak, yolda görünce konuşulması bile yasaklanıyordu. Mahalledeki o büyünün bozulmasına sebep olan şeyin ne olduğunu çocuklar bir türlü bulamıyor, yasaklı arkadaşlarıyla oynamaya gittiklerinde ya onların annesi tarafından bahçeden kovuluyor ya da arkadaşı onunla konuşup oynamasının yasaklandığını söyleyip arkasını dönüp gidiyordu. Mahalleli bir anda düşman olmuştu birbirine. Açık bırakılıp yatılan kapılar gündüz vakti bile kilitleniyor, perdeler sıkı sıkı çekilip, aile büyükleri saklı saklı konuşuyordu aralarında. Kulaklar radyolarda, beddualar ediliyor, “onlar “ve “bizimkiler” diye iki ayrı gruptan bahsediliyordu. Zamanla “onlar” mahalleyede gelmişlerdi. Onlara, gitmeyeceksin, onların çocuklarıyla oynamayacaksın, onların evinin yakınlarından geçmeyeceksin. Mahalleye yeni birileri taşınmadığı halde onlar diye birileri peyda olmuştu bir anda. Büyüklerin yüzlerinde beliren tedirginlik zamanla yerini korkuya bırakmıştı. Bu durumdan en çokta çocuklar etkileniyordu. Eskiden mahalle sakinlerinden bir amca ya da teyze yanlarından başlarını okşayıp geçerken, artık kafalarını çevirip bakmıyorlar, onları görmezden geliyorlardı. En sevdikleri arkadaşları yanlarında olmayınca, ne trenlere el sallamak, ne gazoz kapaklarını raylara yerleştirip üstünden tren geçtikten sonra dümdüz olması ne de komşu bahçeden çalınan erikler mutlu ediyordu onları. Çamurlardan yaptıkları çanak çömlekle bekliyorlardı, ama misafirleri gelmiyordu tüm bekleyişlere rağmen. Radyo bültenlerinden yarım yamalak birilerinin öldüğünü, yaralandığını duyuyorlardı. Bir şeyler oluyordu ve olan her ne ise mahalleyi de etkisi altına almıştı. Bir türlü anlam veremiyorlardı bu olup bitene. Israrla sorular sormaya devam ediyorlardı büyüklerine. “İleride anlarsınız, şimdi anlayacak yaşta değilsiniz” diye aldıkları cevaplara rağmen sordukları sorulardan vazgeçmiyorlardı ve neden diye başlıyorlardı bütün konuşmalarına. Onların anlayacağı dilde anlatmak mümkün değildi ama gene de dilleri döndüğünce anlatmaya çalıştılar yaşananları. Çorum’da katliam yaşanıyordu, yıllarca omuz omuza, sırt sırta yaşayan insanlar bir anda mezhep ayrımıyla bölünmüş, birbirini öldürmeye başlamışlardı. Orada yaşananların etkisi mahalleyi de vurmuştu. Onlar ve biz diye ikiye ayrılmış, birlikte yaşanan onca acıyı ve sevinci, kardeşçe yaşanan onca yılı unutmuş, anlamsız bir kine bürünmüşlerdi birbirlerine karşı. Bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, birbirlerinin yüzüne sevgiyle bakmayacak, aynı sofradan bir daha asla yemek yemeyeceklermişçesine düşmanlardı birbirlerine. İşlemedikleri bir suçun cezasını çektirmek istiyorlardı çocuklara. Diğerlerine olan sevgilerini zorla söküp atmaya çalışıyor, yerlerine ektikleri kinin yeşermesi için her gün yeni bir hikâye anlatıyorlardı. Yüzyıllar önce yaşanan olayların düşmanlığını sürdürmek çocuklar için imkânsızdı. Çünkü onlar, en büyük kavgaların ardından bile sevgiyle sarılırlardı arkadaşlarına. Şimdi çocuklardan hiçbir kötülük yapmamış bu insanlardan nefret etmeleri bekleniyordu ama çocuklar nasıl nefret edeceklerini bilmeden, her gün biraz daha içlerine kapanıp yalnızlığa sürükleniyorlardı. Büyüdüklerinde de anlamayacakları bu saçma savaşa bir türlü anlam veremiyorlar, olanlarla başa çıkamıyorlardı çocuk başlarına. O çok istedikleri büyümek bir anda gelip kapılarına dayanmıştı. Büyükler gibi düşünüp davranmaları isteniyor, büyüklerin savaşına katılmaları, kendi taraflarında yer alıp, suçsuz insanlara savaş açmaları isteniyordu. Büyüklerin dünyası çok zalimdi ve çocuklar o dünyaya dâhil olmak istemiyorlardı. Tüm karşı çıkışlarına ve ağlayışlarına rağmen zorla, itile kakıla o dünyaya sürükleniyorlardı. Kimisi aile baskısına daha fazla karşı koyamayarak kabul etmişti bu savaşta bir asker olarak yer almayı. Kimisi ise saklı gizli de olsa bir süre sonra yasaklanan arkadaşlarıyla arada bir görüşmeye başlamıştı. Gelişip büyüyen sadece çocuklar değildi. Zamanla mahalle de büyümeye başladı. Yeni insanlar taşındı, yeni evler yapılmaya başlandı. Mahalle büyüdükçe komuşuluk ilişkileri küçüldü, unutuldu yaşanan güzel günler. Geçmişte yaşanan dostluk ve dayanışmayı hatırlayan bir pelit ağacı vardı. Unutmak ve unutturmak istemiyordu o güzelim günleri. Tekrar altında toplanılsın, masallar anlatılsın, şen kahkahalar patlatılsın, dallarında büyüyen çocukları gene gelip ona sarılsın istiyordu. O yaşına kadar neler görmüş geçirmişti, bu da geçecekti. Sabırlıydı koca pelit. Sabırla beklemeye kararlıydı. Birgün birleştirecekti bütün mahalleyi tekrar altında. Kuşlar koro halinde şarkılar söyleyecek, çocuklar mutlulukla koşup oynayacak, aşıklar göz süzecekti birbirlerine. Pelit ağacı kadar sabırlı değildi maalesef içinde bulunduğu arsayı satın alanlar. Bir an önce bu kocamış, işe yaramaz ağacı kesip odun yapmak, yerine beş katlı bir bina dikmek istiyorlardı. Bir gün ellerinde hızarlarla iki adam girdi mahalleye. Bütün mahalle sakinleri toplandı o gün başına, yaşanan o soğuk günlerden öncekiler gibi sevgiyle toplandılar. Hepsinin yüzünde aynı hüzün vardı. Her ailenin en yakını ölüyormuşçasına bir yas havası sardı mahalleyi. Kolay değildi, bir zamanlar dallarına beşikler kurulmuş bebekler şimdi koca çocuk olmuşlardı. Her ferdin bir anısı vardı. Onlarla birlikte yaşamış, onların nice anılarını yaşatmıştı yaşlı bedeninde. Şimdi ölüyordu bu yaşlı bilge. Hızarlar yorgun bedenine değdikçe yürekleri sızlatan bir ‘ah’ sesi işitiliyordu. Başına toplanan mahalle sakinleri de onunla birlikte ah çekiyordu: “Ah! Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak bir daha” Yaşananların üstünden çok uzun yıllar geçti. Şimdi, büyüdükçe sorumluluklarımızın, dert ve kederlerimizin de büyüdüğünü yaşayarak gördüğüm yaşlardayım ama nerede mantar görsem, özenle arşive kaldırdığım eski bir fotoğrafın negatifleri gibi çekip çıkarıyorum çocukluk anılarımı, bakıyorum doya doya. İşte o zaman ‘’keşke!”diyorum. ‘’Keşke, büyümeyi o kadar çok dilemeseydim o yaşlarda. Keşke, en az mantarı ben toplasaydım da hep o mayıs ayından önceki çocuk olarak kalsaydım yaşlı pelit ağacının altında.”
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Fatma Kara (Fatoş Kara), 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |